İçsel monologların karanlıkla dansı

İçsel monologlar… İçkin bir var oluş duygusundan yoksun; öz tercihleri parçalanmış grift bir yaşam güdüsünün mutasyon ilişkilerinde güçlünün evrim basamaklarında sayıklıyoruz geçmişi.

İçsel monologların karanlıkla dansı

İçsel monologlar; dilime dolanan bir tekrarlanışlar çığlığı içimdeki…

Yaşatılamayan anlamların soğuk kederi öldürüyor içimizin yeşil çizgilerini. Bir bakışa aldanmanın o masum periyodunda bile yüreğimize sığamayan koca anlamlar zinciri. Seni sevmek, sana koşmak, sana yaklaşmak, sana dokunmak gibi bir şey uzaklık duygusunun tersi aldanışı…

Gelmeler ve gitmelerin serinkanlılığı doluyor ruhuma… Kaybetmelerin alaca şafağında umuda yaslanan bir çığlığın kesik kesik yankıları acıtıyor tenimin yavan derisini… Senli bir düşlem çizgisi çiziyor tepkilerimin radikal sınırlarını. Bunu anlamak ya da anlatmaya çalışma çabam ne kadar zor ve katlanılmaz bir boğuntu hissi uyandırıyor ah içimde…


Birbirimize ulaşmanın esrik tadında donup kalıyor her şey. Kapanmayan yaraların bilinçaltı uzamında hep muhalif konumlanmış iki parçalı yüreğin var oluş kavgası bu.

Ne evet ne hayırlı kelimelerin hiçbir anlam ifade edemediği bir kör ve sağır diyalogu.

İçsel monologlar

Anlatmak, anlatmaya çalışmanın umutsuz eksilişleri.

Kelimelerin fütursuz çığlığı.

beni duy beni anla beni al içine diyen sözcelemelerin talep yollarındaki asi buzdağları,

kıyılarımıza değip geçen çağrışım yumaklarının serüven duygusu.

İçsel monologların karanlıkla dansı…

Yüreğimizin gittiği yerlere gidememe korkusunun tutsaklık yanılsamaları.

Aptalca bir gurur dizgesine kapılmış sersem duyarlılıklar… Kaybetmeyi göze alan bir yanlışlıklar komedyası.


Olunamayan tükenişlerin kara bulutları…

***

Her yanımızı kaplayan bir anlamsızlık deryasında yüzdürüyoruz hayallerimizi

İçimizde çoğalan sızıların amansız kederi ile dolanan bir gel-gitler savaşımında derinleşiyor yabancılaşma duygumuz.

Dokunduğumuz nesnelere yüklediğimiz koca anlamların alaşağı ettiği bir gerçeklik arenasında durmadan üzerimize gelen fırtınalarla boğuşmanın yorgunluk dizgesinde hep kabullenişlere sürüklenen bir gemi çağırıyor bizi kıyıya.

Mutsuz bir var oluş duygusuyla anlamlandırmaya çalıştığımız eylem pratiğimiz hep eksiğine bozdurulan bir günah muştusu oluyor içimizde.

Ne yapsak tersi bir yanılsama ile ortaya çıkan hakikatin ayna gerçekliği ile boğuyoruz ruhumuzu.

Sahip olduklarımız üzerinden tanımladığımız hayatın kaybetmelere açık alanında nereye koymalı sevgiyi?

Çıplak bir gerginlik sınırında iğdiş edilme sınırına dayanmış ruhumuzun sevgi düğümleri yok oluşa doğru sürüklenirken, kaba saba yaşantıların derinliksiz düzleminde avutuyoruz düşlerimizin ütopik yanılsamasını.

Ne yöne baksak, dışsallaşmış ifade biçimlerinin acıtıcı taleplerine bulanmış ertelenmiş yaşam kırıntılarıyla karşılaşıyoruz.


Birey bugün yalnızlıktan ölmek üzere