“Çocuk ilk yıllarda gölü doldurabilirse denizlere ve okyanuslara kolaylıkla ulaşacaktır.” Özgüvenin artmasının temeli, yetişkinlerin çocuğa inandığını ve güvendiğini hissettirmesiyle alakalıdır.
Kurbağalar yarışı
Ormanda bir gün kurbağalar arasında bir yarış yapılmasına karar verilmiş. Bunun için bir dağın eteğinde bir araya gelinmiş. Kurbağalar oldukça heyecanlıymış ve her biri hızlıca zıplarken onları izleyen diğer hayvanlar özellikle kendini güçlü hisseden ve kararlı hayvanlar “Yok ya taa dağın zirvesine hiçbiri ulaşamaz! Onlar başaramazlar!” derken bazı kurbağalar pes etmeye başlamış. Zaman ilerlemiş dakikalar, saatler ilerlerken yine onları izleyen hayvanlar “Oooo hala zıplıyorlar ama hiç değer mi bu kadar susuz kalmaya, yorulmaya. Zaten onlar da birazdan bırakacaklar yarışı.” demişler. Gerçekten de yarışı sadece bir kurbağa kazanmış. Diğerleri çevrenin bezdirici eleştirilerine dayanamamış. Herkes merakla o kurbağayı izlerken bir şey dikkatlerini çekmiş.
Bu kurbağa duymuyormuş, sağır bir kurbağaymış. Görünen o ki çevrenin bezdirici baskısı galip geliyor, mücadele ederken bir de çevreyi ikna etme çabası sonucunda çevre beklediğini görüyor ve yaşıyor.
Burada gördüğümüz çok önemli bir durum söz konusu çevremizdeki kişileri, çocukları eleştirirken kendimizi mutlu ediyoruz belki! Ancak bu eleştiriler somut olarak diğer insanlarda ve çocuklarda “Suçluluk” ve “Utanma” duygularını destekliyor. Etrafında görünmeyen bir duvar örerek çocukların araştırma ve öğrenme ihtiyacı köreliyor. Bizim amacımız çocuklarımızın meraklarını, sorularını ve “Kendileri olmalarını” desteklemek olacak. Bu ay böyle bir yazı okuyacaksınız, belki kendi yaşadıklarınızı hatırlayacaksınız belki de çocuklarınızla yaşadığınız olaylarda ne yapmanız ya da yapmamanız gerektiğini göreceksiniz. Size ve çocuklarınıza katkısı olacağı inancındayım…
Çocuk özerkliğini yaşarken
Yürümeye başlayıp ilk özerkliğini yaşayan çocuğun çevreye bakışı; başka bir pencereden bizi izlemesi ve anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yürümeye başladığı andan itibaren hep uzaklardakini keşfetme ihtiyacı, öğrenme çabasıyla pekişmektedir. Sürekli yürümeye çalışır, düşer ancak çevresini çok iyi takiptedir. Biri ağlamasını bekliyorsa ağlar, biri gülmesini bekliyorsa güler hatta biri koşmasını bekliyorsa ayağa kalkıp koşar. Beklentilerimiz okul öncesi çocuğunun çabasının desteklenmesine ya da frenlenmesine neden olur. Bu noktada çevredeki tüm bireylerin devreye girdiği ve çocuğu destekleyecek bir tutum göstermesine ihtiyaç vardır. Çocukla uzaktan yakından ilişkisi olan herkes anne, baba, abi, abla, akrabalar ve okula devam ediyorsa öğretmeni, idareciler, arkadaşları çocuğa motive edici şekilde yaklaşmalıdır.
Genellikle kardeşleri, abla ya da abiler o kadar koruma altında tutmaktadır ki kardeşi düştüğü anda ablası-abisi olan çocuk her an yardım almaktadır. Bu da bizim toplumumuzdaki anne-babaların büyük çocuklara koruyucu bir tarzda model olmalarından kaynaklanmaktadır. Büyük çocuk bakıyor “Bana annem babam yardım ederek bu yaşıma getirdi, kardeşim ise çok küçük her zaman anlayışa ve yardıma ihtiyacı var. Ben de bunu yapmalıyım, doğru olan bu!” Mesajı, büyük çocuğa direk olarak anlatmasanız da o bunu çevresindeki herkesten gözlemleyerek öğrenme yeteneğine sahiptir. Bu noktada büyük çocuğun doğru davranışı anlayarak tanımlaması ve iyi niyetli olduğundan emin olunması şarttır. İşte burada ona güvenildiği anda kardeşine karşı anne – baba rolünü tam olarak yaptığını gözlersiniz. Böylece küçük çocuğun evde sultanlık dönemi başlarken değişik örnekler ortaya çıkmaktadır. Her şeyi başarabilen bir abla – abi onunlayken bu çocuk sanki başaramıyormuş gibi ona yaklaşılmasından hoşnut değildir.
Çocuk özgüvenliğini kazanırsa başarıyı yakalar
Düşünün şimdi bir eve sahip olan yetişkin evde yemekler hazırlıyor, temizlik yapıyor ve kendine göre bir düzen tutturmuş. (Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin mükemmel olmaması ortadadır. Çünkü; herkesin mükemmelliği bir diğerinin mükemmeliyle çakışmaz.) Biri geliyor sürekli bunları denetim altına alıp eleştiriyor. Eksikleri sürekli ifade ediyor, hatta kendisi uğraşıp düzeni değiştirerek bir ev ortamı yaratıyor. Bu bir yetişkin için ne kadar rahatsız ediciyse çocuk için de ona sürekli olarak sözle veya davranışla, iyi niyetli bile olsa müdahale etmek o derece rahatsızlık vericidir. Bu o çocuğun hayatıdır, annesinin – babasının-abi – ablasının değildir. Kararı o verdiği sürece mutlu olacak, bunu yapıp başardığında özgüveni desteklenmiş olacaktır. Tabii bu ortamda küçük çocuk çeşitli olaylar geliştirecektir. Ya buna karşı savaş açıp “Hayır, ben yapabilirim!” diye diretecektir. Ya da küçük çocuk okula gidiyorsa okulda, park gibi sosyal alanlarda kendisinden daha küçük gördüğü çocuklara yardım ederek bu duygusunu tatmin edecektir.
Çocuk ve bağımlı kişilik
Bunun psikolojik olarak sonucu toplumda sürekli birilerini desteklemek, kontrol etmek ihtiyacı sonucu “Bağımlı bir kişilik” yayılmasına neden olacaktır. Çocukluğunda hep ona yardım edecek insanları yanında isterken, yetişkinliğinde yalnız başına bir işe, evliliğe imza atamaması gözlenebilir. Savaş açıp bunu kazanabilen çocukta ise her zaman etraftan gelecek bir yardıma ya da desteğe kendini kapatarak. Bitmek tükenmek bilmeyen bir çekişme hayatına geçmesine neden olacaktır.
Toplumumuzun sağlıklı yetişkinlerden oluşması için anne – babalarının özdenetimlerinin çok iyi şekilde ortaya koyması gerekmektedir. Anne babalar çocuklarını dünyaya getirdikleri andan itibaren kendi özgüvenlerini daha iyi hissetmelidir. “Çocuğumun öz bakım ihtiyaçlarını karşılıyorum, bana ihtiyacı var ve hep olacak!” duygusunu kendi içlerinde hissetmemeli ve bu mesajı çocuklarına vermemelidirler. Anne babalar her konuda çocuklarından daha çok şeyi başarmışlardır, hayat tecrübeleri, insanları daha kolay tanımaları, neyin olumlu neyin olumsuz sonuçlar getireceği hakkındaki öngörüleri gibi birçok konuda çocuklarının önündedirler. Ancak onları olumsuz olaylardan korumak isterken sürekli eleştirip değerlendirmeleri çocukların kendisi olmasını negatif yönde etkiler.
Çocuklar rahat edemedikleri ve kendi güvenlerini ortaya koymadıkları bir ortamda aitlik duygusu yaşayamazlar ve kendileri olamazlar. Belki bu noktada anne – babaların kendilerini dışardan gözlemlemeleri çocuklarına karşı olumlu tutumlar geliştirmesini destekleyebilir. Örneğin; Bazı anneler-babalar eğitimciyle yaptıkları konuşmada “Ben hiç çocuğumun özgüvenini kırmam. O ihtiyaçlarını tek başına karşılar.” dedikten sonra kapıda “Oğlum yine mi ters giydin şu ayakkabıları! Ayyy dur dur ben giydireyim!” diyerek kendi davranışlarının farkında olmadığı gözlenmiştir.
Çocuk özgüvenli büyütülmeli!
Özgüven, anne karnında başlayıp hayatın ilk yıllarında temeli atılan bir duygudur. Çocukların da bir gölün dibini dolduracak kadar su olarak düşünürsek, çocuk ilk yıllarda gölü doldurabilirse denizlere ve okyanuslara kolaylıkla ulaşacaktır. Özgüvenin artmasının temeli, yetişkinlerin çocuğa inandığını ve güvendiğini hissettirmesiyle alakalıdır. Her an çocuğa sözel olarak “sen yapabilirsin, tek başına başaracaksın” mesajını verirken kaygılı bakışlar ve vücut diliyle “Olmayacak, yapamayacaksın!” iletisi çocuklara giderse yine çocuk yapamaz.
Unutmayın işin sırrı sizde anne, baba, akraba, yetişkin ve arkadaşlarda. Siz gerçekten inanın ve güvenin, çocuklarda başarsınlar. Koşarken düşmek, keşfederken kirlenmek ve başarıdan geçen her tür olay normaldir.