Hayata bir şans ver!

Bazı şeyler yolunda gitmeyebilir, gitmek zorunda da değil. Yaşam denilen sahne, gelgitlerimiz ile şekil alan bir alandır yalnızca. Bazen farkında olmak ya da hayatı derinden hissedebilmek için gereklidir de.

Hayata bir şans ver!

Hayata bir şans ver!

Güzel bakmakla, barışık olmakla ilişkilidir. Her ne olursa olsun, tekrar tekrar hayata merhaba demektir yeniden. Yüreğindeki pencereni sonsuza kadar açmaktır mutluluğa, kollarını açtığın gibi göğe. Ve şükretmektir varlığına, sana bahşedilen nefes alışlarına.

O gün Gita, ani bir kararla yatağından fırladı. Artık olumsuz düşüncelerle meşgul olmayacak ve etrafındakilere olumlu enerji saçacaktı. Karşı komşusundan başladı işe. Eskiden domuz gibi gördüğü o meymenetsiz suratına bugün gülümseyecekti. Belki ters tepki verebilirdi, çünkü şu zamana kadar hiç anlaşamamışlar ve birbirlerini dinlemek için en ufak bir gayret bile harcamamışlardı.


Sorunun kaynağı da her ikisiydi tabi ki. Yola gelmeyen, yoldan çıkmış iki yabancı, iki düşmandılar adeta. Kapıyı çaldı, çaldı, çaldı; açan olmadı. Geriye döndü. Annesinin, ısrarlarına rağmen çikolata almadığı küçük kızı gibi dudağını büktü. Oysa içindeki coşku öyle büyüktü ki, çocukluğunda olduğu gibi yine küsmüş, kabuğuna dönmüştü kapılar ardında. Bir gözyaşı aktı, mini minnacık top gibi süzülüverdi o elma elma yanağından.

Hırçın bir kız olsa da gönlü nasıl hassastı, dokunsanız kırılacak kadar narindi aslında. Evine girdi, mutfağa geçti. Kendine gelmek için ya da belki de bu iyimser tutumundan dolayı bir ödül niteliğinde bol köpüklü kahve yapmayı yeğledi kendine. Azıcıkta sevgi katmayı unutmadı içine. Bu eller var ya Gita, bu eller insanın ruhuna dokunmalı.

Kahveyi tatlandıran bir şeker değil ki, muhabbet en leziz şey hayatta. Sen bunun farkına belki de biraz geç vardın, ama olsun, vardın ya! Bugün Dorri’nin kalbini kazanamasan da yarın bu kahveyi beraberce içiyor olabilirsin. Evet evet bayan Gita, sabırlı ol, iyileştir. Kural bu, hep iyileştir. Bu neden önce sen olmayasın. Ah! Nasıl heyecanlandı Gita, nasıl yüzü değişti. Yalnız o mu? Tüm hayat görüşü değişmişti.

Aksi taraflarını ekarte etmeye kararlıydı bu defa. Kedisi Fol, simsiyah parlak tüyleriyle, büyük ela gözleri olan son derece insan canlısı, oyunbaz bir dosttu Gita’ya. Hemen sokuldu ötelerden, mırladı ve hatta üstüne tırmık bile attı ufaktan. Belli ki uzunca bir süredir ilgisiz kalmıştı. Gita, yoğun ve mutsuz çalışma hayatında ne çok şeylerden feragat ettiğini görmeye başlamıştı.

İyi ki de çıkmıştı o işten, yaklaşık üç yıl süren yoğun tempolu iş serüveni bir anda kapanmış, kendini evinde yapayalnız bulmuştu. Üstelik çalıştığı yerden tek bir kimsenin neden çıktığına dair onu arayıp sormamasına da içerlenmişti. İşte bu yüzden bütün gece, o kadar emek verdiğini düşündüğü insanlardan bir yakınlık göremediği için bölünmüştü uykuları. Ve yine bu yüzden hatayı önce kendinde görmesi gerektiğini anlamıştı. Kalpler yalan söylemez Gita, elbet bir gün doğruyu görür.

Beni, ailemi bir başka hayal ediyorum şimdi. Defalarca arayan ve yüzüne telefonu kapatmak zorunda olduğum annemi en son tam olarak ne zaman dinlediğimi bile hatırlamıyorum. Babamın vefatından sonra yaşama karşı küçüldükçe küçüldük. Bir fındık tanesi kadar olduk şu koskoca dünyada. Koltuk değneklerine sarıldık birbirimizin yerine. Koptukça koptuk, sonunda sarılacak hiçbir şey kalmadı elde. Ne içindir insanın çabası. Daha iyi yaşamak için değil mi Gita? Daha iyi yaşayabildin mi?

Bazen hayat kendine uydurmaya çalışır insanı; oysa insan kendine uydurmalı hayatı. Çizgilerini kimin oluşturduğu önemlidir. Sen ya da ben aslında çok şey fark eder! Fol, her ne kadar uysal bir kedi olsa da onun da kuralları var. Dorri, çizgisine Gita’yı sokmuyor, Gita da öyle. Dorri, komşuluğun veyahut dostluğun bir adım atsa oluşabileceğinden hala habersiz. Gita, işinden çıkmasa bir arayış içerisinde belki de olmayacak, not defterlerini karalayıp, kendiyle bu denli yüzleşmeyecekti.

Yirmi dört yaşındayım. Hayatıma giren insanları buna ailem de dahil tahammül edemeyecekleri ölçüde uzaklaştırıyorum kendimden. Bunu kasıtlı olarak yapmıyorum. Küçüklüğümde kedim Fol’dan daha düşkündüm insanlara. Evimize gelen misafirleri rahat ettirmek ve kalmalarını sağlamak için kaç takla attığımı biliyor musunuz?

Yemediğim kurabiyeyi yakınlarıma vermeyi seve seve… kısaca ben paylaşmayı bilirdim önceleri, aksi biri değildim. Ne oldu bana, en son ne zaman insanların dilinden anlamaz oldum. Dinleyin beni, tüm açıklığımla anlatmak istiyorum: Bir erkek kardeşim var, daha doğrusu vardı. Şimdi yaşasaydı yirmili yaşlarında olacaktı. Yaklaşık on altı sene önce yaşadığımız o günü anımsadıkça aynı duygularla doluyorum.


Herkes suçluydu o an. Kimse ona yardım etmedi, elini uzatmadı. Saniyeler içinde gitti aramızdan. O duygusuz insanlar gözümde hiçlikle, değersizlikle kaplandılar. Ben küçük bir kızdım, yüzmeye olan ilgimi fark eden babam, ufak tefek yerlerle yetinmeyip, spor akademisine yazdırdı beni. Önceki okulumda arkadaşlarımdan ayrılmak zor gelse de bir süre sonra yüzmedeki performansımla daha fazla adapte oldum yeni okuluma, arkadaşlarıma. Herkes tarafından seviliyor ve kabul görüyordum.

Erkek kardeşime gelince o benim bu hayatta en erken kaybettiğim ve sonrasında kaybetmeye mahkum olduğum ilk değerdi. Onunla beraber hayatımdan önce suya olan bağlılığım gibi tüm bağlarda kopup gitti. Suyun derinliğine önce kardeşim sonra ben indim. O gün pek çok insandan daha neşeliydim. Bir gün sonraki müsabakalar için beni seçmişlerdi. Herkesi durduk yere kucaklıyor, yerimde duramıyordum.

En yakın arkadaşım Mana, dürtülerimi kontrol etmem için beni sürekli yatıştırmaya çalışıyordu. O küçücük haliyle ne de olgun ve sakin bir kızdı. Yousef ise, seçilemediği için kıskançlıktan kuduruyordu. Aklımda kalan bir sandalyenin üzerinde dudağını kemiriyorkenki haliydi. Yine de ona kızamıyordum. Mana’ya Yousef’i yanımıza çağıralım, korkarım dudaklarını yerken kendini iyice kaybetmesin yoksa arkadaşımızdan eser kalmayacak demek olmuştu. Tabii işin şakasıydı bu, çocuk aklı.

Öyle düşünüp Yousef’i hem yanımıza getirmeyi hem de ikna etmeyi başarmıştık. O an yüzündeki tebessümü olduğu gibi yine hatırlıyorum. Sonra ne olduysa o gün oldu. Mutluluğumuz fazla sürmedi. Ailem geldi beni ziyarete. Antrenörümüz babamla görüşmüş, benden umutlu olduklarını, geleceğin büyük şampiyonu olacağımı falan söylemiş. Babam bunları söyleyince mutluluğum iki kat arttı, ne yalan söyleyeyim, kendimden o derece beklenti içinde değildim. Bir de böylesine ağır eleştiriler yapan, son derece disiplinli bir antrenörden bunları duymak şaşırtıcıydı.

Her ne olduysa o sıralarda gerçekleşti.

Keşke o gün ben seçilmeseydim, bu mutluluğu yaşamasaydım diyerek hayıflanıyorum. Benim yerime o üzgün Yousef seçilseydi, ailem beni görmeye gelmeyecek, bugün kardeşim hayatta olacaktı. Cansız bedenini sudan çıkarmakta geciken herkes gibi ben de suçluydum. İyi bir yüzücü olmanın artık bir değeri kalmamıştı. Kardeşimi kimse görmemiş, o yardım isteyen çırpınışlarını kimseler duymamıştı.

Bana bahşedilen bu yetenek benim mutsuzluğum olmuştu sonunda. Hayatımdan her şeyi ve herkesi bir bir çıkarmakta gecikmemiştim. O saatten sonra bu hayatta yapayalnızdım. Kanadı kırılmış bir kuş gibi sekmeye başladım. Bir daha hiç yüzmedim. Bir yandan acısını içine gömmeye çabalayan ailemi dahi ittim sınırlarımdan. Gördüğümüz terapi ve tedavilerle şu gün ancak bu kadar iyiyim. Daha da iyi olabilir miyim?

Belki hayır ama yine de hayata bir şans vermeye kararlıyım başta söylediğim gibi. Hayatta her ne olursa olsun, olmasını istediğimiz şeyler dışında gelişiyor bazen. Hiçbir şey planladığımız şekilde sonuna kadar gidemez. Bir son var elbet, bu belki yakında belki de uzakta bir ihtimal. Ama her zaman mümkün. Umarım hayatta onarabileceğimiz bir şeyler kaldıysa eğer, onlarla da başa çıkabilme gücünü de gösterebiliriz.

Aradan iki gün geçti. Dorri’yle çok iyi arkadaş olduk. Yalnız kapısını birkaç kez aşındırmak zorunda kaldım. Kayıtsız kaldığım annem meğer çok doluymuş, kendi içinde yaşadığı duyguları kimseyle paylaşmak istememiş. Bana açılmakta bile zorlandı ama öylesine rahatladı ki içini dökünce. Babacığım, onu da kardeşim kadar çok özlüyorum.

Hiç unutmadım, hani beni ikna edebilmek, tekrar hayata döndürebilmek için söylediğin sözü: Bir trenin yolcusuyuz hepimiz. Hayatımızda önce anne babamız yer alıyor, sonra kardeşlerimiz, daha sonra akraba, arkadaş, eş, dost derken, an geliyor; o tren yolculuğuna dahil ettiklerimiz kadar duraklarda indirmek zorunda olduğumuz yolcular… dilerim senin yolculuğun yolculukların en güzeli olsun. Sakın üzülme! Yoksa nerede olursam olayım ben de üzüleceğim ona göre.

Hayata merhaba diyeli beş gün olmuş. Mana ile Yousef’i buldum. Mana, beni aklından hiç çıkarmamış, ailesi de benden etkileneceği endişesiyle çocuklarını uzak tutmuş. Yousef iyi bir yüzücü şimdi. Birçok kupalar almış. Bunu bana ve Mana’ya borçlu olduğunu söyledi. Antrenörümüz’e henüz ulaşamadım. Ama iş arkadaşlarımı daha da fazla beklemeden ben aradım. Sesimi duyduklarına sevindiklerini ve en kısa sürede görüşmek istediklerini söylediler. Beni ilk defa bu kadar sakin bulduklarını ve hayatımdaki değişimin sebebini merak ettiklerini eklediler.


Sanırım iyileşiyorum. Yaralarımı sarmak için kendime bir yol buldum. Babamın kastettiği yolculuğumda artık hangi yöne gitmem gerektiğini öğreniyorum. Tekrar Merhaba Hayat! Tekrar Merhaba!

Beni hiç tanımamış olan sana... Karşılıksız bir aşk'ın ne demek olduğunu bilir misiniz? Çok küçük yaşlarda birine duyulan sevginin tanımsız ve belki de imkansız halini.

Stefan Zweig’den bilinmeyen bir kadının mektubu


Aylin İçsel
İnsanın en büyük pratiği kendi hayatıdır, derler. Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her doktrin muazzam mucizelerle dolu biz insanlara münhasırdır. Benimse en büyük meramım, derin bir insan sevgisi ve anlayışı, bütün insanlara duyulan kardeşlik ruhu; insanların mutabakat içinde olmaları, dünyayı daha iyi algılayıp, daha yaşanılır bir yer olmaya muktedir, düşüncelerin özgür, barışın ve insanlığın hüküm sürdüğü, çocukların mutlu yaşadığı bir dünya inancı ve de hayalidir. Yazmaksa, olup bitenler karşısında herkesin sesi olmak, kıyılardan geçip, sokağın en işlek caddelerinden dokunmaktır hayata... Yaşamın kendisine karışmak ve keşfetmek tutkusudur. Varoluşun en derin sebebidir yazmak...