Biri geldi, kaleme can oldu ve onunla ilk harfi yazdı. Yetmedi. Peşi sıra diğer harfler eklendi o ilk harfe, sonra harflerin bütünlüğünden bir “ikra” çıktı…
Sûfi bir gürültü sardı kâinatı art arda “ikra” dedi elçilerin elçisi olan melek.
Bilmemeyi, inkârı, bahaneyi duymuyor ve kabul etmiyordu. Tekrar etmekten usanmadan, kendisine öğretileni dillendiriyordu lirik bir uğultuyla. Cebrail (a.s) “ikra” dedikçe sanki yer yerinden oynuyor ve fakat kimse bu manevi zelzeleyi hissetmiyordu. Çünkü her şeyin bir vakti, bereketi vardı. Daha az sarsıcı bir uyanış para ve cehaleti putlaştıran ahaliye ninni gibi geleceğinden horul horul uyuyan yobazları daha fazla umursamak niye?
Uyanacaklar elbet amma belki de henüz onları uyandıracak bir güneş doğmamıştır. Gökyüzü omzuna attığı zifiri renkten, öyle memnundu ki… Güneşe pabuç bırakmıyordu. Gece sanki dünyanın iki yarısına da yetecekmiş gibi kibirle yayıyordu karanlığı. Ta ki “ikra” sarana dek göğün yedi katını.
Harfler haddini bildi ve kelimeye selam durdu. Labirentte bin bir yol varsa bile her giriş ayrı bir bekçi tarafından tutuluyordu. Her bekçinin ayrı bir haritası vardı. Ne acı ki hiçbiri çıkışı göstermiyordu.
Ama “ikra” öyle mi, daha ilk dakikada yıktı sokakları çıkmaz eden duvarları. Çünkü “İkra” itaatkâr bir şehzadeydi. Kimsecikleri umursamasa da olurdu. Ancak o birlik olmayı seçti. Yarım yamalak kalmaktansa; “bismirabbikellezi halak” olurum dedi. İlk ayet, insanlığa ilmek ilmek işlerken, kutsal kitabın yegâneliği de kanıtlandı.
Şimdi bize düşen vazifeşinas yanımızı ispatlamak… İhmal ettiğimiz ayetleri hem kâğıtta hem de insanda okumak. Kıyametin küçüğü her an ensemizdeyken aslında bize düşen an be an; Allah’ı anmak…
♦
Harfler her ne sebeple bir araya gelmiş olurlarsa olsunlar, insan isterse var gücüyle dirensin lakin bir şey yazılmışsa okunur.
Âdem’e öğretilen tüm her şey zamanı geldiğinde okunacaktır. Hepimizin unuttuğu bu detayı hatırlayınca insan kendi kendine “bundan büyük kanıt var mı?” diye sormadan edemiyor.
İsterseniz bir oyun oynayalım. Örneğin; ışıktan, sesten, tepkiden mahrum kaldığınızı düşünün… Tüm duygularınızın iflas ettiğini, algılarınızın kapandığını düşünün. Hissetmemeyi düşünün. Düşünememeyi düşünün.
Odaklanmamak kadar lanet bir bela yok. Hele modern insan için odaklanmamak ve etkileşimde bulunamamak içinden çıkılmaz bir beladır.
♦
Modern insanın aşmak zorunda olduğu labirentler vardır.
Evet, doğru duydunuz veya doğru okudunuz, her neyse, labirentlerle uğraşıyoruz ve bunların sayısı oldukça fazla…
Lakin bu labirentler dışarıda değildir, bilakis insanın içerisindedir. Modern insan “ikra”nın yani ilk emrin serüvenini unuttuğu için şu an kendini boşlukta hissediyor. Dolayısıyla hiçbir labirenti aşacak idrake sahip değiliz. Oysa dünya, modern insana tüm kolaylıkları sunuyor. İnsan hiçbir çağda bu kadar rahat olmamıştı. Şu an bu denli rahat ve bolluk içerisindeysek bizden öncekilerin “ikra”ya verdiği değer nedeniyledir.
Peki modern insan kendini nasıl affettirir?
Geçmişi hatırlayarak.
Çünkü geçmişe değer vermeyen insan kendini nasıl affettireceğini de bilemez.
Geçmişe saygı duyan ve geçmişi hatırlayan insanın ruhu ve zihni berraktır. Ders çıkarmayı bilir.
Fakat en önemlisi de geçmişi hatırlayan insan “ikra”nın farkında olur. Hayatını tasarlarken okumayı, kitapları, bilgiyi odağına alır.
Senden geriye ne kalır? Ölümsüzlük denilen
Cemalnur Sargut ile Tasavvuf Üzerine
İnsanın Kendini Tanıması ve Tasavvuf
Metamorfoz: Tasavvufta Don Değiştirme
Cemalnur Sargut: Her Şeyin Allah Olduğunu Görmek