Demokrasi mi? Bizim gündemimiz her vakit değişir. Patlayan bombalar, atılan kurşunlar sonrası şehit düşen vatan evlatları olduğu halde, artan emlak, benzin, gıda ve tekstil rakamlarına rağmen artmak doğru orantıda artmak bilmeyen maaşlar olduğu halde gündem ille değişecek bir şey bulur.
Güneyimizde savaş, doğumuzda çatışma, batımızda fikir çatışmaları süredursun biz yeni gündem maddesi olan Suriyelileri konuşmaya başladık. Anlaşılan uzunca bir süre de konuşuruz sonra zaman gelir unutur başka bir şeyler konuşmaya başlarız.
İleriyi düşünmeden atılan adımların sonrası ne olur?
Sonumuzu düşünmek nedense acizlikmiş gibi görünmeye başladı bu ülkede. Oysa sonunu düşünmek yarınını düşünmek demekti, oysa yarını düşünmek ayağını ona göre basmak demekti. Bizde çok güzel bir atasözü var; ayağını yorganına göre uzat. Bunu bazılarımız sadece para harcarken cebindeki var olanı ihtiyaçlarına göre harca, ihtiyacından fazlasına para harcayıp yolda kalma anlamında düşünüyor ama bu oldukça sığ kalıyor bu kadar basit bir atasözünün gölgesi altında.
Oysa bu cümleden; adımlarını sağlam at, işin nereye varacağını bilmeden acele edip yanlış kararlar alma, eldeki imkanları kullanırken savurgan olma makul ol anlamlarını da anlamak gerek. Muhalif olmak için konuşmuyoruz, zaten her kabul etmeyeni, ret edeni, senden farklı bir sözü söyleyeni muhalif diye damgalayıp kenara itmek, söylediklerini küçümsemek hatta deli saçması olarak görmek kolay.
Ancak yapılması gereken kendi taraftarlarının şakşaklarından daha çok sana muhalif olanların çığlıklarını dinlemektir. Zira sizi sevenlerin sözleri genellikle sizi öven temelsiz laflardan ileri gidemez, sizi düşünenler ise genellikle sizi olduğunuzdan daha fazlası yapmaya çalışırlar ancak sizi eleştirenler yanlış söyledikleri her söze karşın size doğru tenkitler yapabilecekleri de göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Bu yüzden özellikle lider olanlar kendini destekleyenlerden güç aldıkları kadar kendini eleştirenlerden de fikir edinmeyi bilmeleri lazım.
Sözde Arap Baharı sonbahara döndü
Bu girizgahın bu serzenişin temelinde yatan problem oldu mu, olacak mı, olmazdı derken gündemimize bomba gibi düşen ülkemizde mülteci vasfı ile bulunan savaştan kaçtıkları söylemiyle sınırlarımızdan ellerini kollarını sallayarak geçen Suriyelilerin vatandaşlığa alınacakları haberleridir. İtiraz etmenin bir anlamı yok aslında, öyle ya da böyle bu işin olacağı belliydi. Libya’da Kaddafi’nin Mısır’da Mübarek’in tez düşmesinin ardından sıra Suriye’ye gelince Esad’ın 6 ay içerisinde düşmesi ve savaşın bitmesi bekleniyordu. Bekleniyordu ama bu öngörünü aslından öngörü olmayı bırakın bir görüş olmaktan bile ne kadar uzak olduğunu sonrasında yaşadığımız olaylarla birlikte bütün ülke olarak gördük. Ya da en azından görmek isteyenler tarafından her şey net bir şekilde görüldü.
Adı Demokrasi oldu!
Suriye Mısır gibi değildi. Mısır’da demokrasi gelecek ayağına Mübarek’i devirmek kolay olmuştu. Aslında devrimi asıl planlayanların niyetleri arasında demokrasi diye bir kaide yoktu. Sadece çevirecekleri dolaplar ve dolduracakları cepler için bir kılıf gerekiyordu; adı “Demokrasi” oldu. Sonrasında o demokrasi birilerin itirazları sonucu askeri bir darbe sonucu kişilerin değiştiği bir diktatöryaya döndü.
Mursi hala hapiste. Libya’ı devirmek kolaydı. Öncelikle Kaddafi diktatör ilan edildi. Sonra düşman ilan edildi. Sebebin Kaddafi’nin alış verişlerinde altını kullanması bunun da avro ve dolar gibi para birimlerini etkilemesi birilerinin işine gelmemesi olduğunu başta Libyalılar olmak üzere çoğu kişi göremedi görse de ses çıkarmadı. Suriye ise sözde Arap baharının son ayağıydı.
Oyunun son ayağı Esad’da takıldı
Ancak Esad’ı devirmek sanılan aksine kolay olmadı hatta mümkün olmadı. Zira Esad’ın arkası sağlamdı. Öncelikle Rusya çıktı Esad’ı sallamaya başladıkça ara sıra dünyanın yeni büyük ekonomisi olmaya aday gösterilen hatta gizliden gizliye de olan Çin aykırı sesler çıkarmaya başladı. Kolay değildi Putin destek olurken Esad’ı yerinden etmek.
Başlarda herkes çok sordu ne olacak, kapıdaki savaştan uzak durabilecek miyiz, yoksa savaşın içine biz de girecek miyiz diye. Sonrasında savaşa doğrudan dahil olmak yerine eğit donat ve gönder tekniği ile katılmaya karar verdik. Bu süreçte de müttefikimiz Amerika’dan hem bilgi hem fikir alış verişine devam ettik. Belki de onların ortaya attığı eğit donat gönder fikrini biz sırtlandık. Rusya Esad’ın arkasındaydı oysa Amerika bölgede Kürtleri destekliyordu. Savaşın onların lehine sonuçlanmasını istiyorlardı.
Bu raddeden sonra olay Esad’dan, Muhaliflerden, PYD’den çıkarak artık Amerika ile Rusya arasında bir nevi satranç oyununa döndü. Son devrin en belirgin soğuk savaşı Suriye’de döndü. Ama biz hala girecek miyiz, girmeyecek miyiz sorularını sorduk. Neler döndü, neler oldu, neler konuşuldu, neler de anlaşıldı bilmiyoruz ama geldiğimiz bugünde şöyle bir sonuç çıkarmak bence çok da yanlış olmaz. Suriye savaşını galibi ya da şimdilik galibi Rusya oldu.
Türkiye’ye yansıyanlar
Bu süreç dolaylı olarak bizi de etkiledi. Özellikle turizme büyük sıkıntıların verilmesine neden oldu. Sonrasında atılan adımlar sayesinde bu sıkıntı artık geride kalmış gözükmekte. Savaş başladıktan hemen sonra kitleler halinde Suriyeli sınırlarımızdan geçerek başta kamplarda kalacakları söylemlerine rağmen ülkenin 81 iline yayıldı.
Parası olan iş kurdu, gücü ve sabrı olan işe girdi. Bunun yanında kötü yollara bulaşanların sayısı ise oldukça fazlaydı. Para için evlenenler, hayat kadınlığına soyunanlar, zorla satılanlar, hırsızlığa, gaspa ve benzeri suça bulaşanların sayısını bir öğrenebilsek perde altında yatan kirin ne boyutlarda olduğunu görmek sanırım hepimiz için üzücü olacaktır.
Zira bu suçların zemini Türkiye’nin ve Suriyelilerin ortak olarak bulunduğu bir zemin. Bize sığınan mültecileri bu tür pis işlerin kucağına bırakmak sonuçta bizim sorumsuzluğumuzun neticesi olarak görülebilir.
Tabi suçun tek sorumluluğu bizde değil. Değinmek istediğim konu şu aslında. İlk tavizi verdiğiniz an aslında kaybetmeye başladığınız an oluyor. Mültecilere karşı en ufak bir art düşüncem bakışım yok. Ama daha en başta sınır geçişlerinde kontrolsüz kayıtsız geçişlerin yapıldığı zaman biz bazı şeyleri kaybetmeye başladık.
Sonrasında kamplarda durması gereken mülteciler kontrolsüz bir şekilde il ve ilçelere dağılırken biz bazı şeyleri kaybettik. Ardından parası olana bazı hususlarda göz yumup iş yeri açma ve işletme hakkı verilirken bunun yanında sigortasız olarak çalışmalarına göz yummaya başladıktan sonra biz bazı şeyleri kaybetmeye başladık.
Gayrı yasal bir şekilde Suriyeli kadınlarla evlenenleri gördüğümüz halde ses çıkarmadığımız zaman bazı şeyleri kaybetmeye başladık.
Artık ne yapabiliriz?
Şimdi itiraz edeceğimiz, etsek bile ısrar edebileceğimiz çok bir şey kalmadı. Zira bazı mültecilerin haricinde çoğu yaşanan hayata yaşadığımız hayata adapte olmuş durumda. Kimileri iş kurdu, kimileri iş buldu, kimileri evlendi, kimileri ev aldı, kimileri yatırım yaptı.
Vatandaş değilken vatandaş gibi davrandılar ve bu duruma ses çıkarılmadı. Misafirler aslında yavaş yavaş ev sahibi oldu zaten. Örneği şöyle verelim evinize gelen misafir en fazla bir ay süresi içerisinden misafirdir, bir ayı geçtikten sonra misafir kendini misafir gibi görmez ev sahibi de misafire artık misafir gibi davranmamaya başlar.
İşte bu raddeden sonra gizli bir savaş başlar. Bu savaş sonucunda ya sürekli iğneleyici laflar eden ev sahibi kazanır ya da yüzsüzleşen, umursamaz olan misafir kazanır. Artık sonumuzu düşünebiliriz.
Ya da düşünmeyin artık ne de olsa yapacağınız hiçbir şey olacakları engellemeyecektir. Tarih bu tür olayların benzerleri ile dolu. Körfez savaşına, Hatay’ın Türkiye’ye dahil oluş süreçlerine dikkatli bir bakış atan herkes demek istediğimi görecektir.