Bu yılki Contemporary İstanbul Sergisi’nde sergilenen “yolculuk” ve “ölümsüzlük” temaları üzerine ürettiği değerli eserleriyle sanatseverlerin yine kalbinde taht kuran sevgili Ahmet Güneştekin ile resim sanatı üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Onun sanatına yansıyan sonsuzluk yolculuğunu bir de kendisinden dinleyin istedik… Keyifli okumalar…
Röportaj: Ahmet Güneştekin
Doğduğunuz yerin sanatınıza olan etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kişisel deneyimlerimizin olduğu kadar kültürel bağlarımızın da kendimizi ifade etme şekillerimiz üzerinde etkisi oluşuyor. Benim doğduğum ve büyüdüğüm yer, birbirinden farklı kültürlerin asırlardır biriktiği bir coğrafya. Birbirlerini yok etmeden farklı yaşamların bir arada olabilmiş ve bu da kültürlerin devamlılığı sağlamış.
Eserlerimi kurgularken yeniden yorumladığım kavramlar, renkler ve nesnelerde olduğu kadar üretme biçimimde de bu çeşitliliğin etkisi görülebilir.
Sizce sanatçılar kalıplardan kurtuldukları zaman mı kendilerine özgün bir dil geliştiriyorlar?
Kalıp olarak tanımladığınız, var olagelen eser yaratma biçimleri ise yapılmış olanları takip etmek özellikle yaratıcı sektörlerde çalışanlara özgünlük kazandırmayacaktır. Size ait bir dil geliştirmeniz ancak düşüncelerinizi özgür bırakmanız, esinlenmenin ötesinde taklit etmeden ve cesaretle size ait olanları keşfedip, geliştirmeniz ile mümkün.
Sözlü anlatım, masallar, felsefe, tarih gibi alanlardan beslendiğinizi biliyoruz; sizce Anadolu toprakları bir sanatçı için çok zengin kaynaklara mı sahip?
Mitolojinin her şeyin başlangıcı olduğunu düşünen biri olarak benim için Anadolu ve Mezopotamya bütün sanatsal yaratımların kaynağı. Kültürel katmanların biriktiği bir coğrafya.
Diğer yandan tek yönlü bir belirleyicilikten söz edemeyiz. Kaynaklara ulaşım sizin beslenmenizi garantilemiyor. Sanatçıyı farklılaştıran keşfettiklerini yorumlama biçimidir. Nesneleri kullanma biçiminiz sizin yaratıcılığınızı gösterir.
Yetenek başka bir şey, yaratıcılık başka bir şey mi?
Yeteneğin doğuştan yaratıcılığın ise sonradan oluştuğu söylenir. Ben bu ayrımı çok anlamlı bulmuyorum, aksine birbirlerini tamamladıklarını düşünüyorum. Doğuştan kazandığımız duyum ve sezgilerle başlayan eylemlerimiz, daha sonra geliştirdiğimiz özelliklerimizle anlam kazanıyor.
Sadece bakma değil anlama ile sonuçlanan görme eyleminden söz ediyorum.
Bu sonradan kazandığımız bir özellik. Resimden reklamlara kadar görselliği ve imgeleri anlama, yorumlama ya da yeniden biçimlendirme öğrendiğimiz bir eylem. O nedenle yaratıcı düşünce hepimizin içinde olan ve geliştirebildiğimiz bir şey. Sadece bununla ne yapacağımıza dair seçimlerimiz farklı.
Sanatınıza yön veren konu başlıkları nelerdir?
Anadolu ve Mezopotamya’nın yüzyıllardır söylencelere konu olan efsane ve mitlerini araştırarak yaptığım belgesel filmler, sanat anlayışının şekillenmesini sağladı. O zaman gördüklerim, bulduklarım, anladıklarım bugün çalıştığım işlerin karakterini oluşturuyor.
Kullandığım renklerin ve malzemelerin tüm çıkış noktası içinde yetiştiğim kültüre özgü nesneler ve imgeler.
Sizi en iyi şekilde ifade ettiğini düşündüğünüz eseriniz hangisidir?
Böyle bir seçim yapabileceğimi sanmıyorum. Bütün işlerim aynı felsefi yaklaşımını içeriyor. Birbirlerini yok etmeyen zıtlıkların uyum içinde var olabildiği bir dünya kurgusu var hepsinde. Bu nedenle tüm işlerim aynı ölçüde ne düşündüğümü gösteriyor.
Resim ve heykelcilik sanatında sizin çizginizi devam ettireceğini düşündüğünüz genç sanatçılar var mı?
Gençlere diğer sanatçılara ait düşünceleri ya da üretim biçimlerini takip etmelerini değil kendilerine ait olanı keşfedip geliştirmelerini öneriyorum.
Zülkarneyn “çift boynuz”
Zülkarneyn serisindeki işlerinizin hikayesinden biraz bahseder misiniz? Esin kaynağınız neydi?
Zülkarneyn figüründen esinlenerek yorumladığım işler, Kuran’ın Kehf suresinde ve Tevrat’ta anlatılan Zülkarneyn figürünün görsel temsilleri olarak düşünülebilir. Zülkarneyn “çift boynuz” ya da “iki yüzyıla ait” anlamına geliyor. Kehf suresinde ilk kez yer aldığı belirtilse de Zülkarneyn’in hikayesi bilinen ilk yazılı kaynağa kadar gidiyor.
Bu kaynak 3500 yıl önce Babil ülkesinde tabletler üzerine çivi yazısıyla yazılmış yazın tarihin en uzun şiiri. Uruk’un kralı Gılgamış’ın ölümsüzlük peşinde şiirsel yolculuğunu anlatıyor.
Uzak atalarımızı yüzyıllarca büyülemiş bulmacamsı bir şaheser olan Gılgamış Destanı, yazının bulunuşu kadar eski olmasına rağmen, zamanı ve mekanı aşarak evrensel ve insani değerlere vurgu yapabildiği için tazeliğini ve güncelliğini koruyabiliyor.
İşlerimde boynuzu bu çerçevede temel bir detay olarak kurguladım. Zülkarneyn’in Gılgamış olabileceğini öneriyorum. Doğrudan bir eşleştirme veya örtüştürme arayışında değilim elbette ama, Zülkarneyn’in yolculuğunu kişisel deneyimlerimle yeniden yorumlayarak inşa ediyorum.
Zülkarneyn ve Gılgamış’ın düşsel yolculuğu
Zülkarneyn’in yolculuklardan birinde karşılaştığı kavimdeki insanların yaşam ve düşünme biçimi karşısında yaşadığı şaşkınlık ve onun yolculuğunun Gılgamış’ın düşsel yolculuğuyla benzerlik taşıdığını düşünmesi, benim bu inşayı oluşturma biçimlerimden biri.
Yolculuğun bir yerinde, farklılıkları nedeniyle bir halk Zülkarneyn’in dikkatini çekiyor. Zülkarneyn’in karşılaştığı bu halk ile Mezopotamya’nın tarih öncesine dayanan halklarından olan ve ortak değerleri ile sosyalizmin temelleri arasında büyük örtüşmeye sahip Ezidiler arasında dikkat çekici benzerlikler olduğundan yola çıkarak işlerimin felsefesini hazırladım.
Bu yıl düzenlenen Contemporary Istanbul’da “Yolculuk” ve “Ölümsüzlük” temaları üzerine ürettiğiniz eserlerde özellikle metal ve aynaları kullanmaktaki amacınız neydi?
“Ölümsüzlüğe Yolculuk” enstalasyonu metal ve aynaları kullanarak çalıştığım yolculuk ve ölümsüzlük kavramları etrafında geliştirdiğim bir iş. Ölümsüzlüğü işaret eden boynuzlardan her biri mitolojik hikayeleri kaynak alarak yeniden yorumladığım desenlerle işlendi.
Farklı nesneleri bir araya getirmeyi seviyorum. Metal ve ayna da işlerimde bir süredir bir arada kullandığım malzemeler. Birbiriyle ilişkisi olan malzemeler değiller, ama işlerimin büyüklüğünü düşünerek dayanıklı ve güçlü oldukları için bu malzemeleri seçtim. Bu malzemelerin interaktif bir etki yaratma ve sonucu da oluyor.
Her yıl farklı ve birbiriyle bağlantılı temalar üzerine çalıştığınızı biliyoruz. Peki bu yıl neden “Ölümsüzlük” ve “Yolculuk” temaları üzerine çalıştınız?
Kişisel deneyimlerimi ürettiğim eserlerin tarihi ile birlikte düşündüğümde, belirli bir yöne doğru geliştiğini söyleyebilirim. Bu hem benim kendi iç yolculuğum hem de kendimi ifade etme yöntemlerime dair bir yolculuk. Bu yolculuğun yönünün de aynı Zülkarneyn’in ve Gılgamış’ın yolculuğu gibi doğudan batıya doğru olduğuna inanıyorum.
Farklılıkların bir arada olmasından yola çıkarak, insanın evrendeki yerinin bir kuvvetler ilişkisi olduğunu düşünüyorum, yaşamı oluşturan tüm farklılıkları en geniş anlamda, ölümle birlikte kavrıyorum. Bu nedenle bu seride ürettiğim işleri de ölümsüzlüğü yolculuğunda arayan bir figür, Zülkarneyn-Gılgamış üzerinden kurguluyorum.
Contemporary Istanbul’un bu yıl gerçekleşen edisyonunu diğer yıllara göre nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanatın sağaltıcı bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Ekonomik ve siyasi krizlere rağmen bu yıl önceki yıllardan çok daha fazla bir katılım ve ilgi oluştuğunu gözlemledim. Açıkçası bu ilginin büyük kısmını aldığım için memnunum.