Susuzluk, savaşlar, doğal felaketler… Gelişen sosyal ve politik olaylar geleceğin hayat şartlarının bugünkünden daha zor olacağının sinyallerini çoktandır veriyor. Peki “ağaç yaşken eğilir” atasözü ile büyümüş anne babaların çocukları bu zorlu hayata hazırlar mı? Cansın Preschool yöneticisi Selçuk Demirtaş anlattı.
Okul öncesi eğitim neden önemli?
“Okul öncesi” günümüzde çocukların ev dışındaki sosyal hayatı tanıdıkları eğitimdir. Yani; kendi çevrelerini, yaşadıkları şehri, ülkeyi ve nihayetinde dünyayı algıladıkları ortam. Çağdaş ve doğru bir okul öncesi eğitim çocuğa bir birey olmanın yanında bir toplumun eşit üyesi olduğunu da öğretir.
Yuva veya anaokullarında oynanan oyunlar, yapılan faaliyetler, uygulanan projeler çocuklara insanlar arasındaki farklılığı kabul etmeyi, kendi duygularını keşfederken başkalarıyla empati kurabilmeyi ve karşılaştıkları sorunları adaletli bir şekilde çözmeyi öğretebilmelidir. Başka bir deyişle; okul öncesi eğitim çocukları iş hayatına değil gerçek hayata hazırlamalıdır.
Bugün yaşadığımız şartlar, gelecekte yaşayacağımız hayat hakkında da sinyaller veriyor. Gelişen politik ve sosyal olaylar, değişen doğa koşulları geleceğin dünyasının bugünden daha zor olacağını gösteriyor. Başka bir gerçek de; ilerleyen teknolojininin, bazı zorlukların üzerinden gelebilmemizi sağlasa da, mutluluk seviyemizi yükseltmiyor olması. Zira teknoloji insanın hayatta kalma (survival) yeteneklerini köreltirken, tatmin olma sınırını yükseltiyor.
Ağaç yaşken eğilir
Bu durumda okul öncesinde nasıl bir eğitim verilmelidir, hangi faaliyetler yapılmalıdır? Ne tür oyunlar çocukları geleceğin hayat şartlarıyla başa çıkmayı öğretebilir? Çocuklar birey olmayı ve sosyal sorumluluk almayı nasıl öğrenebilir ve anne babalar bu konuda neler yapmalıdırlar?
12 seneyi aşkın süredir Amerika ve Türkiye de okul öncesi eğitimi konusunda çalışan Selçuk Demirtaş 2008 yılında İstanbul Göztepe’de Cansın Preschool‘u kurdu. Demirtaş Montessori, Waldorf Pedogojisi gibi uluslararası kabul görmüş eğitim sistemlerini Creative Curriculum felsefesi altında Türkiye şartlarına ve Türk Toplumu’nun yapısına adapte ederek uyguluyor.
“Amacımız; özel metodlar ve projeler eşliğinde doğayı ve hayatı neşeyle öğrenen, merak eden, sorgulayan, paylaşan, kendine güvenen, sevgi dolu çocuklar yaratmak” diyen anaokulu yöneticisi, uyguladıkları eğitim sistemiyle çocukları geleceğin zorlu dünyasına hazırlamayı amaçlıyor. Selçuk Demirtaş gözlemlerini ve Cansın Preschool’un eğitim yöntemlerini İndigo Dergisi’ne anlattı.
Röportaj: Selçuk Demirtaş
Yeni Dünya eskisinden daha zorlu
“Son yıllarda çocuklarda artan oranda tedirginlik ve korku gözlemlemeye başladık. Anne babalar eskiye göre daha yorgun, stresli, kaygılı ve tedirgin. Çocuklar evdeki bu atmosferi algılıyor ve etkileniyorlar. Onlar da tedirginlik hissediyor ve anne babalarının yanından ayrılmak ya da onların işe gitmesini istemiyorlar. Teknolojinin, yani bilgi transferinin bu kadar hızlı ve kolay olması dünyadaki kaos halini otomatikman körüklüyor.
Savaşlar, çatışmalar, kutuplaşma her yerde. Ekonomik, sosyal ve siyasi belirtiler de hayatımızın zorlaşacağını gösteriyor. Yani geleceğin dünyasının çocuklarının kırılgan olmaması ve her türlü duruma hazırlıklı olması gerekmekte. Modern hayat ve gelişen teknolojiler de bizi tembelleştiriyor ve şımartıyor zaten. Artık insanların eskiden nasıl yaşadıklarını hatırlaması gerek.
Çocuklar el bebek gül bebek yetiştirilmemeli, şımartılmamalı, her şey eline hazır verilmemeli. Yoksa büyüdüklerinde tedirgin ve pısırık olurlar ve dolayısıyla hayatta kalma savaşında çok zorlanırlar. Maalesef bizim kültürümüz çocuklara bu yetenekleri kazandırmaktan uzak.
Milli Eğitim’in prensibi de bu olmalı bence. Ülkemizde okul öncesi eğitimin önemi hala anlaşılmadı. Sınav sistemlerini değiştirmekle uğraşıyoruz. Asıl olan alt yapımız yani 0-6 yaşın geleceğe hazırlanması olmalı.”
Batı felsefelerini Türk kültürüne uyarlıyoruz
“Creative Curriculum felsefesi her çocuğun farklı olduğunu ve bu farklılığa saygı duyulması üzerine kurulmuştur. Okul öncesi dönemde bütün çocuklar birbirlerine benziyor olsalar da öğrenme yöntemleri, ilgilerini çeken konular, aile ve kültürel yapıları farklılıklar gösterebilir. Çocuğa ulaşabilmeniz için onu ve yaşam ortamını çok iyi anlamanız gerekmektedir. Dans eden ve hareketli bir çocuğu öğrenme sürecinde oturmaya zorlamanız onu köreltecektir.
Waldorf ve Montessori gibi uygulamaları ise tepeden inme uygulamamız imkânsız.
Toplumsal ve kültürel yapımız böylesine keskin bir geçişe izin vermiyor. Bütün gün okulda bahçede, doğada zaman geçiren, oyun oynayan ve çözüm üreten çocuk eve geldiğinde annesinden şöyle bir yorum duyabiliyor: “Bugün hava biraz soğuktu, dışarıya çıkmak istemedim. Sen üşümedin değil mi?”
Böylesine esnek bir çocuk gelişimi felsefesini okulumuzda uygularken, mevcut sorunlara cevap vermek gereksinimi doğdu. Bizler Cansın Preschool’da Waldorf ve Montessori felsefelerini özel tasarlanmış projelerle, kendi kültürümüze adapte ederek çocuklarımıza ve ailelerimize yaşatmak istiyoruz. Ama burada asıl sorun yaşadığımız şehir ortamının bu felsefelere uygun olmaması. Biz bu felsefeleri karşılaştırıp Türk toplumunun değişen siyasi ve toplumsal yapısına ve ayrıca şehir hayatına uyarlamaya, bölge insanın ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye çalıştık.
Ülkemizde merak eden, özgüvenli, sorgulayan, itiraz edebilen, hayal kuran ve sorumluluk bilinci gelişmiş çocuklar çok nadir gözlemlenmekte. Doğu toplumu olmamızın verdiği özellikler sebebiyle bireyselliği ön plana çıkaramıyoruz. Duygu yoğunluğu ve stresin çok fazla olduğu yaşamımızda, gelecek kaygılarıyla çocuklarımızı aşırı korumacı bir şekilde yetiştiriyoruz. Çocuklarımızı bir uzantımız gibi görüyoruz. Merak eden, sorgulayan, itiraz edebilen, hayal kuran ve sorumluluk bilinci gelişmiş çocuklar yetiştirmeye çalışmalıyız.”
Çamaşır çitilemek
“Türkiye’de artık alışılagelmiş eğitim uygulamaları yerine yeni projeler üretilmeli. Biz bunu yapıyoruz. Bu amaçla 20 tane yeni proje ürettik.
Çocuklarla beraber bir tartışma ortamı oluşturup, eskiden insanların nasıl yaşadığını konuşuyoruz. Bahçeye çadır kurup, çadır hayatını deneyimledik mesela. Deprem olduğunda evde değil çadırda kalıyoruz şehir ortamında bile.
Eskiden çamaşır makinesi yoktu ve kirlilerimizi çitileyerek temizlerdik. Kurutmak için mandalla açık havaya asardık. Çocukların en ilgisini çeken projelerden birisi çamaşırları elde yıkamak oldu.
Çocuklar evlerinden bir kaç kirli çamaşır getirdi ve kız, erkek beraberce bahçede leğenlerin içinde çitileyerek temizledir. “Çitilemek” kelimesini bilmiyorlardı, bu faaliyetimizde öğrendiler. Çamaşırı sıkmak için karşılıklı merdane hareketini yapmaları gerekiyordu. Burada kimin hangi tarafa döndüreceğini bulmaya çalışırken çok eğlendiler. Asmaya giderken temiz çamaşır yere düştü ama sabırlı bir şekilde gidip tekrar yıkadılar. Mandalla çamaşır asmayı deneyimlediler. Arada bir bahçeye çıkıp çamaşırları kurumuş mu diye kontrol ettiler. Çok öğretici ve eğlenceli bir çalışmaydı.”
Anaokulu totemi
“Başka bir projemiz ise anaokulumuz için bir totem hazırlamamızdı. Totem projemiz çok yönlü kazanımları olan, en ufak detaylarının incelikle tasarlandığı bir proje. Bahçemizde bulduğumuz yapraklar, meyveler, kozalaklar vb. şeylerle yaptığımız bir elişi çalışmasıydı bu.
Amacımız; okulumuzu temsil eden, sihirli güçleri olan ve bizi koruyan (doğu temaları) bir totem yapmaktı. Çocuklar bütün materyalleri bahçeden topladıktan sonra, kendi başlarına çok az bir yapılandırma süreciyle totemi bitirdiler. Kendileri iş bölümüne ve işleyişe karar verdiler. Proje sürecinde tartışmalar, itirazlar oldu. Tam bir takım çalışması idi.
Proje doğu mistizmi ile birey olmada bir geçiş olacaktır. Tamamen doğadan toplanmış materyaller ve kolektif öğrenme süreci ile yapılmış bir proje. Okulu temsil eden ve sihirli bir gücü var.
Bu tip projeleri arttırarak ve ailelerle işbirliği yaparak öz güvenli, merak eden, doğayı bir çözüm kaynağı olarak gören çocuklar yetiştirmek istiyoruz.”
Aileler ne yapmalı?
“Bu projeler okul ve aile arasında işbirliği ve anlayış gerektiren projelerdir. Yuva ve aile ortamları farklı olmamalı. Ailelere de çocukları ile kendilerini temsil eden bir totem yapmalarını söyledik. Böylece aynı dili konuşuyor oluruz. Hayvan barınağı yapacağız ayrıca, aile de çocuklarıyla aynı faaliyeti yapabilir.
Okulumuzla ilgili bazı çalışmalara aileleri de dâhil etmeye çalışıyoruz. İmece yapıyoruz mesela. Ailelerin katılımı ile okulumuzun duvarların boyadık. Dedeler, büyükanneler de geldi. Bu tip projelerle hem eğitmenler hem de aileler yavaş yavaş istediğimiz yaşam ve eğitim biçimine alışır.”