Yekta Kopan… Sesiyle Jim Carrey, Michael J. Fox, çizgi film karakteri Sylvester ve Buz Devri animasyon karakteri Miskin Sid ile özdeşleşmiş seslendirme sanatçısı, Fildişi Karası, Yedi Derste Vicdan Muhasebesi, Kara Kedinin Gölgesi, Karbon Kopya, İçimde Kim Var, Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, Bir de Baktım Yoksun adlı öykü kitaplarının yazarı…
Pek çok sanat ve yazın çalışmalarının yanısıra sunuculuk da yapan Yekta Kopan ile 21 Aralık’ta Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşen imza söyleşisi için buluştuk. “Sakın Oraya Gitme” adlı son çıkardığı hikayeler kitabıyla ilgili de birkaç soru sormadan geçmedik. Şimdi o röportaj… Keyifli okumalar..
Röportaj: Yekta Kopan
Okumak üzerine eğitim ve kültür politikaları
Okuma eylemi sizce nedir? Okuduklarımız arasında nasıl bir ilişkilendirme yapabiliriz?
Yekta Kopan: Okumak, bence hayatı bütün yönleriyle, bütün değerleriyle, renkleriyle, verileriyle, doğrularıyla, yanlışlarıyla, hatalarıyla, sevaplarıyla anlamaya çalışmaktır. Bunu başarabilmek için de hayata dair, dünyaya dair, insana dair her şeye dokunma çabasıdır.
“Okumak bizim coğrafyamızda çok elit kesime aitmiş gibi algılanmakta ve bundan çok sıkıldım diyorsunuz.” Sizce bizim coğrafyamızda okumak niye elit kesime aitmiş gibi algılanıyor? Niye aşamadık bu olguyu?
Yekta Kopan: Bu eğitim politikalarıyla başlayan bir durum. Eğitim politikaları, kültür sanat politikaları ve çok daha fazlasını konuşmamız gerekiyor. Buradan yola yola çıkarak okumaya dair her şeyi bir hayat müştereğimiz, bir ortağımız olarak algılamadığımız sürece bu sorunun cevabı hep olumsuz yönde ilerleyecektir.
Okumak insana dairdir. Okumak belli bir sınıfa, belli bir gelir düzeyine, belli bir dünya bakışına, belli bir siyasi bakışa ait değildir. İnsana dair, hayata dair olan her şeye dokunma çabasıdır.
“Seni okumaktan başka hiçbir şey sen yapamaz”
“Seni okumaktan başka hiçbir şey sen yapamaz” derken tam olarak anlatmak istediğiniz nedir?
Yekta Kopan: Bizi bu dünyanın bir parçası yapan, bu dünyadaki ağaç, bu dünyadaki bir taş, bu dünyadaki bir hayvan kadar değerli yapacak olan şey, bu dünyanın parçası olma kararlılığını göstermemiz. Az önce dedim ya okumak da bu kararlılığı gösterebilme çabası.
Hayata dair her şeyi okuma çabası, okuduğumuzu anlamak, bir diğer konuyla, kişiyle, bilgiyle ilişkilendirme çabası bizi biz yapacak, bir gün sonraya taşıyacak olan olgu.
Halk kütüphaneleri; Kültür sanat politika eksikliği
Sizce halk kütüphanelerinde neden derme çatma kitaplar var?
Yekta Kopan: Bu da yine bir kültür sanat politika eksikliği, yine bir bilgilendirme eksikliği. Bu konudaki algının okul öncesi eğitimden başlayıp okul eğitiminin her bir aşamasında yayılmış olması gerekiyor. Türkiye’de bir kütüphane geleneği, bilgisi, sevgisi oluşmamış durumda.
Kütüphaneler Türkiye’de hep sıkıcı, soğuk, mesafeli, hatta birazcık parmak sallayan yerler olarak algılanmıştır. Hep mesafeli, asık suratlı, korkutucu yerler olarak tanımlanmış, konumlandırılmış ve algımızda da öyle oluşmuş yerler.
Şimdi böyle bir kütüphane sevgisizliği içinde sadece ve sadece kimi zaman yerel yönetimlerin kimiz zaman da daha büyük yapıların günü kurtarmak ya da kendilerini sevimli göstermek ya da kültür sanatı, eğitimi, öğretimi, kitapları, ne kadar sevdiklerini gösterme maskesiyle yaptıkları kütüphanecilik çalışmalarının tabi ki hiçbir karşılığı olmuyor.
Yine aynı şekilde, birazcık üstten bakan birazcık kibirli bir edayla “Ben de o zavallılara kitap gönderdim,” diyerek oluşturulmaya çalışılan kütüphaneler var. Kendi kütüphanelerindeki okumadıkları kitapları göndererek vicdan rahatlatmaya çalışıyor kimileri.
Bir insan kendisinin okumadığı kitaplarla bir kütüphane oluşturulabileceğini nasıl düşünür anlamıyorum. Bu yanlışlarla derme çatma kütüphaneler oluşuyor. Bir kere daha altını çizerek söyleyeyim. Okul öncesi dönemden başlayan bir sevgisizlik ve bilgisizlik durumu var.
İkincisi de kültür sanat politikaları, eğitim politikaları ve yerel yönetim politikaları Türkiye’nin bu yönde gelişmemiş durumda.
Sakın Oraya Gitme
Peki ya son kitabınız Sakın Oraya Gitme’de “Ev Hali” adlı öykünüzde, “İnsan rüya gördüğü dilde özgürce yazabilmeli” demektesiniz ve hikayenizin sonu “Hiç de uzak değil kurtuluş günü” diyerek bitmekte. Sizce yazı sanatında da özgürlüğümüz kısıtlandı mı?
Yekta Kopan: Zor zamanlardan geçiyoruz. Türkiye’de bu kadar gazetecinin, aydının ya da yazarın tutuklu olması, Türkiye’de sözün düşüncenin konuşamıyor olması, sadece ve sadece aydın bir kesimin değil, herkesin ama herkesin sırtında taşıması gereken bir sorun olmalıdır.
Düşünmeliyiz. Neden? Sorgulamalıyız. Neden? Bütün bunlarla ilgili her bir an’la yüzleşmeliyiz ve hesaplaşmalıyız. Elbette ki dünyada da Türkiye’de de sözün, düşüncenin ve dolayısıyla da edebiyatın, gazeteciliğin ya da akademinin çok zorlandığı anlar olmuştur.
Benzer an’lardan geçiyoruz ama konuştuğumuz dilde yaşamak, rüya görmek, konuşmak, iletişim kurmak ve birbirimizi anlamak istiyoruz. Bu ülkede birçok aydının da böyle düşündüğüne inanıyorum
Türkiye’deki edebiyat dergileri
Türkiye’de nitelikli edebiyat dergileri olduğunu düşünüyor musunuz?
Yekta Kopan: Evet. Türkiye’de okurun edebiyatla yoğun ilişki kurma çabası ne kadarsa bu çaba kadar da dergi var. Bu çaba ne kadar artarsa bu dergilerin hem sayısı hem satış rakamları o kadar artacaktır.
Türkiye’de çok iyi yazarlar var. Bu yazarlar üzerinden dünyayı anlama çabası ne kadar artarsa onların da satış ve tanınırlık oranları o kadar artacaktır. Türkiye’nin çok iyi yazarları, çok iyi yayınevleri, dergileri var ama yeterli değil.
Türkiye birçok alanda olduğu gibi bu alanda da vasatın zaferine yenik düşüyor kimi zaman. Türkiye’nin bugün ki en dramatik düşünce sorunlarından biri bu. Vasatlığın kışını yaşıyoruz. Ama unutmayalım, yıl dört mevsimden oluşur.
Yekta Kopan: “Birbirimize tahammül, sabır göstermeliyiz, sevmediğim laflar.”
Kitabınız Sakın Oraya Gitme, okuyucuya hikayelerinizle sakın umudunu kaybetme der gibi. Sizce bu dönemde umudumuzu nasıl canlı tutabiliriz?
Yekta Kopan: Birbirimizi dinleyerek, birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimizin farklı seslerine kulak kabartarak. Bazen diyorlar ya “birbirimize tahammül etmeliyiz”, “birbirimize sabır göstermeliyiz”, bunlar sevmediğim tanımlamalar.
Neden tahammül?
Yani tahammül gösterecek kadar mı uzaklaştım ondan? Ya da ona sabretmek zorunda olacak kadar mı uzaklaştım? Hayır. Bu ülkede, bu dünyada ne kadar insan, ne kadar canlı, ne kadar ağaç, ne kadar kuş, kaya parçası, ne kadar deniz dalgası varsa hepsiyle aynı derecede söz sahibiyim.
Bu dünyanın ortaklarından biriyim ben. Birbirimizi dinlemeye, birbirimizin anlattıklarından bir şeyler öğrenmeye, heyecanlanmaya, gülmeye, korkmaya, şaşırmaya açık olduğumuz zaman yarın sabah yine güneşin doğacağını da unutmayacağız. Yarın sabah yine güneş doğacak, ertesi sabah, ertesi sabah ve ertesi sabah da…
Ama her doğan güneşe yeni bir gün olduğunun inancı ve umuduyla uyanmak için bizim de her doğan günde yeniden birbirimizi dinlemeye, birbirimizin hikayelerine kulak kabartmaya ihtiyacımız var. O yüzden hikayelere her dönemde olduğundan daha çok ihtiyacımız var.