Nilhan Hanım’ın tarih bilinci olmadığı gibi bilgisinin de yerlerde süründüğü bir gerçek. Öyle olmasa Napolyon öldüğünde Abdülhamit dedesinin henüz portakal ağacında vitamin olduğundan haberdar olur ve kendisini zaytung masalarının mezesi yapmazdı. Coğrafya bilgisinin düzeyi ise Norveç’in yerini bilmediğini gösteren Milyoner yarışmasındaki cevabından belli.
17 Kasım 1922 günü sabahı erken saatlerde Yıldız Sarayı’nın Merasim Köşkü’nün alt katındaki sofasında 11 kişiydiler. Başmabeyinci, sertabip, ikinci muhasip, üçüncü muhasip, tütüncübaşı, seccadecibaşı, esvapcıbaşı, berberbaşı, yaver ve Şahbaba.
Ana kapıya değil Malta Kapısı’na yürüdü. Kapının gerisindeki yolun öbür tarafında kışlalar vardı. İşgalden bu yana İngiliz askerleri kalıyordu o kışlalarda…
…Kapının hemen önünde İngiliz Kızılhaç’ına ait iki ambulans ve bir İngiliz albayının komuta ettiği muhafız taburu bekliyordu.
Saat sabahın tam sekiziydi.
Önce Vahdettin’i taşıyan ambulans ondan 10 dakika sonra da maiyetindekilerin bindiği ve bavulların yerleştirilmiş olduğu araç hareket etti. Balmumcu Çiftliği ile Nişantaşı üzerinden Dolmabahçe’ye inip Tophane’ye doğru devam ettiler.
Dolmabahçe rıhtımına yüz kişilik silahlı birlik yerleştirilmişti.
Yüksek komiser vekili, Harrington’un kurmay başkanı ve bir albay rıhtımda bekliyordu.
Burada hiç beklenmedi hemen istimbota binilerek açıkta bekleyen Malaya isimli gemiye çıkıldı. Bu gemiyi Malaya Müslümanları İngiltere’ye hediye etmişti.
Sultan Vahdettin’i Malaya’nın kaptanı ve İngiltere’nin Akdeniz filosu komutanı karşıladı. Amiral, Vahdettin’e İngiltere Kralı adına “Hoş geldiniz” dedi. Artık İngiliz toprağında güvenlik içinde olduğunu ifade etti. Sonra özellikle gitmek istediği herhangi bir yer olup olmadığını sordu. Hiçbir tercihi bulunmadığını söyledi Vahdettin.
Amiral’in Malta’nın uygun olup olmadığı hakkındaki sorusuna “Münasiptir” yanıtını verdi. Aslında Malta çok önceden belirlenmişti, buradaki soru nezaket icabıydı.”
Zincirlerinden boşalmış bir şekilde duygu sağanağı yaşayan Nilhan Hanım‘ın Vahdettin dedesinin Türkiye’den nasıl kaçtığını ne güzel anlatmış Şahbaba‘da Murat Bardakçı.
Hanımefendinin tarih bilinci olmadığı gibi bilgisinin de yerlerde süründüğü bir gerçek.
Öyle olmasa, Süleyman, Fatih gibi isimler dururken oğluna Mehmed Vahdettin ismini koymaz, TS sıralamasında 500 binden öğrenci alan ve tek bir sosyal sorusu bile çözmeden girilebilen Lefke Üniversitesi iletişim bölümüne girmez, Napolyon öldüğünde Abdülhamit dedesinin henüz portakal ağacında vitamin olduğundan haberdar olur ve kendisini zaytung masalarının mezesi yapmazdı.
Coğrafya bilgisinin düzeyi ise Norveç’in yerini bilmediğini gösteren Milyoner yarışmasındaki cevabından belli. Genel kültürün %70’ini tarih oluştururken %30’unu ise coğrafya ile aktüalite oluşturur. Dolayısıyla tarihi kötü olanın, coğrafyası da kötüdür ya da aktüalitesi kötü olanın tarihi iyi olamaz. Bunlar bir bütündür.
Son zamanlarda gündeme oturan açıklamalarının nedeni, dedesine sevgi besleyen ama kendi ailesinin tarihinden habersiz olan sıradan bir torun davranışı ise anlaşılabilir; ama yok cumhuriyetle hesaplaşmanın getirdiği hırsının esiri olmak ise orada biraz durması lazım küçük hanımın. Zira dedesinin övünülecek bir yaşantısı olmadığı açık.