Lesvos (Midilli), Ege Denizi’nin kuzeydoğusunda bulunan, dağlık bir Yunan adası. Yunanistan’ın ana karasından çok Türkiye’nin Ayvalık ile Burhaniye ilçelerine yakın. Nasıl gidilir, ne yenir içilir, nerede kalınır?
Bu bayram çoğu kişinin yaptığı üzere ben de uzun bayram tatilini bir Yunan adası olan Lesvos’ta (Midilli Adası) geçirmeyi tercih ettim. Daha önce Rodos’a gitmişliğim olduğu için yabancılık çekmeyeceğimi biliyordum. booking.com üstünden kalacağım yerin rezervasyonunu yaptırdım ve çok memnun kaldım.
İlk baştan başlayayım, önce hangi bölgede ve ne kadar kalacağınıza karar verip otelinizi ayarlayın, sonra Ayvalık’a kadar arabanızla ya da otobüsle gelip, feribotla adaya geçin. Biz kendi arabamızla gidip, Ayvalık Belediyesi’ne ait park yerine arabayı park ettik, günlüğü 10 TL’ye.
Lesvos’a gidiş
Adaya giden üç feribot şirketi var. Jalem tur en hızlısı 45 dakikada gidiyor ve kişi başı 30 Euro, Turyol 1,5 saatte gidiyor ve kişi başı 25 Euro, bir de Jale tur var ki arabalı geçmek isteyenler için, fiyatı biraz daha pahalı. Biz Turyol’da karar kıldık, internet üzerinden rezervasyonumuzu yaptık ve gidince yaklaşık 5 dakika sıra bekledikten sonra biletimizi aldık. Şirketlerin satış yerleri Gümrük’ün hemen yanında ve karşısında olduğu için hiç vakit kaybetmedik.
X – Ray den geçip pasaport kuyruğuna girdik, yarım saat bekleyişten sonra yerleri numarasız olan feribota bindik. Dışarıda, üst katta keyifli bir yolculuktan sonra gene pasaport kuyruğuna girdik, acele edip, feribottan koşar adım çıktığımız için hiç beklemedik ve hemen geçtik. İnternetten günlüğü 25 Euro’ya araba kiraladığımız şirketi aradık (Antony), arabamızın orada bizi beklediği söylenince çok şaşırdık, gümrüğün önünde araba kapıları açık tertemiz, anahtarı aynada saklı, üstünde küçük bir notla bizi bekliyor. Yepyeni model bir Chevrolet. Önceden araba kiralamadıysanız telaş yapmayın çok firma var adada ve işlerini layıkıyla, profesyonelce yapıyorlar.
Lesvos (Midilli) Adası hakkında kısa bilgiler
1. Araba kiralamalı mıyız?
Evet, muhakkak kiralayın çünkü otobüs seferlerinin saatler arası çok fazla ve otobüsler bizim şehirlerarası otobüs görünümünde olup, kağnı gibi yavaşlar. Üstelik hiç uygun fiyat değil, kişi başı 5 – 8 Euro.
2. Adada kaldığım yerdeki plaj bana yeter, başka plajları görmeli miyim?
Evet, muhakkak başka plajlara gidin, adadaki köyleri ziyaret edin, köy meydanlarında çay, kahve için ya da kavala kurabiyesi alın, sokaklarında kaybolun, plajda pinekleyecekseniz gelmeyin, gidin tatil köyüne.
3. Gittiğim plajlarda şezlong ve şemsiyeye para ödeyecek miyim?
Her gün farklı plajlara gittik ve 7 ayrı plaj gördük sadece Erosos’ta kişi başı 2 Euro şezlong için, 2 Euro da şemsiye için ödeme yaptık. Diğer plajların hiçbirinde para ödemedik. Kaldığınız müddetçe plaja bu imkanları sunanlar, kumsalın hemen arkasında, gölgelikler içinde, ağaç ya da pergolalar arasında yemek ve kafe hizmeti veriyorlar. Siz keyifle denizden çıkıp, şezlongunuza uzandığınızda bir kahve, limonata ya da ne isterseniz önünüze geliyor ve keyifle içebiliyorsunuz. Duşunuzu alıp, ıslak mayolarınızı değiştirebiliyorsunuz.
4. Lesvos pahalı mı?
Pahalı değil, ancak harcadığınız parayı Türk lirasına çevirdiğinizde ödediğiniz her 1 Euro, otomatikman 3,2 TL oluyor. Bunu yapmayın, keyfini çıkarın tatilinizin.
5. Deniz ürünleri taze ve ucuz mu?
Evet ve evet. Mezeler genelde hazır değil, siz siparişi verdikten sonra hazırlanıyor ve İstanbul’da yiyemeyeceğiniz fiyatlarla servis yapılıyor. Mesela kalamar grill 5 Euro, yengeç salatası 5 Euro vb. üç kişi salatamız uzomuz, herkese bir çeşit ana yemek 30 – 40 euro arasında ödedik. Ama tıka basa doyduk. Eğer sipariş ettiğiniz ürün buzluktan çıkarılmışsa üzgün bir ifade ile kısık bir sesle donuk olduğunu söyleyip, isterseniz siparişi iptal edin diyorlar.
6. Lesvos’ta sadece deniz ve kumsal mı var? Ya tarihsel – kültürel bir gezi yapmak istersek?
Lesvos’ta her köy tarihi bir anıt gibi, sanki Unesco bu adaya gelmiş, bu köyleri olduğu gibi koruyun dermişçesine 100 yıllık halleriyle öylesine kalakalmışlar.
Buna rağmen eski ve hırpani, bakımsız ve özensiz değiller. Her evden saksılarda begonyalar, camlarında dantelli perdeler göze çarpıyor. Kapılar rengarenk ve tüm çatılar kırmızı, tüm evler doğal taştan. Sokaklar Arnavut kaldırımı, mis gibi, her yerde ağaç ve duvar süslemeleri müthiş şirin. Üstelik eski kilise ve manastırları da korudukları için gezilecek epeyce yer var.
8. Yabancı dil bilmem gerekiyor mu?
Evet, ama derdini anlatacak kadar yeterli. Çünkü ada sakinlerinin çoğu Türkçe biliyor, ya Türkiye’den göç etmişler ya da gelen Türk turistlerle ahbaplık yaparak öğrenmişler.
9. Otelde mi kalmalıyım?
Hayır, bu adada stüdyo odalardan oluşan kiralama yerleri var. Odaların içinde 2’den fazla kişi kalması halinde bir yatak odası, açık mutfaklı salon ve banyo bulunuyor. Mutfakta her türlü mutfak gereci var. Buzdolabı, fitre kahve makinası, kettle, ocak ve mutfak gereçleri.
10. Odalar temiz mi?
“Odalar iki günde bir temizleniyor.” dediler ama her gün geldiğimizde temiz bulduk. Mutfakta bulaşıkları ellemiyorlar onlar size ait. Banyoda duş jeli, şampuan, havlular, mutfakta kurulama bezi, sivrisinek matına kadar her şey düşünülmüş.
Fiyatlar inişe geçmiş
Suriyeli mültecilerin gelmesinden dolayı çok turist kaybı yaşamışlar. En fazla turist Türkiye’den geliyormuş, Avrupalı turist Suriyelileri görmeye dayanamıyormuş, o yüzden bütün işletmeler fiyatı 2 – 3 yıl öncesine çekmişler.
Adanın tepesinde, bayırında, düzlüğünde, kuzeyinde güneyinde her yerde zeytin ağacı var (13 milyon ağaçtan 50 bin ton zeytinyağı elde ediyorlar). Birkaç otoyolda gölge olsun diye çamlar ve selvi ağaçları da gördük. Her köyde süper marketler var, oradan kahvaltılık alışverişinizi yapıp, odalarınızın verandasında ya da balkonunda kahvaltı yapabilirsiniz. Sokaktan elinde megafonla, pikaptan bağıran zerzevatçılar geçiyor, onlardan, sebze ve meyve alınabilir. Sabahları balık satan pikaplarda geçiyor. Biz almadık ama alışveriş yapan gördük.
Adanın havası kuru, hiç rutubet yok, akşam sırılsıklam astığımız havlular sabah kupkuru oluyor, o yüzden akşamları serin. Hiç üşümedim ama hiç terlemedim de. Klimaya gerek yok, bir kez bile çalıştırmadık.
Biz kalmak için Petra’yı seçtik, Vatera’dan sonra en uzun kumsalmış, mavi bayraklı ve bol tesisli, yiyecekler lezzetli ve taze. Biz öğlenleri kulüp sandviçlerinden yedik, çok lezzetli ve her tesis kendine göre farklı bir tat yakalamış. 4 adet kesilmiş tost ekmeğine içi farklı malzemelerle geliyor. Denizi önce taşlı, sonra kumlu…
Akşamları sahildeki taverna ve kafeleri çok hareketli oluyor, yemek yemek için ‘Kadınlar kooperatifini’ şiddetle tavsiye ederim. “Kantin” adlı kafenin üst katında denize nazır, muhteşem bir günbatımı ile sıcak bir servis ve lezzetli yemekler. Ayrıca sahilde ise “Christos’un Yeri” çok iyi. Babaannesi Türk olduğu için çok iyi Türkçe konuşuyor ve alışkanlıklarımızı iyi biliyor.
İlk gün Petra’daydık, sonuçta sabah o9.00’daki feribota binmek için erkenden yola çıkmıştık ve uykusuzduk. O yüzden kendi kaldığımız alanda bir tesise gidelim istedik. Galiba herkes bizim gibi düşünmüş, tesisin %95’i Türk’tü. Vatanımda gibi hissettim.
Vatera plajı
2. Gün: Vatera plajı en uzun kumsala sahip, kum, çakıl karışık bir plaj, birçok tesis var. Biz Arena’yı seçtik, deniz üzerinde şişme plastikten bir oyun alanı kurduğu için. Oğlum bütün gün üzerinde debelendi ve çok da eğlendi. Üstüne çıkmakta zorlananlar olabilir diye, kıyı ile oyun yeri arasında Zodyak hizmet veriyor. Bizim Türk bir teyze üç saat üstünde zıpladı durdu, başında yemenisi ve üstünde basma elbisesiyle. Yani çocuklar için değil büyükler için de bir eğlence alternatifi.
Kumsalın hemen başında internet sitelerinin çok övdüğü, doğal bir balıkçı korunağındaki balık restoranına (Akrotiri) gittik. Sahibi Türkçe biliyor, karısı ve oğluyla servis yapıyorlar. Yemekleri sipariş edip, 50 metre yukarısında yer alan Dionysus’a adanmış, Tapınak yerini görmeye çıktık. Gün batımı muhteşemdi, tapınaktan geriye pek bir şey kalmamış, kiliseye girip etrafı dolaştık ve restorana geri döndük. Yiyecekler vasatın altındaydı, uzosu midemi rahatsız etti. Memnun kalmayarak ayrıldık oradan.
Ertesi gün Mandamados’a gidip, Paskalyada binlerce ziyaretçinin geldiği Taksiarhis Mihail Manastırı’nı ziyaret etmeye karar verdik. Harita üzerinde yollar birbirine yakın ve kilometre az gibi gözükse de her yere yaklaşık 1 saatte ulaşıyorsunuz. Çünkü doğal yollara asfalt yapıp hiç ağaç kesmemişler, bu yüzden yollar kıvrım kıvrım, bol virajlı.
Ada volkanik bir ada olduğundan her yer tepelik inişli çıkışlı. Manastırın içinde özel bir gün olmamasına rağmen çok ziyaretçi vardı. Manastırın dışında bir savaş uçağının bulunması, içeride de 5 – 6 adet maket savaş uçakları görmek beni çok şaşırttı. O kadar süslü, varaklı, işlemeli, oymalı, tahta, mermer, dantel arasında maket uçaklar…
Manastırın hikayesi hayli ilginç
Korsanlar bölgede ibadet eden 40 rahibe saldırır ve 39’unu öldürürler. Kalan rahip çatıda saklanır ve kurtulur. Ölen rahiplerin kanları ve ünlü toprağıyla şekil verdiği ikonayı yapar. Daha sonra ikonanın etrafına kilise ve manastırı inşa ederler. İkona kilisenin tam ortasında mihrapta yer alır. Her gün yüzlerce ziyaretçi bu ikonayı görmeye gelir. İnanışa göre, ikonayı güzel bulursanız kalbinizin temizliğini, çirkin bulursanız kalbinizin kötülüğünü ortaya koyarmışsınız.
Tsonia
Eski yıllarda seramik yapım atölyelerinin çokça bulunduğu bu şirin kasaba adını aldığı geleneksel manda yoğurdu ile ünlü. Yemeden dönmeyin derim. Sahilinde yer alan küçük bir köy olan Tsonia‘ya muhakkak gidin, en uçtaki bar – kafe hem çok ucuz (kahveler 1.5 euro) hem de şezlongları, duşu, tuvaleti pırıl pırıl.
Denizi pürüzsüz, kıpırtısız, alttan soğuk su, suyun üstünden sıcak su akıntısı var. Bu yüzden müthiş keyifli, yakınlarda kaplıca olduğundan şifalı sularda yüzmek gibisi yok.
Hemen yakınlarındaki Eftalou doğal bir kumsal, kaplıcaların olduğu yerde mavi bayraklı, ancak tesis yok, kumlara uzanmak istemediğimiz için orada kalmıyoruz.
Lesvos (Midilli Adası) – Sikalaminia Köyü
4. Gün: Sikalaminia (Sykaminia) köyüne gidiyoruz. İsmini dut ağacından alan bu köy, gene yamaca kurulmuş taş evlerden geleneksel inşa yapısıyla oluşmuş. Ünü Denizkızı Madonna kitabına ilham verdiği için oluşmuş.
Köyün içinde eski bir kilise yer alır. Esas sahili çok şirin ve görülmeye değerdir. Balıkçıların ve seramik satıcılarının yer aldığı sahilde, dalgalara ve rüzgara meydan okurcasına sapasağlam ve bakımlı bir şekilde yer alan bir kilise en uçta yer alır. Sahildeki masaların çoğunda Türk turistler oturmuş hayranlıkla etrafı seyrediyorlardı.
Lesvos (Midilli Adası) – Petra
Önce sokaklarında dolaşıp her evin farklı olan kapısının fotoğraflarını çekiyorum, ardından dar ve otantik sokaklardan geçerek tek başına yüksek bir kayanın üstüne sanki kuş gibi kondurulmuş kasabanın tek yükseltisinin olduğu manastıra 101 basamak ile çıkıyoruz. Basamaklar yorucu değil, 3 dakikada çıkılıyor, yol üstünde eski Türk konakları var. Bizim Safranbolu evlerine benzeyen, 5 Euro ile gezebilirsiniz. Manastırın çok ilginç bir durumu var.
Şöyle ki kilisenin tam ortasında bir kuyu var, kovayı kuyuya atıyorsunuz ve çektiğinizde içi su dolu geliyor. Gözümle görmesem inanmam ancak tamamı kayadan oluşan ve yerden bu kadar yüksekteki bir kuyunun suyu 550 yıldır nasıl bitmez ve bu su kaynağını nerden alıyor? Aşağıda kasabanın evleri bu kayanın etrafına yerleşmiş, evin bir cephesi kaya şeklinde. Muhakkak gezin burada fotoğraf çektirin, çok güzel manzarası var.
Lesvos (Midilli Adası) – Sigri
Önce Sigri’ye gidiyoruz, Volkanik patlama sonucunda taşlaşmış ağaçların ve bitki örtüsünün olduğu “Fosil Orman”ı görmeye. Bu bölge 15 – 20 milyon yıl önce volkanik patlama sonucunda oluşmuş ve korunmuş. Büyük bir alanı kaplıyor ve müzesi de var. Sergiyi gezin ve müzede bir soluklanın. Çalışanlar ilgili ve açıklayıcı davranıyorlar, doğal alana gitmeye gerek yok. Zaten dönüş yolunda daha dikkatli bir gözle yol boyunca biz de birkaç fosil gördük. Sahilde Osmanlı kalesi var, ayrıca içinde tesisleri olan küçük ama çok güzel bir kumsalı mevcut. İyi ki gelmişiz dedik. Dönüş yolunda kalabalık olduğunu gördüğümüz karşılıklı iki yerel lokantanın olduğu bir yeri tercih ettik. Hepimiz farklı et yemeği söyledik, Etler çok lezzetliydi, Grek salata her yerde zaten şahane, bira ve patates kızartmasıyla 34 euro ödedik.
Lesvos (Midilli Adası) – Erosos
Platon’un çağdaşı ünlü kadın şair Sapho’nun vatanı. Lesbos’un (lezbiyen) bu ismi almasına sebep olan sanatçıdır. Buranın gri pirinç büyüklüğündeki kumsalı meşhur olsa da ben sevemedim burayı. Sıradan bir plajdı.
Tesisi paralıydı, yeme içme yerleri, sahile sıfır, ağaç evler gibi teraslarda yer alıyordu. Şirin ama pahalı bir yer. Bol bol caz bar gördük, ama hiçbirine girmedik. Grill Restaurant’ta yemek yedik. Fena değildi. Akşam Petra’ya 5 dakikalık uzaklıktaki Molivas‘a gittik. Biblo kent bildiğin… Tepesinde Osmanlı kalesi, çevresinde taş evler, kademeli sokaklar, yokuşta yer alan kafe ve restoranla, sahilinde kumsal vb. bundan daha iyi ne olabilir. Denizi güzel, plajı kalabalık, kafeleri dolu, dükkanlar cıvıl cıvıl, açık hava sineması, caz Bar’ları ile şenlikli bir havası var bu kasabanın. Akşam ışıklarla bir başka güzel oluyor benden söylemesi.
Son gün feribotun kalkmasından saatler önce Mytilene‘ye varıyoruz. Liman ve çevresinde çok sayıda Suriyeli Mültecileri dilenirken görüyoruz. Kalesi var ama yıkık dökük arabayla bir tur atıp, kumsalına gidiyoruz. Geniş bir kumsalı var, kalabalık ve tesis mevcut. Ancak ben bu kadar limana yakın yerde denize girmeyi sevmiyorum. Ne kadar deniz temiz gözükse de 100 metre ilerde üç tane feribot motorlarını çalıştırmış yolcularını bekliyor. Limanda her yerden görülen oldukça büyük mitolojik kahraman Artemis’in heykeli var. Arabayı bulduğumuz gibi bırakıyoruz, kimse almaya gelmiyor. Benzinini aldığımız haldeki gibi 3/4 depo dolu dolduruyoruz ve kapıları açık bırakıyoruz.
Lesvos’tan dönüşte pasaport kuyruğu: Türkler geç kalıyor!
İçerde pasaport kuyruğu var, 10 dakikada geçiyoruz, kalabalığı görünce, wc’nin orada olacağını düşünüp, limandaki kalabalığa doğru yürüyorum, bizim Türkler deliler gibi Duty Free’den alışveriş ediyorlar. (Ufak bilgi; Efe rakısı yeşil olan 30,5 Euro’ydu) Alışveriş yapmadan Feribota biniyoruz ve feribotun kalkış saati gelmesine karşın, elinde Duty Free torbalarıyla koşan Türkleri 6 dakika bekliyoruz. 1.5 saat sonra Ayvalık’tayız.
Şimdi size küçük birkaç tüyo; kafelere ve sahildeki tesislere girdiğiniz anda, elinde tepsi ile 3 buzlu büyük bardak suyunuz hemen geliyor. Ayrıca yemekten sonra gittiğimiz tüm restoranlarda tatlı servisi sipariş etmememize karşın geldi. Ücretsiz ve herkese birer tane şeklinde. Revani, baklava, jöle, helva yediğimiz tatlılardan bazıları… Bizim tatlılarımız kadar lezzetli değil, ama yemeğin üzerine bedava olunca iyi gidiyor.
Adadan ayrılırken, Barbayanni marka mavi Uzo (sonuçta Uzo’nun esas vatanı) ve Mavamarana marka beyaz şarap, badem ezmesi, kavala kurabiyesi, beyaz peynir almanızı salık veririm. Kalloni’de yer alan iki büyük süpermarkette bu dediklerimin hepsi var ve Duty Free’den ucuz.
Bu geziden izlenimleri bu kadar, eminim ki okuyanlara çok yardımı olacaktır. Beni sorarsanız, benim bir ayağım bu adada, bundan sonra…