Osmanlı’da bayram günlerinin ne zaman yapılacağının belirlenmesi İstanbul kadısının yapmış olduğu hesaplamalar sonunda karar verilirdi. Ramazan bayramı üç gün sürerdi ve bu bayrama “Iyd-i Said-i Fıtr” adı verilirdi.
Bayram geldi hoş geldi
Evlere neşe geldi
Kalkın gidin kapıya
Dostlar bayramlaşmaya geldi
Şekerleri doldur tasa
Koy içine basa basa
Bugün bayram geliyor
Ne gam kalır ne tasa…
Şeker tadında bir dini bayram
Efendim manilerden de anlaşıldığı üzere şeker tadında bir dini bayramımız kapımızı çaldı. Mübarek Ramazan ayının bitişi ile birlikte dargınların barıştığı, gurbette olanların sevenlerine kavuştuğu, hastalarımızın ve kabirlerin ziyaret edildiği, unutmuş olduğumuz gelenek ve göreneklerimize ait güzel olan neyimiz varsa bize hatırlatıldığı, umudumuz o ki gülümsemelerimize de vesiledir Ramazan bayramımız.
Günümüzde yaşadığımız bayramlarımızı ziyadesiyle daha iyi yaşayabilme adına geçmişten günümüze bayramlarımızı nasıl ve ne şekilde yaşadığımıza bir değinelim isterim. Başlangıcı 634 yılındaki “Hicret” olayından sonra bizde de İslamiyet’i kabulümüz ile gelenekselleşen dini bayramlarımız bakın nasıl yaşanırdı?
Osmanlı’da bayram kutlamaları
Osmanlı’da bayram günlerinin ne zaman yapılacağının belirlenmesi İstanbul kadısının yapmış olduğu hesaplamalar sonunda karar verilirdi. Ramazan bayramı üç gün sürerdi ve bu bayrama “Iyd-i Said-i Fıtr” adı verilirdi.
Osmanlı’da bayram, “Musalla” adı verilen açık alanlarda namazın eda edilmesinden sonra başlardı. Küçükler büyüklerin ellerinden öper, büyükler de küçükleri öper onlara çeşitli hediyeler verirdi. Kapıya bayramlaşmaya gelen bekçi, çöpçü, tulumbacı, davulcu gibi hizmetlilere bayram bahşişi verilirdi. Memurlar amirlerinin evlerine bayram ziyaretlerine giderlerdi. Bu ziyaretler masraflı olduğu gerekçesi ile 1845’te bir kararname ile kaldırılmış, memurların amirlerinin evlerine gitmemeleri, çalıştığı yerde bayramlaşmaları şeklinde değiştirilmiş. Askerlere şeker, kuzu, helva ve salata verilirdi. Cezasının üçte ikisini yatmış hapishane mahkumları affedilirdi. Ayrıca bayram tebriğini yalnızca Müslümanlar yapmazdı. Tüm patrik ve kilise mensupları padişaha tebrik gönderirlerdi.
Osmanlı’da Fatih Sultan Mehmet döneminde sarayda yapılan bayramlaşmalara kanuni bir biçim verilmiş, belli usuller getirilmiş. Padişah bayram sabahı namazını “Hırka-i Saadet” dairesinde kılardı.
Hırka-i Saadet kapısı önüne bir kafes konulur, içeriye de taht kurulurdu. Padişah oturduktan sonra orada bulunan imam ve hatipler birer “aşrı şerif” okurlardı. Hazinedar başı bunlara caizi ve hediyelerini verir hemen arkasından Mehter Marşı çalmaya başlardı. Duacı çavuşlar ise hep bir ağızdan dua etmeye başlarlardı.
Osmanlı’da bayram merasimi
Padişahın bayramını tebrik edecek isimlerin listesi önceden belirlenirdi ve tebrik edenlerin hepsine mutlaka cevap yazılıp iletilirdi. Devletin ileri gelenleri padişahın bayramını tebrik ettikten sonra teşrifatçı efendi merasimin sona erdiğini padişaha arz ederdi. Bundan sonra padişah bayram namazına gitmek için hazırlanmak üzere has odaya geçerdi. Bayram namazı için başta Ayasofya olmak üzere Sultan Ahmet ya da Süleymaniye’ye giderdi. Bayram alayından sonra padişah, Has Oda önüne kurulan tahtına oturur ve saray nedimleri, müsabbihleri birbirinden güzel nüktelerle padişahı eğlendirirlerdi. Bu sırada altın ve gümüş tabaklarla helvalar getirilir vezirlere, şeyhülislama dağıtılırdı. Daha sonra topluca yemek yenilirdi.
Osmanlı’da bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenlettirirlerdi. Bunlardan birisi de 25-28 Nisan 1866 tarihinde Sultan Abdülaziz’in düzenlettiği şenlik. Orta oyuncular çeşitli hayalbazlar ve meddahlar çeşitli semtlerde halkı eğlendirirlerdi. Bu şenliklerde güreşçiler önemli yer tutardı.
Abdülhamit döneminde 20.yüzyılın başlarında bayramlar daha sade biçimde kutlanmakla birlikte aynı usuller devam etmiştir. Bayram, arife günündeki top atışları ile başlar ve bayramın son gününün ikindisinde atılan top ile son bulurdu.
Bayramlaşma usulleri
Büyükler ve çocuklar sabah erkenden bayramlık elbiselerini giyerler ve yakınlarında bulunan bir camiye bayram namazını kılmaya giderlerdi. Namazdan sonra camide yapılan bayramlaşmayı eve dönünce aile fertleriyle yapılan bayramlaşma takip ederdi. Büyükler birbirlerine hediyeler verir küçüklere de şeker, lokum ve bayram harçlığı verilirdi. Mahallenin bekçisi de davulcusu ile gelir bahşişini alırdı. Bahşişler toplanırken davulcu:
“Buna bayram ayı derler
Bal ile şekerden yerler
Eskiden adet olmuş
Bekçiye bahşiş verirler”… gibi çeşitli maniler söylerdi.
Kısaca geçmişte yaşadığımız bayramlar böyleydi…
Çocuklukta güzeldir elbette bayram… Özellikle Anadolu’da yaşayan çocukların ellerinde poşetlerle sokak sokak şeker ve harçlık toplama adına tüm köyün altını üstüne getirdiği bir bayramdır Ramazan Bayramı…
Geceden yeni alınmış bayramlıkların sevinci ile sabahı edemediğimiz, sabah uyanınca da hemen telaşla giyinip büyüklerimizin elini teker teker öptüğümüz ve karşılığında aldığımız bahşişlerin adıdır elbette bayram… Bayramlarımız toplum olarak dayanışmalarımızın ve milli şuuru en hat safhada hissedebilişimizin, birlik ve beraberliği en güzel haliyle yaşayabilişimizin adıdır elbet.
Bugün Türk toplumu olarak belki eskisi kadar tam anlamıyla gelenek ve göreneklerimizi gerçekleştiremiyor olsak da bizler yeni nesillere aktarabileceğimiz değerlerimiz adına yine de “Bugün iyi ki bayram!” dediğimiz sabahlara uyanabilmek umudunu taşıyoruz hala içimizde…
Belki de en buruk günlerimizi yaşıyoruz, belki yüreğimizde hala acılarımız kavuruyor bizleri fakat yaşam hem acıları hem mutluluklarıyla yakamızda asılı dururken gelin elimizde kalanlarımızla bu bayram da ellerimiz birleşsin, gelin birlik olalım, dünya denen şu arenadan yüreğimiz ferah bir bayram sabahı yaşar gibi ayrılalım. Bir çocuğun gözlerindeki pırıltı, cebindeki bozuk para tıkırtısında bugün dargınsak barışalım, el öpelim çokça dua alalım. Atalarımızın bizlere emanet ettiği değerlerimize elimizden geldiğince sahip çıkalım.