Hastalıkları düşünce gücüyle değil düşünmeyerek yenebiliriz

Hastalıkları düşünce gücüyle değil, düşünmeme gücüyle yenebiliriz. Tabi eğer bunu başarabilirsek. Çünkü düşünmeden kalabilmek çok zordur.

Hastalıkları düşünce gücüyle değil düşünmeyerek yenebiliriz

Savaştığın her şey seni yener; sevdiğin her şey amacına hizmet eder

Daha önceki yazılarımdan birinde vazgeçmenin gücünden bahsetmiştim. Pratikte çok işe yarayan bir bilgiydi: Bir şeyi elde etmek istiyorsan ondan vazgeçmelisin. Kendi hayatımda da defalarca uyguladığım bir pratikti bu. O yazıyı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. Kitabım Metropol Dervişi’nde de konuyu daha detaylı olarak ele almıştım. Şimdi sizlere bunun devamı niteliğinde olan çok önemli bir sırrı daha açıklayacağım. Bu benim sırrım ve herhangi bir bilimsel dayanağı var mı yok mu bilemiyorum ama bu yöntem benim hayatımda çok işime yarıyor. Muhakkak benden başka da bunu uygulayanlar vardır ya da olmuştur.

Sırrımız şu:

“Savaştığın her şey seni yener, sevdiğin her şey amacına hizmet eder.”


Evren siz bakarken üstünü değiştirmeyi sevmez diye bir söz var. Bu bedenimiz için de geçerli. Biz hastalığa odaklandığımız sürece hastalık gitmiyor. Ne zaman ki zihnimizi odaklanmaktan vaz geçiriyoruz o zaman beden çalışmaya başlıyor.

Bizler şifa yolunda en büyük hatayı hastalıklarla savaşarak yapıyoruz. Savaşmayı bırakmalı, sevgiyle akışa geçmeliyiz.

“Hastalığı unut, beden gereken tedaviyi yapar”

Bu konuyla ilgili size kendi hayatımdan birkaç örnek anlatacağım:

Birinci örneğimiz 99 depreminden. 17 Ağustos İzmit depremi sırasında İstanbul’daydım. O sıralar feci şekilde bir yaz gribine tutulmuştum. 39 derece ateşle evde yatıyordum. Yaz gribi kadar moral bozucu bir hastalık pek yoktur herhalde. Yaz sıcağına bir de ateşinizin sıcaklığı eklenir ve hayat çekilmez olur. Benim için berbat bir haftaydı. İlaçlarımı alıyordum ve grip yeni başlamıştı. Yani geçmesi için en az bir hafta beklemek gerekiyordu. O gece hasta bir şekilde yatağımda uyurken bir sallantı hissettim ve uyandım. Deprem oluyordu. Daha önce de küçük birkaç depreme şahit olduğum için çok panik olmadım. Bu depremin diğerleri gibi olmadığını birkaç saniye sonra çok net şekilde anladım. Saniyeler geçtikçe deprem daha da şiddetleniyordu. Ben de okulda bizlere öğretildiği gibi kalktım ve kapının altına geçip depremin sona ermesini bekledim.

“Bütün Türkiye’ye yanlış öğretmişler”

Meğer en yanlış yerde duruyormuşuz. Bütün Türkiye’ye yanlış öğretmişler. Tam tersine kirişlerin altında değil arasında durmamız gerektiğini 99 depreminden sonra öğrendim. Neyse efendim ben kapının altında deprem geçsin diye beklerken deprem geçmek bir yana git gide daha da hızlanmaya başladı. Evimiz çok eskiydi ve normal zamanda bile balkonun betonundan parçalar zaman zaman koparak yola düşerdi. Şimdi ise çok büyük bir depremle karşı kaşıyaydık ve sanırım bu depremden sağ kurtulamayacaktım. Hayatımda ilk defa ölümle bu kadar burun buruna gelmiştim. Korkudan ellerim ayaklarım titriyordu. Hayatta kalmak için dualar ediyordum. Hatta bir ara halüsinasyon gördüm, tavanın üzerimize yıkıldığını sandım. Tamam dedim şimdi öldüm işte!

“Hastalıkları yeniyor muydum?”

Bütün bunlar 42 saniye içinde gerçekleşti. Çok kötü bir deneyimdi. Deprem biter bitmez ailece kendimizi dışarıya attık. Oturduğumuz cadde birkaç dakika sonra mahşer yerine dönmüş gibiydi, herkes dışarıdaydı. O gece sabaha kadar komşularla sohbet ettik. Depremin büyüklüğünü ve etkilerini radyodan zaman içerisinde öğrendik. Tam bir hafta boyunca mahallemizdeki okulun bahçesinde yattığımızı hatırlıyorum. Yalnız o arada çok enteresan bir olay daha gerçekleşti. Ben aniden iyileşmiştim. Daha doğrusu grip olduğumu üçüncü gün hatırladım.

Yahu ben griptim ne oldu bu gribe?

Hastalıktan eser kalmamıştı. Beni öldüreceğini sandığım deprem aniden beni iyileştirmişti. Birinci örneğimiz bu. Bu cebimizde dursun ve ikinci örneğe geçelim:

Bundan bir yıl kadar önce spor yaparken ters bir hareket yaptım ve bacağımda kas yırtılması meydana geldi. Sağ ayağımın üzerine hiçbir şekilde basamıyordum. Tam bir ay boyunca evde yatmak zorunda kaldım. Bir ayın sonunda yavaş yavaş ayağımın üzerine basmaya başlamıştım ama yine de topallaya topallaya yürüyordum. Eğitim ve seminerlerimde hiç oturmayan ben artık maalesef oturarak eğitim vermek zorunda kalmıştım ki bu bile benim için çok iyi bir gelişmeydi çünkü bir ay boyunca hiç yürüyememiştim. Ama artık topallayarak da olsa yürüyebiliyordum ve dışarıdaki işlerimi zor da olsa halledebilecek seviyeye gelmiştim. Bir gün bir toplantı için Taksim’e gittim.

Bu arada devam etmeden önce arada bir bilgi vermek isterim. Ev arkadaşımın çok sevdiği bir kedisi var. Aynı evde kalmaya karar verdiğimizde kedi hakkında beni uyarmıştı ve tek kırmızı çizgisinin kedi olduğunu hiçbir şekilde kediye zarar verecek bir şey yapmamamı istemişti benden. Kedileri zaten çok sevdiğim için bu durumu hiç dert etmedim ve senin kedin benim kedimdir, gözüm gibi bakarım diyerek kediyi kabul etmiştim. Evimiz giriş kattaydı. O gün taksime giderken ben bir hata yapmıştım ve mutfağın camını açık bırakarak evden çıkmıştım…

Kedi de camdan kaçmış!

Akşam ev arkadaşım eve gelir, kediyi göremez, mutfağın camını da açık görür ve toplantının ortasındayken beni arar. Yana yakıla kedinin evden kaçtığını ve bir an önce gelip kedisini bulmama yardım etmesi gerektiğini, benim yüzümden kedinin evden kaçtığını sorumluluğunda bana ait olduğunu söyler. O panikle ben toplantıyı yarım bırakıp topallaya topallaya Taksim’den Küçükyalı’daki eve ışık hızına yakın bir hızla (yani metroyla) geri döndüm.


Yaklaşık iki saat boyunca kediyi evin etrafında aradık. O sırada mahallemizdeki diğer kedi severlerle tanışmış da olduk. O kadar aramamıza rağmen kediyi maalesef bulamadık. Emre artık yavaş yavaş yas tutmaya başlamıştı. Onun biricik kedisini kaybeden ben de herhalde yarın evden taşınırım diye düşünürken aniden kedi eve geri döndü. Müthiş bir şeydi bu, çok sevinmiştik.  Birkaç saat sonra bir şeyi farketmiştim. Topallamıyordum artık. Kediyi ararken iyileşmişim. Kedinin derdinden kendi bacağımı unutmuştum ve o sırada vücut hızla kendini iyileştirmişti.  Farkında bile değildim. Son cümlenin altını özellikle çizdim çünkü farkındayken beden tamire başlamıyor. Farkında olmamamız lazım. Bu yüzden vücut en iyi uykudayken kendini yeniler.

O anda kafamda bir ampul yandı. Depremde de buna benzer bir şey olmuştu. Ben bu iki olayı birleştirdiğimde bedenle ilgili çok önemli bir şeyi farkettim. Üzerine düştüğümüz her hastalık daha da güçleniyor. Üzerine düşmediğimiz hastalıklar ise bakıyor ki bizden yüz bulamıyor,  gidiveriyor. Terkediyor bizi. Tıpkı ilişkilerdeki gibi. Muhatap bulamayan hastalık vücudu terkediyor.

“İltihap kardeş bir süre bana eşlik etti ve sonra gitti”

Olayı kavradıktan sonra bu sefer bilinçli şekilde hayatımda denemeye başladım. Bir gün parmağımda şeytan tırnağı çıkmıştı. Başparmağımın tırnağının deri kısmı iltihap olmuştu. Benzeri bir sorunla birkaç yıl önce de karşılaşmıştım. O zamanlar iltihap 10 gün kadar devam etmişti ve merhemlerle, antibiyotiklerle ancak geçirebilmiştim. Şimdi ise aynı problem yine karşımdaydı. Parmağım zonkluyordu. Benim için güzel bir deney imkanı doğmuştu. Önce parmağımı düşünmemeye çalıştım. Ama ben parmağı düşünmemeye çalışsam bile bazen sandalyeden ya da koltuktan kalkarken yanlışlıkla o parmağımla koltuğu tutuyordum ve parmak o basınçla inanılmaz şekilde zonkluyordu. Baktım ki parmağımdaki iltihabı görmezlikten gelme imkanım yok bu sefer onu da hayatıma dahil etmeye karar verdim. Artık ben ve parmak zonklaması birlikte yaşıyorduk. Hayat arkadaşım olmuştu o benim. Bazen yanlışlıkla o elle bir şey tuttuğumda aniden zonkluyordu ama zaten o hayatımın bir parçası olduğu için artık sorun etmiyordum. O zonklama tıpkı nefes almak gibi hayatın içinden normal bir şeydi artık benim için. Üç gün sonra parmakta iltihap miltihap kalmadı. Üstelik merhem bile kullanmamıştım. İltihap kardeş bir süre bana eşlik etti ve sonra gitti.

“Yine bir defasında bronşit olmuştum”

Bu sefer ilaç kullandım ve bronşit geçti ama öksürük geçmedi. İşim eğitim olduğu için öksürük konusu çok moralimi bozuyordu çünkü dersin ortasında öksürmek zorunda kalıyordum. Yine aynı tekniği uyguladım. Öncelikle öksürüğe sinir olmayı bıraktım. Sonra öksürüğü normal bir şeymiş gibi hayatın içine dahil ettim. Artık dersin ortasında öksürsem umurumda bile değildi. Öksürüğü de kabullenmiş ve onu hayatın içine almıştım. Hatta öksürürken bir yandan müzik de üretmeye çalışıyordum. Öhö öhö öh höhöhöööö… Bir hafta sonra öksürükten eser kalmadı. Öksürüğümü sevmiştim halbuki. Niye gitti ki?!

“Reflü’yü de böyle yendim”

Her gün Reflü ilacı kullanan ben artık hiç ilaç kullanmıyorum. Bu sadece bana özgü bir şifalanma yöntemi midir bilmiyorum çünkü bu yöntemi başka insanlarda hiç ölçmedim. Ama size denemenizi tavsiye ederim. Haberlerde bazen “Kanseri yendi” gibi sözler duyuyorum. Kanseri yendiği söylenen kişilerin bir süre sonra vefat ettiklerini üzülerek görüyorum. Acaba problem kanserle savaşmaları olabilir mi diye sesli olarak düşünüyorum şu an sadece. Ben bir doktor değilim ve bu anlattıklarım reçete niteliğinde de değildir. Bende böyle bir durum var ve hastalandığım zaman onunla savaşmak yerine hastalığımı hayatımın içine alarak sıradanlaştırdığımı ve hatta o hastalıkla ilgili oyunlar bulduğumu, hastalıkların da bu sayede bir süre sonra benden uzaklaştığını söylüyorum sadece.

“Savaşma seviş yöntemi her hastalıkta işe yarar mı bilemiyorum ama küçük hastalıklardan başlayarak denemeye değer bence…”

Yani anlayacağınız asıl sıkıntı düşünce gücünün kendisinde. Burada sır düşünmek değil düşünmemek. Hastalıkları düşünce gücüyle değil, düşünmeme gücüyle yenebiliriz. Tabi eğer bunu başarabilirsek. Çünkü düşünmeden kalabilmek çok zordur.

Burada sadece bedensel hastalıkları kastettiğimi sanmayın. Hayatımızdaki her türlü olumsuzluk durumunda bu yöntemi kullanabiliriz. Bundan yıllar önce adını hatırlayamadığım bir satış kitabı okumuştum. Orada yazar şöyle diyordu: Ne zamanki müşterimi sevmeye başlıyorum, o zaman ona satabiliyorum. Müşteri beni severse satabiliyorum demiyor yazar, ben müşteriyi seversem satabilirim diyor. Çünkü eğer siz müşteriyi severseniz müşteri de sizi seviyor ve sizden satın alıyor.

Bu durumu formülize edecek olursak:

Zihinsizlik + Saf Sevgi =  ∞ (sonsuzluk)

∞ =Evrenin muazzam akışının huzuru ve varoluşun coşkusu


Şimdi baştaki cümlemizi tekrar söyleyelim: Savaştığın her şey seni yener, sevdiğin her şey sana hizmet eder. Mademki hayatla ilgili böyle bir formül var, öyleyse bu formülü herkese ve her şeye uygulayabilmemiz lazım. Yani bu yöntemi sadece sağlıkta değil ilişkilerden iş hayatına kadar her alanda uygulayabiliriz. Sağlıkla ve sevgiyle…

Metropol Dervişi: Marifet şehir hayatında derviş kalabilmekte


Cem Özüak
1978, İstanbul doğumlu. 1998'de Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf bölümünden, 2002'de Anadolu Üniversitesi İktisat bölümünden mezun oldu. 2011'de Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Uzun yıllar bankacı olarak çalıştı. Kişilerarası İletişim Uzmanı, Mentör, Yaşam ve Yönetici Koçu, Stratejik Pazarlama ve Yönetim Danışmanı olarak çalışmalarına devam ediyor. Kişi ve kurumlara iletişim eğitimleri veriyor.