HDP’lilerin Cumhurbaşkanını protesto etme gerekçelerine bakacak olursak laikliğin giderek askıya alındığı toplumsal bir yapıdan halkların olumsuz etkilendiği ve feodal aşiret düzeninin kökünün kazınmasına engel olunamayacağı gerekçesi midir bu protestonun nedeni?
Bir kaç gün önce gerçekleşen bu yılın yasama yılı açılış töreninde, HDP’liler Cumhurbaşkanının genel kurula girişinde ayağa kalkmayarak bir protesto eylemi gerçekleştirdiler.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; Protesto özellikle gelişmiş burjuva demokrasilerinde olağan karşılanması gereken bir durumdur. Ancak zaten gerçekten gelişmiş demokrasilerde ayağa kalkma davranışı bir ritüel olarak pek olmadığı için bu ülkelerde ayağa kalkmayarak protesto edilecek bir konu ya da sorun da söz konusu olmamaktadır. Dahası pek çok ülkede cumhurbaşkanlığı makamının yürütmenin fiilen başında olmaması nedeniyle böyle bir davranışın koşulları da gereği de söz konusu değildir.
Her neyse. Asıl konumuza dönersek;
HDP’lilerin Cumhurbaşkanını protesto etme gerekçelerinin neler olabileceği konusunda tahminlerimizi kategorik olarak sınıfsal bir bakış açısıyla sınırlayarak asıl eleştirel bakışımızı gerekçelendirmeye çalışalım.
Örneğin HDP’lilerin protestosunda, bir ülkede protesto edilecek konular açısından belki de en önde olması gereken sınıfsal bir karşı duruşun izleri var mıdır?
Yani HDP’liler ülkedeki sermaye ve emek çelişki ve çatışmasındaki vahşi ve ilkel kapitalizmin yarattığı yok edici sömürü düzenini ve işçi ölümlerine varan kıyımı mı protesto etmişlerdir?
Ya da giderek artan ve uçurum halini almış bulunan gelir dağılımı eşitsizliği midir HDP’lileri böyle davranmaya iten şey?
Yoksa eğitim sisteminde giderek artan gerici ve piyasacı yapılanma mı?
Okulların tarumar edilmesi, öğretmenlerin durumu ve çocukların bilimsel eğitimden yoksun oluşları mıdır?
Ya da HDP’liler son dönemde öğretmen alımlarında uygulanan mülakat yöntemini ve mülakatta sorulan “reis denince kimi anlıyorsunuz” tarzındaki akıl tutulması yaratan soruları mı protesto etmişlerdir?
Kentlerin, dağların, tepelerin akarsularının talan edilmesi ve özelleştirilmesi midir? Keza yap-işlet- devret modeliyle gerçekleştirilen ama devletin, diğer söylemle halkın yeni borç ödeme yükümlülüğüne sokulmasına neden olan köprüleri midir?
Yoksa ülkenin kurtuluş ve kuruluş değerlerinden birisi olan ve son günlerde aşağılayıcı, yalan / yanlış Lozan söylemlerini mi protesto etmişlerdir?
Veyahut laikliğin giderek askıya alındığı toplumsal bir yapıdan halkların olumsuz etkilendiği ve feodal aşiret düzeninin kökünün kazınmasına engel olunamayacağı gerekçesi midir bu protestonun nedeni?
Elbette hiç birisi değildir. Keşke öyle olsaydı. Çünkü sıralanan bu ve benzeri sorunlar ve olumsuzluklar ve olası protesto gerekçeleri çok uzun zamandan beri vardır Ama bir zamanlar bu protestolar yoktu. Demek ki protesto nedeni Türkiye halkının yoksulluğu, sömürü düzeni, yoksulluk, gericileştirme ve piyasalaştırma ile ilgili değildir.
Yani yakın geçmişteki çözüm süreci ve benzeri ilişkiler sürecinde yukarıda sıralanan her türlü protesto etme gerekçeleri söz konusuyken HDP için bunların hiç birisi “var olma gerekçesi” ya da yaşamsal derecede önemli olmadı.
Bu durumda HDP nasıl olur da bir Türkiye partisi olarak değerlendirilebilir? Ya da HDP nasıl olur da sol ya da sosyalist eğilimli bir parti olarak konumlandırılabilir?
Bu elbette mümkün değildir. Mücadelesini sınıf perspektifi ile analiz etmeyen, çözümlerini emekçi sınıflar açısından belirlemeyen bir program ve parti sol veya sosyalist olamaz.
HDP‘nin programında yer alan söylemleri onu esas sorunun teşhisi ve çözüme ilişkin sol veya sosyalist kılmaz. Ancak diğerlerine göre onu bir adım ileriye taşıyabilir o kadar. Öte yandan etnik kimlik temelli sorun tespiti ve çözüm önerileri de onu faşizan bir parti yapmaz ancak ayrılıkçı bir parti yapar. Her ayrılıkçı parti faşist bir parti değildir. Ama olabilir mi? Tarih olabileceğini ya da sağcılaşabileceğini göstermiştir.
Türk ya da Kürt ya da başka etnik temelli ayrılıkçı formasyona sahip partilerin toplumun bütününe yönelik yararlı işler ortaya koymaları varlık nedenleri açısından kısıtlıdır.
Bu tür partiler ulusal sorunun çözümüne eşitlikçi bir toplum düzeninden hareketle sınıf mücadelesi ekseninde bakamadıkları / bakmadıkları sürece ayrılıkçı partilerdir. Kabaca söylemek gerekirse ayrılıkçı partilerde bir halkın iyiliğinin diğer halkın kötülüğü oranında mümkündür. Oysa kötülüğün müsebbibi sömürü düzeni, yani ilkel, vahşi ya da sözde uygar kapitalizmdir.
Çözümü bölünme /ayrılma ve bu yola doğru giden özerklik ya da yerellik yapılanmaları ile formüle eden partiler ve görüşler, sömürüsüz ve eşit bir yaşam biçimi oluşturmayı sağlayamazlar, tarihsel olarak da sağlayamamışlardır. Bölünmeden sonra var olma nedenleri bitmiş yeni ve küçük bir sömürü dünyası nedeniyle yerlerini etnik temelli burjuva, liberal, sol vb. partiler almıştır.
Bu durumda bölünme ve ayrışma neden ve niçin gereklidir? Sorusu ister istemez en hayati soru olmaktadır.
Bölünmeyi istemek, bölünerek daha iyi bir toplumsal yapı kurabileceğini iddia etmek kolaydır. Hatta bunu bir varlık nedeni olarak görmek, hem ezilen halklar meselesi nedeniyle siyasi romantizm açısından daha çekicidir. Hem de taraftar bulma ve belli düzeyde kendini gerçekleştirme daha kolaydır.
Oysa zor olan ve asıl yapılması gereken iş ise; Halkların değerlerini ve varlıklarını özgürce yaşayabilecekleri eşitlikçi bir ülke kurabilmektir. Laiklik ve sınıfsal eşitlik temelinde gerçekleştirilecek bir mücadele hem kendi halkına hem de diğer halklara en büyük iyiliği yapmış olacaktır. Çünkü etnik temelli bölünme sınıfsal eşitliği sağlamaz. Ama sınıfsal eşitlik etnik ayrımcılığı yok eder.