Anadolu’dan hoşgörüye bir selam duası

Anadolu tüm renkleriyle farklılıkları kucaklamış bir medeniyet…  Ancak bugün, birbirimize kırılıyor, farklı olanı yok sayıyoruz. Vakit artık birbirini uyandırma vakti, ayrıştırma değil!

Anadolu tüm renkleriyle farklılıkları kucaklamış bir medeniyet… Ancak bugün, birbirimize kırılıyor, farklı olanı yok sayıyoruz. Vakit artık birbirini uyandırma vakti, ayrıştırma değil!

Anadolu’dan, Antakya’dan hoşgörüye bir selam duası

Geçenlerde çok sevdiğim Antakyalı bir arkadaşımın evine bir haftalığına kalmaya gittiğimde resmen Antakya’ya doyamadan döndüm diyebilirim. Şehrin insanları ayrı tarihi, kültürü ayrı yemekleri ayrı güzeldi. Ama özellikle dikkatimi çeken en büyük detay Katolik kilisesi ile cami minaresinin birbirine olan yakınlığı oldu. Ne kadar da yakın atıyordu kalpleri…

Cami’den gelen ezan sesiyle kiliseden gelen çan sesi aynı anda birbirine karışıyor, çevrede inanılmaz bir medeniyet mozaiği yaratarak evrene dalga dalga seslerini duyuruyorlardı. Bak bu topraklar senelerce hoşgörü içinde yaşadı der gibiydiler. İşte dedim bir zamanlar bu topraklarda nasıl bir medeniyetin yaşadığının en büyük ve bugün en uzak kanıtı… Biz böyle hoşgörünün yaşadığı toprakların evladı olduk…


Birbirimize kırılıyor, farklı olanı yok sayıyoruz

Bugün ise un ufak şeylerden birbirimize kırılıyoruz, farklı olanı yok sayıyoruz… Tek renk, tek millet, tek kültür düşününce ne kadar sıkıcı olurdu… Farklı renklere ihtiyacımız var. Anadolu tüm renkleriyle farklılıkları kucaklamış bir medeniyet… Bu yüzden bugün bu kadar hala kıymetli…Kıymeti tüm renkleri hoş görüp sahip çıkmasından… İnsana, insan olduğu için kıymet vermesinden…

Her milletin bu topraklarda bu yüzden kendini her zaman ailesinde gibi hissetmesinden… Çünkü Türk insanı herkesi kucaklar. Yardımseverdir, merhametlidir, sıcaktır, komşuluk bilir ama ne yazık ki her millet gibi biz de biraz zamana yenik düştük ve bu güzel hasletlerimizi törpüledik, asimile olduk.

Batı hayranlığımız başımıza iş açtı

Kendimize, onların çalışkanlığını, bilime dayanan akılcılığını, dakikliğini, yaşamlarını programlamalarındaki ustalığı almak yerine başka şeylerini aldık. Bu donelere de sahip olmayınca, nerede durduğunu bilmeyen, neyi savunduğunu bile anlamayan, muhakeme gücü zayıflamış,  dış güçlerin de işine gelen bu pozisyonla yönlendirilmeye açık bir toplum olduk. Onların da tam istediği buydu, istedikleri gibi bize müdahale edebilmek…


Siyaset konuşmak, havaya boşa mermi sıkmak gibi… Beyinleri kültür-sanat ile değiştirmek,  enerjimizi daha yapıcı, dönüştüren bir gerçekliğe saklamak gibi geliyor. Siyaseti sabaha kadar konuşsak ne fayda! Önce kafaların aydınlanması gerekiyor. Okumayan bir toplumuz, bu yüzden vitamin gibi bilginin en öz ve anlaşılır hali çoğu zaman yine sanatla aktarılabiliyor. Bu anlamda siyasetten daha çok sanata iş düşüyor.

Vakit artık birbirini uyandırma vakti, ayrıştırma değil!

Bir de o kadar kültür sanatın içinde, iyi bir sanatsever olup elitist takılan kesime de karşıyım. Vakit artık birbirini uyandırma vakti, ayrıştırma değil. Bu topraklar hepimizin ve bir şey olursa yine hepimize birden olacak. O zaman ayrıştırabilecek misin? Şöyle örnek verelim yaşamın içinden… Bir depremde bile kim kime sen siyahsın ben beyaz, işte sen şusun ben buyum diyebiliyor. O saniye herkes eşitleniyor.

Irk, cins, cinsiyet, fakir, zengin demeden kol kanat geriyor deprem anında herkes birbirine. Şuan ki yaşadığımız durumun bu örnekten ne farkı var? Farz edelim ki şuanda bir depremden geçiyoruz. Herkesin birbirine farklılık göz etmeden yardım etme, kendinden başkasına hizmet etme zamanı. Bazen kurduğun bir cümle bile bir hayat kurtarır ve dünya üzerinde yaşayan hiç kimse bizden ayrı değil. Herkes ve her şey yaşamımızda tekamülümüz için sebepli giren bir oyuncuysa ve ben bunu göremiyor, sevgi yerine ayrılıklar büyütüyorsam yanlış yoldayım demektir. Yol bu değil… Renklere takılmadan, farklılıklar gözetmeden bütünü görmek yol…

Yol, sabahın ilk ışıklarıyla güneşe uyanmak, doğaya çalınmış her fırça darbesiyle biraz daha insan olmaktır…


**

Bayram tatili mi yoksa yozlaşma mı?

Birilerinin çöpü birilerinin hazinesidir


Gizem Serra Sözen
2006 yılında tanıştığım Mevlana’nın Mesnevisi ile manevi yolculuğum başladı diyebilirim. Manevi değerleri her zaman maddi değerlerin önünde tutan bir anne ve babayla büyüdüğüm için maneviyata yakın bir genç olarak büyüdüm, bu yüzden kendimi hep şanslı gördüm. Çünkü hayattaki en yakın iki rol modelim hal ehli insanlardı. Şimdi cüz-i irademle öğrendiklerimin üstüne her gün bir yenisini daha ekleyerek burada sizlerle paylaşmayı diliyorum… Söz uçar, yazı kalır… Biz en iyisi her ay yazılarda buluşalım…