1921 yılında doğmak ve hala kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek… Bir Alman olarak tarihinin en önemli olaylarına tanıklık etmek ve bunları hala hatırlıyor olmak… Bu yıl 96 yaşını bitirecek olan 15 yıllık kayınpederim Sigmund Held anlattı, kayınbiraderim fotoğrafladı, ben yazdım.
İşleyen demir pas tutmaz
Alman kültürünü pek sempatik bulmayız ve pek de haksız sayılmayız. Almanlar’ı ilk tanımaya başladığımda beni en çok şaşırtan şeylerden birisi; o zamanlar 80’li yaşlarının başında olan kayınvalide ve kayınpederimin ellerinde kova ve süpürge ile apartman temizliği yapmalarını görmemdi. Kaldı ki apartmanın diğer iki dairesinde kendi çocukları ve torunları oturuyordu. Haftalık sırası gelen apartmanı temizliyor ve kimse “sen yaşlısın, bırak bu sefer ben yapayım” demiyordu.
Ailenin yeni ve yardımsever gelini olarak duruma müdehale etmem herhangi bir artı puan almama neden olmadı maalesef. Zira burada yaşlının elinden işini almak, onun aciz olduğunu ima edeceğinden saygısızlık olarak algılanıyormuş ve herhangi birine yardım etme niyetim varsa önce kendisinin onayını almam gerekiyormuş.
Hiç büyükanne ya da büyükbaba tanımamış, hatta o zamana kadar 80 yaşında yürüyebilen insan görmemiş biri olarak, yaşlı insanların temizlik yapmasını izlemek pek kolay olmadı benim için. Aynı yaştaki insanları bisiklet sürerken ya da spor yaparken gördüğümde de algılamakta zorluk çektiğimi hatırlıyorum.
Alman kültürüne bakışım
Yaşlılarda gözlemlediklerimden başka kültürel faklılıklar var bu Avrupa ülkesinde: Mesela burda görsellik çok önemli: Peygamberlerinin yüzü resmedilebiliyor, kiliseler insan resmiyle dolu. Fotoğraf çekip yayınlamak sadece sosyal medyada popüler değil, daha ziyade belge maksadıyla ya da anlatılan bilgiyi pekiştirmek amacıyla kullanılıyor Almanlar tarafından. Herhangi bir sohbetin ortasında üşenmeden kalkıp anlattığı konuyla ilgili harita, albüm ya da kitap getiriyor ve görseller üzerinden konuşuyorlar. Etraflarındaki mimari, kültürel ve sanatsal eserler hakkında herkes az çok bilgi sahibi, zira bu objeler orada yaşayanların tarihini ve kültürünü simgeliyor.
İçlerinde ne kadar derin yaşıyorlar bilemem ama, duygularını dışarı pek yansıtmıyor Almanlar. Savaş anılarını anlatırken bile hüzünlenmekten ziyade bir tarihçi ciddiyetindeler. Almanlar’ın kıskançlık, intikam ve mağduriyet gibi duyguları hiç tanımadığından şüpheleniyorum açıkçası. Bir de bizim memleketten tanıdığım “elalem” denen kesim burada yaşamıyor. Komşular bibirlerinin özel hayatını merak etmiyor. Yani mahalle baskısı sıfır.
Almanlar konuşurken de son derece net ve direkt bir anlatım kullanıyor. Eleştirilerini hatta kınamalarını lafı dolandırmadan ifade ediyorlar. Karşısındakine sarf ettiği kelimeler kişiden kişiye değişmiyor, herkesi eşit şekilde eleştiriyorlar. Alttan alma, lafı yumuşatma gibi dertleri yok. Ama öte yandan en ağır eleştirilerde bulunduğu biriyle bir dakika sonra tatlı bir sohbete de dalabiliyorlar. Almanlar küsme ve alınma eylemlerine de oldukça yabancılar. Ayrıca dedikodu veya gösteriş de pek revaçta değil bu ülkede.
Disiplin zaten herkesin bildiği tipik Alman karakteri. Gerçekten de hemen hemen her konuda disiplinliler. Trafikte veya sokakta herhangi bir kural ihlal edilirse, anında uyarı geliyor: “Burası bisiklet yolu değil!”, “otobüste bu kadar sesli konuşulmaz!” vs. Özellikle güvenlik kurallarına uymak çok önemli. Yeni aldıkları bir aleti ya da ilacı kullanım talimatını baştan sona okumadan kullanmıyorlar.
Burada, özellikle yaşlılar, bir çok konuda bilgi sahibi ve demokrasinin verdiği ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyor; yani bol bol konuşuyor ve fikir beyan ediyorlar. Ama samimiyet denilen şey bir yere kadar; bazı konular mahrem ve kesinlikle konuşulmuyor. Örneğin; seçimlerde ya da referandumlarda ne oy kullandıkları, ne kadar maaş aldıkları ya da dindarlık dereceleri hakkında ipucu bile vermekten kaçınıyorlar.
Ulusal değil yerel insanlar Almanlar: Kendilerini bağlı oldukları kavimin yaşadığı Alman eyaletine (Bund) ait hissediyorlar. Ülkenin başkenti Berlin’i ise diğer eyaletlerle ortak gördükleri ikinci memleket olarak düşünüyorlar. Her şehrin yerel gazetesi var ve hemen hemen herkes bu gazeteyi okuyor. Hatta Almanya genelinde ya da başkentte olanlardan ziyade yerel haberlerle ilgileniyorlar. Mahallelerde her türlü küçük esnaf mevcut ve gayet de iyi iş yapıyorlar. Çocuklar mahallerindeki okullara gidiyor. Şehirde doğmuş büyümüş insanlar bile yerel şive ile konuşuyor.
Noel ve Paskalya gibi bayramlarda tatile çıkma adetleri yok. Bilakis; çalışanlar aileleriyle bayram hazırlığı ve kutlamaları yapmak için resmi tatil günlerine ilave gün alıp bir-iki hafta evde vakit geçiriyor. Tatile çıkmak için yeteri kadar yıllık izinleri de kalıyor zaten.
Sosyal hayatın uzun yaşam ile alakası var mı?
İkinci Dünya Savaşı’ndan perişan bir şekilde çıkıp, tarihin en güçlü endüstri ve demokrasilerinden birini kurmuş, 1980’e kadar boyunduruk altında yaşamış bir ülke olmamasına rağmen terör üretmemiş, ülkeyi ikiye bölen duvarı yıkarken kan dökmeden birleşip bağımsızlığını ilan etmiş bir ülke Almanya. Almanlar ise tüm bu tarihsel deneyimlerinden ders almış bir millet. Fazla soğuk, katı ve disiplinli bulsak da demokrasi ve toplumsal düzeni muhtemelen bu şekilde muhafaza ediyorlar sanırım.
Almanya’da ortalama yaşam süresi erkeklerde yaklaşık 78, kadınlarda ise 83 yıl. 16.500 Alman 100 yaşını aşmış (Fokus) ve birçoğu sağlıklı ve dinç bir yaşlılık dönemi geçiriyor. Almanlar neden bu kadar uzun yaşıyor? Beslenme, inanç, spor, kişisel alışkanlıklar yaşamı ne kadar uzatabilir? Peki ya yukarıda bahsettiğim sosyal ve kültürel şartların Almanlar’ın uzun ve sağlıklı yaşam sürmesinde bir payı yok mu?
Bazı bilgilere insanlarla sohbet ederek daha doğru şekilde ulaşılabileceğini düşünüyorum. Doğduğundan beri aynı yerde yaşayan (savaş dönemi hariç) ve tipik bir Svabyalı (Schwaben) olan, 95 yaşındaki savaş gazisi kayınpederim Sigmund Held (Biz kısaca “opa” (dede) diyoruz) bu konuda sahip olduğum en iyi bilgi kaynağı olsa gerek.
Röportaj: Sigmund Held
Kendini kısaca bir anlatır mısın, Opa?
Sigmund Held: 1921 yılında Neu-Ulm’da (Yeni Ulm) doğmuşum. Tam olarak burdan 50 metre ötede. 58 yıllık evliyim, üç çocuğum, yedi torunum var; 8-23 yaşlarında torunlar. Babam marangoz ustasıydı, annem ev hanımı. Bu bahçedeki marangozhane dedemden babama, babamdan bana kaldı. Üç nesil marangoz ustasıyız yani. Ben de 1992’ye kadar çalıştım aynı marangozhanede.
Burası dedemden babama, babamdan bana kalan arsa. 1860’larda dedem almış bu arsayı, hala burda yaşıyoruz. Tabii birkaç kez yeniden inşa edildi binalar.
Savaş yılları ve esir kampı
İkinci Dünya Savaşı’nda neredeydin?
Sigmund Held: 1940 sonbaharında 6 aylık mecburi askerlik okuluna gittim. Önce tren yolu inşasında çalıştım, sonra Eylül 1940 ve Ocak 1941 arası Fransa’nın Coen şehrinde, İngiltere’ye hava saldırılarının yapıldığı havaalanında hizmet ettim. Altı ay bitince de orduya katıldım ve savaşın sonuna kadar askerlik yaptım.
Ne yaptın bu beş yıllık askerlik süresinde?
Sigmund Held: Ruslarla savaştım, ne yapacağım. Aslında iletişim sorumlusuydum ama muharebe meydanında da savaşıyordum. Radyo vericisi taşıyarak yürüyordum genelde. 20. doğum günüm ve ertesi toplam 100 km. yürüdüğümü hatırlıyorum. Doğuya doğru tüm Avrupa kıtasını yürüdüm, Ukrayna üzerinden Kırım’a ve Kafkas dağlarının eteklerine geldim. Elbruz’a kadar gittim yürüyerek. Sonra gene yürüyerek Avrupa’ya doğru geldim. O zamanlar çok soğuk bir kış olmuştu. Rusya’da hava -41 derece falandı.
1943’te trenle Sırbistan yakınlarında bir yere geldim. Ordan Kosova ve Yunanistan’a. Yunanistan-Arnavutluk sınırında bir cephede savaştım o dönem. Sonra 1943’ün Noel zamanı trenle bu yakınlardaki bir garnizona “savaş okuluna” geldim. Abitur (lise bitirme sınavı) yaptığım için rütbeli asker olabiliyordum. 3-4 ay burda subaylık eğitimi aldım.
Nisan 1944’de Avusturya’da bir garnizona geldim. 20 Temmuz 1944’da Hitler’e saldırı düzenlenmişti Alman subayları tarafından. Haberi radyodan duydum. O zamanlar Prusya’da cephedeydim ve bir Rus askeri tarafından vuruldum. Daha önce de mermi yemiştim ama bu seferki çok ciddiydi. Kurşun sol kolumu sıyırıp kalbimin yanından geçti. Trene bindirilip Lesvik’te bir hastaneye getirildim. Sonra bir şekilde Ulm’deki garnizona geldim. Parmağımı kullanamıyordum, o yüzden üç ay burda kaldım. Noel’den sonra “iyileştin sen” diye tekrar savaşa Macaristan’a gönderdiler. Ben Viyana yakınlarındayken savaş sona erdi; tarih 8 Mayıs 1945.
Eee, sonra?
Sigmund Held: O zaman herkes kendi başının çaresine bakmak durumunda kaldı. Tekrar eve doğru yürümeye başladım. Birkaç kişi beraber yürüyorduk. Yolda Ruslar bizi yakalayıp esir aldı. Bizi tren vagonlarına doldurup önce Romanya’ya sonra şimdi Ukrayna’da olan Saparojı esir kampına getirdiler. 1945’in Noel zamanıydı. 2,5 yıl da orada kaldım. Sonra eve gönderdiler.
O kamplarda kalanların çoğu öldü. Sen nasıl eve dönebildin?
Sigmund Held: 45 kiloya kadar düşmüştüm. İşe yaramıyordum yani. Benden sonra zamanın devlet başkanı Konrad Adaneur Moskova’ya gelip esirlerin durumuyla ilgili görüşmeler yapmıştı. O görüşme sonrası yavaş yavaş diğer esirleri de bırakmaya başladılar.
Savaş bitmiş, neden esir alıyorlar ki?
Sigmund Held: O zaman öyleydi. Bir daha savaşamasın ülke diye, askerler esir alınırdı. Tabii bir de yaptırılacak işler vardı.
Esir kampında neler yaptın?
Sigmund Held: Taş kırdım, ayçiçeği tarlasında ve mutfakta çalıştım.
Saporoji esir kampı nasıl bir yerdi? Nasıl davranıyorlardı size?
Sigmund Held: Dayak ya da işkence yoktu ama çok iş ve az yemek vardı. Ben savaş zamanı hep zayıftım, o yüzden beni fazla calıştırmadılar. Günde bir tas su gibi bir çorba, bir parça peynir ve yarım kilo ekmek veriyorlardı. Arada ailemize posta kartı gönderebiliyorduk ama sadece 25 kelime yazma hakkımız vardı. Yazdıklarımız da kontrol ediliyordu tabii, çok dikkatli yazıyorduk.
Ölen oldu mu ailenden hiç? Savaş sonrası ailen ne yaptı?
Sigmund Held: Savaşta burası tamamen bombalandı, taş üstünde taş kalmadı neredeyse. Ailem bodruma inmiş hem bombalar atılırken. Bizden birisi ölmedi ama komşulardan ölen oldu. Bombalı saldırılardan birinde ben de buradaydım, bir çok kez bombalandı burası.
Ailem önce geçici olarak yakınlarda başka bir yere taşınmış. 1946’da da buraya yeni bir ev ve marangozhane inşa etmişler.
Peki esir kampından eve dönünce ne yaptın?
Sigmund Held: Eve döndüğümde 27 yaşındaydım artık. Önce biraz dinlendim, bir şey yapmadım. Sonra herkes gibi ben de her şeyi yeni baştan kurmaya giriştim. Üniversiteye başvurdum. Ahşap mühendisliği bölümü okudum, sonra babamın yanında marangozluk stajı yapıp marangoz ustalığı diploması aldım. Ahşap pencere yaptım emekli olana kadar.
Savaş bitince Almanya’daki herkes beraberce ülkeyi yeniden inşa etti. Almanya’da şivesi ve kültürleri farklı bir sürü insan var. Dayanışmayı nasıl kurdular?
Sigmund Held: Ne yapabilirdik ki başka? Hiçbir şeyimiz kalmamış elimizde. Herkes kendine ev inşa etti, işyeri kurdu. Aramızdan kocaman bir nehir akıyor. Karşıdan karşıya geçmek için oturup beraber köprü yaptık.
Bir de Hitler’in yaptıklarından sonra milliyetçilik diye bir duygu pek kalmadı ülkede. Herkes yitirdiği şeyleri tekrar inşa etmeye konsantre oldu öncelikle.
Alman disiplini buradan mı geliyor acaba? Nasıl bir motivasyon bu?
Sigmund Held: Almanlar hep disiplinliydi. İnançlı olmamız da bir motivasyon unsuru olabilir. Almanlar’ın çoğu kiliseye bağlıdır.
Devlet yönetimi nasıldı o sıra?
Sigmund Held: Savaştan sonra bir Alman hükümeti yoktu. Biz Batı Almanya’daydık (Almanya Federal Cumhuriyeti). Bayern’i Amerikalılar yönetiyordu. Doğu Almanya’yı (DDR) 1989’a kadar Ruslar yönetti. Endüstrinin kurulmasında Amerikalılar çok yardım etti. Konrad Adaneur’un(1949-1963 Batı Almanya Şansölyesi) katkıları da çok büyüktür bu ülkeye. Savaş sonrası çok iyi bir politika yürüttü.
Savaşı yaşayanlar hayata geç başlamak zorunda kaldı
Ne zaman evlendin, eşinle nasıl tanıştın?
Sigmund Held: Kader. Gençken aynı mahallede yaşıyorduk, kız kardeşimin arkadaşıydı eşim. Çok sonraları başladı ilişkimiz. Onlar başka bir kasabadan buraya taşınmışlar ama o da benim gibi Svabyalı. Önce evler inşa edildi, işler kuruldu falan. 1957’de marangozhaneyi devraldım. Eşim de ailesinin kırtasiye dükkanında muhasebe yapıyordu. 1959’da evlendik ardarada üç çocuğumuz oldu. 40 yaşından sonra art arda üç kez baba oldum. En son 87 yaşındayken dede oldum. Savaşı yaşayanlar hayata geç atılmak zorunda kaldı.
Türkler ve Almanlar
Alman olmak senin için ne anlama geliyor? Yaşadığın tüm bu yıllardan sonra ne düşünüyorsun?
Sigmund Held: “Alman olmakla gurur duyuyoruz” diye bir şey yok. Öyle ahım şahım bir özelliğimiz de yok ki zaten. Daha çok Svabyalı olarak görüyorum kendimi. Kültürümü şekillendiren bu bölgenin kültürü ve dili. Ama bu ülkedeki tüm kavimlerin ortak noktası Alman olmak.
Oğlun bir Türk ile evlenme kararı aldığında ne düşündün?
Sigmund Held: “Aman Allah’ım!” dedim önce. Yani, kendi kararıdır karışmadık tabii ama, doğacak çocukları için endişelendik, toplumsal problemler olabilir diye. Daha önceden etrafımızdaki Türk ailelerle ilgili pek hoş hikayeler duymamıştık.
Türkiye-Almanya ilişkileri hakkında ne düşünüyorsun?
Sigmund Held: Her ülkede iyi ve kötü insanlar var. Türkiye’nin yaptıkları beni ilgilendirmez ama Alman Hükümeti’nin beceriksizliği endişelendiriyor. Merkel’in yaptıkları da akıl alacak şeyler değil.
Demokrasi her zaman becerikli insanlar tarafından yönetileceğimiz anlamına gelmiyor, malesef. Ehliyeti olmayan birinin araba sürmesi gibi, ehil olmayan insanlar ülke yönetiyor.
Ulm ve Neu Ulm şehirleri
Biraz da şehrinden bahseder misin? Nasıl bir yer burası?
Sigmund Held: Ulm çok eski bir şehir. Neu-Ulm sadece 200 yıldır var. Ama halkı birbirine benzer. Neu-Ulm Bayern’de, Ulm Baden Württemberg’te. Tuna nehri hem iki şehri, hem de iki eyaleti birbirinden ayırır. Biz de Tuna Nehri’nin dibinde oturuyoruz. İki eyalette faklı yönetim var. Karşı tarafta dini günler ve okul tatilleri bizden farklı mesela. Ulm 150.000 kişilik Neu-Ulm 50.000. İki şehir farklı eyaletlerde olmasına rağmen beraber anılır.
Ulm’ün nesi ünlü?
Sigmund Held: Eskiden kara trafiği yokmuş, Avrupa’daki seyehatler hep Tuna üzerinden yapılırmış. O zamanlar Tuna üzerindeki en büyük ve zengin şehir Ulm imiş. Yani Tuna nehri ve Ulm şehri birbirleri için önemlidir. Dünyadaki en yüksek kilise kulesi Ulmer Münster’in (İspanya’daki Sagrada Famiglia kilisesi tamamlanınca ikinci sıraya düştü). Einstein burda doğdu. Scholl kardeşler buralı.
Sofie Scholl’u tanıyor musun?
Sigmund Held: Tabii. Aynı yıl, aynı şehirde doğduk, aynı okula gittik. Görmüşlüğüm var ama tanış değildim. Abisi benimle paralel sınıftaydı.
Uzun yaşamın sırları
Ailende senin kadar uzun yaşayan var mı?
Sigmund Held: Yok. Annem babam 78-80 yaslarında vefat etti. Kız kardeşlerimden biri 90’ına kadar yaşadı ama son iki yılını hastanede geçirdi.
Ne yiyorsun genelde?
Sigmund Held: Bazen kitaplardan öğrendiğim değişik şeyler deniyorum ama kahvaltıda genelde tereyağ ve marmelat ve biraz da salam yerim. Kafeinsiz kahve içerim.
Saat 12 bizde öğle yemeği vaktidir, en önemli öğün bu. Mutlaka hafif bir çorba, et, sebze, bir yan yemek ve salata. Tatlı olarak da meyve ve yoğurt yeriz genelde. Eşim bizim yörenin tüm yemeklerini pişirir. Akşamları peynir ve salam çeşitleri olur genelde sofrada.
Beslenmende neye dikkat ediyorsun en çok?
Sigmund Held: Beslenme önemli tabii. Akdeniz yemekleri sağlıklıdır mesela. Şeker tehlikelidir. Tam buğday ya da çavdar ekmeği yeriz biz hep. Kuruyemiş ve bir parça çikolata her gün yerim ben. Öğlenleri genelde bir kadeh kırmızı şarap, akşamları bira içerim. Yemekten sonra sindirim için likör ya da uzo, yatmadan önce de iyi uyumak için melisa ruhu içerim.
Biz taze yiyecekleri, eskiden beri tanıdığımız yerel küçük esnaftan alıyoruz. Haftada iki kere yarım gün halk pazarı kuruluyor, sebze, meyve yumurta ve tavuğu bu pazardan alırız.
Biraz fazla alkol tüketmiyor musun?
Sigmund Held: Yoo, hepsinden makul miktarlarda içerim. Ölçülü içildiğinde alkol sağlıklı bir şeydir.
Günlük hayat
Bir günün nasıl geçiyor?
Sigmund Held: Her fırsatta uyuyorum bir kere. Gece derin uyuyamıyorum çünkü. Sabahları 6’da kalkıp ilaç alıp tekrar yatıyorum. 7’de çalar saat radyoyu açıyor, radyoda müzik ya da haberleri dinleyerek yavaşça kalkıp hazırlanırım. 7:15’de üst katta oturan oğlum işe gitmeden bize uğrar, günaydın der.
Sonra kahveyi koyup kahvaltıyı hazırlıyorım, eşimle kahvaltı ederiz. Sonra yatakları toplarım, dişlerimi fırçalarım. Eşim öğle yemeğini hazırlar, ben mutfağı temizlerim. Bir süredir eşim iyi yürüyemiyor, o yüzden artık ev işlerini genelde ben yapıyorum. Alışverişe hep ben gidiyorum. Birkaç yıldır iki haftada bir temizlik yapmaya birisi geliyor.
Öğle yemeğinden sonra uykuya yatarım. Biraz televizyon seyrederim, okurum. Sonra 18’de de akşam yemeği yeriz. Genel olarak yaptıklarım aslında hep sağlığımla ilgili yani. Sağlık konusu haliyle çok meşgul ediyor beni.
Hobin var mı?
Sigmund Held: Okurum bol bol. Bazen marangozhaneye giderek bir şeyler yapıyorum, bozukları tamir ediyorum. Tabii giderek daha az yapabiliyorum bunu. Eskiden daha çok vakit geçirirdim orda. 90 yaşımdan beri araba da sürmüyorum. 4-5 yıl öncesine kadar sık sık yürüyüşe çıkar, yazın göle yüzmeye giderdim. Bunları da yapamıyorum şimdi.
Marx’ı sevmem
Neler okursun genelde?
Sigmund Held: Sağlıklı beslenme ve yaşlılıkla ilgili çok okuyorum. Günlük gazete ve haftalık bir iki dergi okurum düzenli. Alman tarihi hakkında çok okurum. Önemli Almanların biyografilerini okudum.
Kimlerin mesela?
Sigmund Held: Papa 2. Jan Paul mesela, gerci o Polonyalı. Eski şansolyeler Adaneur ve Bismarck çok önemli ve zeki kişilerdir. Onlar gibileri yok artık. Karl Marx’ı da okudum ama sevmem O’nu. Çok tehlikeli bir ideolojisi var. Bence bugün olan bir çok kötü şeyin sebebi Komunizim bence.
Din
Kilisenin önemi ne hayatında?
Sigmund Held: Hitler döneminde dindar olmak hoş karşılanmazdı ama ailecek Katolik Kilisesi’nin hayatımızda önemli bir yeri vardır. Öldükten sonra yaşamın olduğuna inanıyorum. Tüm hayatımız boyunca kiliseseye kayıtlıydık ve kilise faaliyetlerinde aktiftik. Hala her pazar kiliseye giderim. Bazen hafta içi de giderim. Gidemezsek televizyondan seyrederiz ayini. Noel ve Paskalya dönemleri çok önemlidir aile için, tüm ritüelleri yaparız. Paskalya öncesi oruç tutarız.
Oruç nasıl oluyor sizde?
Sigmund Held: Sadece karnımızı doyurmak için yer içeriz. Et, alkol ya da tatlı tüketmeyiz. Paskalya öncesi 40 gün oruç tutulur bizde. Ama biz artık sadece Karfreitag’ta (Kadir Gecesi muadili bir dini gün) oruç tutabiliyoruz artık.
Modern hayat
Bugünkü hayatı nasıl buluyorsun?
Sigmund Held: Eskiden zeki ve yetenekli insanlar politika yapardı. Demokrasi daha anlamlıydı. Şimdi öyle değil. Şimdikiler ekonomiden anlamıyorlar. Onu yapacağız, bunu yapacağız diye sözler veriyorlar ama paranın nereden geleceğini bilmiyorlar.
Eskiden her şey daha değerliydi. Çünkü eskiden bir sey satın alabilmek icin çok çalışmak gerekliydi. Simdi az çalışarak bir çok sey satın alabiliyor insanlar.
Teknoloji ile aran nasıl?
Sigmund Held: Harika şeyler yapıyorlar, hayatımı kolaylaştıracak bir sürü küçük alet aldım. Tablet bilgisayarlar çok kulanışlı. Eşimin de benim de ayrı ayrı tabletimiz var. Cep telefonu da almıştık ama hiç kullanmıyoruz.
95 yıllık hayatında ne yapmadın hiç?
Sigmund Held: Hiç uçağa binmedim mesela. Uzun gemi yolculuğu da yapmadım.
95 yaşında olmak
95 yaşında olmak nasıl bir şey? Kendini nasıl hissediyorsun?
Sigmund Held: Vücudum eskisi gibi çalışmıyor bir kere. Kalp pili takıldı 5-6 yıl önce. Yürümem yavaşladı. Büyüteçle okuyorum, işitme cihazı takmadan bir şey duyamıyorum, bir sürü ilaç kullanıyorum, unutuyorum, sık sık tuvalete gitmem gerekiyor… Yavaş yavaş her şey tükeniyor yani. Etrafındaki insanlar azalıyor. Elden ayaktan düşmeden ölmeyi dilerim şu an sadece.
Hafızan hala iyi ama.
Sigmund Held: Evet, eskilerden birçok şeyi hatırlıyorum. Yakın zamanda olanları o kadar iyi hatırlayamıyorum. O zaman yaşadığımız şeyler daha kuvvetli ve doğal duygulardı demek ki. O zamanki beyin genç, şimdiki yaşlı ayrıca.
Yaşadığın hayatı nasıl değerlendiriyorsun?
Sigmund Held: Şanslı olduğumu düşünüyorum. İyi bir ailem var. Gerçi evlenirken baya sorun çıkarmışlardı, zengin bir kızla evlenmemi istiyorlardı. 40 yaşından sonra art arda üç kez baba oldum, çocuklar sorunsuz büyüdü, okudu. Geç başladık hayata ama herşeyi gerçekleştirdik.
Biz de sana sahip olduğumuz icin şanslıyız. Teşekkür ederim, Opa.
Ben teşekkür ederim. Bu benim ilk ve son röportajım oldu.