Öyle ilginç bir öyküdür ki insan olmak… Hep aynı noktada kalırız, adım atmaya korkarız. Tüm bunlar kulağa tuhaf geliyor ama değişime ayak direyen bir canlı olduğumuzu unutmayalım. Nedense hep dönülmez denilen yerden dönmeye çalıştığımızı ve yapma dedikleri şeyleri yaptığımızı da hatırlayalım. Ne deniliyorsa onun tam tersi davranmıyor muyuz?
Neden böyleyiz biliyor musunuz? Sanırım tüm bunlar insanın kendisiyle barışık olmamasından kaynaklanıyor.
Nasıl olsun ki?
İçinde kavga ettiği bir ikinci kişi vardır insanın. Kavgayla büyür, kavgadan beslenir bu ikinci kişi. O yüzdendir ki dünyada öldürmek ve savaşmak hiç bitmemiştir. Çünkü insan daha kendi içindeki ikinci kişiyi alt etmeyi becerememiştir.
Evet, nefsine üstün gelen insanlar var. Lakin sayıları çok az.
Bu insanların sayıları o kadar az ki mesela savaşları durduracak kadar çok değiller ya da ne bileyim açlıktan ve kötü koşullardan ölen milyonlarca çocuğa sahip çıkacak kadar çok değiller. Çok azlar. Sanırım “bilgi”nin önemi burada karşımıza çıkıyor. Bilen insan, bilgiye ve bilime kendini adamış olan insan nefsiyle mücadelede başarılı olabiliyor. Çünkü nefsin en büyük düşmanı bilgidir. İnsan bildiği müddetçe özgürdür. Ve biraz da bu yüzden labirent gibi bir yoldur insan olmaya giden güzergah…
***
Adem ile soy olup, onun kelimelerine yeni yeni manalar ekleyerek bugünlere geldik. Havva’nın dahil olduğu o meşhur hikayenin adı örneğin “elma hüznü” olsun. Bu hikayenin ne anlattığını hepimiz biliyoruz. Bu hikaye bize insan olmayı anlattı. Ayrıca adem ile Havva hikayesi dilimize; kıskançlık, pişman olmak, yalnızlık gibi birçok kavram kazandırdı.
Bu hikayeden ders çıkaramadığı için ve hikayede dikkat edilmesi, uzak durulması hatta koşar adım kaçılması gereken kavramlara ve duygulara balıklama atladığı için ferasetsiz bir yolculuktur insan olmak…
Kimseye bir şey ima edecek değilim. Ateşin sihirli sopası her birimize elbet bir kere değeceği için tövbe duası sürekli aynı harfler etrafında okunacak ve göze misafir edilen yaşlar, apar topar gönüle uğurlanacaktır. O zaman, ortada ne ima ne de ihmal kalır. Galiba azıcık merak katık edilmeli, aynalara selam sunulan suretimize…
Kısacası insan olma yolculuğu dönüp dolaşıp başladığın yere geri döndüğün an biter. Fakat asıl olan bu yolculukta yaşadıklarındır.
***
Toprağın, fidana hasreti hiç biter mi?
Yağmur çölde bir dirhem dinginlik oluşturacağı için günlerce ve aylarca aynı yerde ve aynı açık havada pusuya çöküyorsa bulutlar, emin olun Adem’in elma öğüdü de birçoklarımız için aynı huzuru verecektir. O yüzden aslında böyle bilindik bir hikayenin tamamını anlayabilmektir insan olmak…
Çağlar bitip fetihler tamamlandı. Lakin son mücadele için kum saatindeki kumların bitmesi gerekiyordu. Kum taneleri bitmeden, zaman tükenmeden, hayat anlamını yitirmeden yani insan olma yolculuğu halen sürerken insan için tek gerçek vardır; insan bu süreçte kendisine bahşedilen “insan”lığa layık olup olmadığını anlamaya çalışır. Bunu ise ancak nefsiyle olan mücadelesinde üstün gelirse başarabilir.
***
Her şey bir yana insan olmak basit bir trajedidir. İnsan nedense dramdan uzak durmak ister ama başaramaz.
Komediye ise bir kahkaha mesafesinde durur ama mutlu olmayı da başaramaz. Aslında insanın özünde seyredilme arzusu vardır. Seyirci bulmak, insan olma yolculuğunda büyük önem taşır. Bu yüzden saklanma gereği duymaz. İfşayı sever insanın içindeki ikinci kişi… Bu nedenle kalabalık olmayan bir sokakta saklambaç oynayan iki çocuktur insan… İçimizdeki ikinci kişiye inat saklanırız. İfşa olmayı bekleriz. Severiz bunu… Bir an gelecek ve sobeleneceğiz fakat yine de severiz nefsimizle birlikte bu oyunu oynamayı…
Açıkçası insan olma yolculuğunda kaçıp saklanmak için çok vaktimiz yoktur. En fazla 1’den 20’ye kadar sayarlar. Sonra gözlerini açar ve nereye saklandığımızı bulmaya çalışırlar. Oyunu kimi zaman nefsimizle kimi zaman hayatla oynarız. Ama mutlaka hayatımızın belli dönemlerinde saklambaç oynarız. Dedim ya bir yanımız çok seviyor yakalanmayı, ifşa edilmeyi…
Sorunları, sofra örtüsünden ekmek kırıntısı toplar gibi aceleyle çözmeye çalışmak da hep bu kaçarak saklanarak oynadığımız oyunlardan kaynaklanıyor. Yoksa elbet dünya bir gün bitecek ve hepimiz bunun zaten farkındayız.
***
Bu son demde, çaylak bir rehberin, elindeki haritayı göz ardı edip tüm kafileyi yanlış yönde yorması gibi doğumdan ölüme binlerce kalıba sığan, tutsak veya özgür hiç fark etmeden her türlü şekle kolayca girebilen kelimeler misali yılgın bir köleye dönüşür insan…
Çünkü insan birkaç kelimeye hapsolmuştur
Tutsaktır. Özgürlüğe ulaşırken köleliğe muhtaç olmuştur. İnsanın bu haline parmaklıkların öteki tarafında dikilip gülümsemek ne acı bir zulümdür. Nefsimiz bunu yapar. Bize uzaktan bakıp gülmeyi bilir.
Alay konusu olmak… Evet, bu azap epeydir vardı. Geriye kalan, yukarıda anlatılanlara dayanak oluşturmaktı.
İnsan olma hikayesi; özgürlüğe yürüyen, nefsini terbiye etmişleri örnek almak için uyduruldu. Onca kelam ettik ama aslında söylemek istediğimiz gelen ilk emri duyurmaktı.
“Oku!”
Çünkü kitapların olmadığı, harflerin ve sözcüklerin önemsenmediği, yazılanların okunmadığı coğrafyalarda kan var, gözyaşı var, ölüm var…