Pek çok makalesi bulunan ve yazıları binlerce kez okunan Cem Özüak ile bestseller kitabı Metropol Dervişi ve yaşam üzerine keyifli bir röportaj…
Yazar kitabında çağımızın en önemli sorunlarından biri olan kurumsal kölelik kavramını farklı bakış açıları ile bütünsel olarak inceliyor ve bizlere akıllı seçenekler sunuyor. Aynı zamanda kişisel gelişime yönelik değerli bilgilerini de okurlarıyla eğlenceli bir şekilde paylaşıyor.
Röportaj: Cem Özüak
Kitabınıza “Metropol Dervişi” adını vermenizin nedeni nedir?
Cem Özüak: Eskiden Anadolu’nun her yerinde dervişler vardı. Yunus Emre hocası Taptuk Emre için 40 yıl boyunca odun taşımıştır. Anadolu’da buna benzer pek çok derviş hikayesi vardır. Buradaki amaç ermek ve böylece hakikate ulaşmaktır. Günümüzde ise artık bildiğimiz manada dervişlik kalmadı ama hepimiz aslında farkında olmadan hayatlarımızı tıpkı bir derviş gibi yaşıyoruz. Özellikle şehir hayatında çilelerini çeken dervişleriz biz.
Evladı 40 derece ateşle evde yatarken iş yerinden izin alıp gidemeyen annenin durumu mesela. Ya da İstanbul trafiğinde çilesini çeken dervişler. Eskiden çilehaneler vardı, küçücük odalara girerlerdi insanlar ve ermeye çalışırlardı. Fakat şimdi onlar yok ama 1+0 daireler var, çilemizi bu küçücük dairelerimizde çekiyoruz. Ve hayatımız o satın aldığımız dairenin borcunu ödemeye çalışmakla geçiyor. Şimdilerde iki kat fazla çile çekiyoruz. Gelecek kaygısı ile dolu çilemiz. Tabi erme kısmı yaşadılarından dersler çıkartabilenler için geçerlidir.
Modern kölelik de nedir?
Modern kölelik kavramını nasıl açıklıyorsunuz? Özgürleşmek nasıl mümkün olur?
Cem Özüak: Modern kölelik kavramını açıklamadan önce klasik kölelik kavramından bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz eskiden köleler ve sahipleri vardı. Ve köleler aslında sahipleri tarafından çok iyi bakılıyorlardı. Çünkü köleler çok para verilerek satın alındıkları için sahipleri onların başlarına bir şey gelmesini istemezlerdi. Dolayısı ile el bebek gül bebek bir şekilde beslenirlerdi. Ayrıca bir çok kölenin de köle olmaktan yana şikayeti yoktu.
Herhangi bir gelecek kaygıları olmadan sahipleri tarafından bir çok ihtiyaçları karşılanıyordu. Bu anlamda bugünkü kölelere göre psikolojik olarak çok daha fazla rahatlardı. Günümüzde ise sahipler kölelerin her ihtiyaçlarını karşılamıyorlar. Sadece belli bir para karşılığında sınırlı bir zaman için onların iş güçlerini satın alıyorlar. Fakat bu sınırlı zaman her ne kadar modern dünyada kırk saat diye niteleniyor olsa da günümüzde fazla mesai gibi bir takım olumsuz koşullar neticesinde iş bulabilen bir çok kişi haftada saatlerce çalışmak zorunda kalıyor. Ama eskiden böyle bir şey yoktu.
Eski köleler şimdiki kölelere göre çok daha şanslıydı. Ayrıca eskiden daha fazla sahip, daha az köle vardı. Şimdilerde ise neredeyse toplumun tamamı köle olmuş durumda. İşin en üzücü tarafı da köle olduğumuzun farkında değiliz. Bu tanım bence modern kölenin tanımlama kapsamına giriyor. Ve devamlı bize verilen ve gösterilen bir takım hedeflere ulaşmaya çalışıyoruz.
İnsanlar evleniyorlar, böylece eve iki maaş giriyor. Maaşın birini yeni bir arabaya veriyorlar ve bundan sonraki 48 ay o yeni arabanın taksitlerini ödemekle geçiyor. Arabanın taksiti bittiğindeyse daha farklı hedeflere yönlendiriliyorlar. Böylece bütün hayatları köle gibi çalışmak ve bir şeyleri elde etmek için çabalamakla geçiyor. Fakat eski kölelere göre çok daha fazla kaygı içerisinde bir hayat yaşıyorlar.
Cem Özüak: Hepimizin algıları işgal altında!
Özgür olduğumuzu düşüyoruz ama maalesef hepimizin algıları işgal altında. Ve bir şekilde yönlendiriliyoruz. Amigdala duygusal olarak bir şeye bir nesneye sahip olmak istiyor. Bu bir otomobil, bir ev ya da son model bir cep telefonu olabilir. Ondan sonra da kortekse talimat veriyor. Korteks de bu yeni cep telefonuna sahip olmak için gereken mantıksal açıklamaları buluyor. Ve kişi bir sürü borcu varken yeni bir cep telefonu taksitine de böylece girmiş oluyor. Yani günümüzde bir çok akıllı insan bir çok aptalca şey yapıyor diyelim. Böylece kölelikten kurtulamıyoruz. Satın aldığımız metaların kölesi oluyoruz.
Beynimiz nasıl çalışıyor?
Duygularımızı ve mantığımızı dengeli bir şekilde yönetebilmenin yolları neler?
Cem Özüak: Az önce korteks ve amigdaladan bahsetmiştim. Beyin son dönemde üç parça olarak ele alınıyor. Birinci parça sürüngen beyin; bu bizi hayatta tutuyor ve tehlikeden kaçınmamızı sağlıyor. İkinci parça, ortada yer alan amigdala denilen bölüm. Aslında ona limbik sistem demek daha doğru olur; amigdala, epifiz bezi, hipokampus gibi bölgelerin yer aldığı bölüm. Duygularımızı ağırlıklı olarak limbik sistem idare ediyor.
Üçüncü aşama da mantık yani üst beyin bölümüdür. Buna da korteks diyoruz. Fakat pek çok alışverişimizi yaparken ve kararlarımızı verirken her ne kadar düşüncelerimizi mantıksal bir süzgeçten geçirsek de duygularımızın etkisi altında kalıyoruz. Bunun önüne geçmenin sadece tek bir yolu vardır, o da farkında olmak. Yani acaba korteksimiz gerçekten mantıklı bir şekilde mi düşünüyor yoksa amigdalanın ısrarıyla o yeni otomobili almak için kendisine mantıklı bir takım nedenler mi bulmaya çalışıyor.
Eğer oturup bunun üzerine hakkıyla düşünürsek duygularımızın esiri olmaktan bir nebze olsun kurtulabiliriz. Homo sapiens düşünen hayvan demek değildir aslında, çünkü hayvanların hepsi düşünebilir. Yani düşünmek insanı hayvandan ayıran bir özellik değil. İnsanı hayvandan ayıran şey düşündüğünün üzerine düşünebilme kabiliyetidir. Yani düşündüğünü farkedebilme özelliği. Ne düşündüğün üzerinde düşünce üretebilirsen işte o zaman gerçek bir sapiens olursun.
Hayatta mutlu olmak istiyorsanız…
Kişilerin yaşam amaçlarını bulabilmelerinin kısa bir yolu var mı? Her zaman uzun süreçlere mi ihtiyaç duyuluyor? Bu durum nelerle ilişkili?
Cem Özüak: Bu durum kişiden kişiye göre değişir ama uygulamada benim gördüğüm kadarıyla yaşam amacı çok kolay bulunabilen bir şey değil. Bütün filozoflar, ‘eğer hayatta mutlu olmak istiyorsanız mutlaka bir amacınız olsun’ demişler. Yani hayatta bir amacı olan kişi mutlu kişidir. O yüzden ben de okuyuculara eğer mutlu olmak istiyorlarsa kendilerine bir amaç bulmalarını tavsiye ediyorum. Fakat özellikle genç yaşlarda kişinin kendisine amaç bulması çok kolay değil. Bu durum ilerleyen yaşlarda daha kolaylaşıyor.
Üniversitelerde seminerlere gidiyorum ve pek çok kişinin istediği bölümde okumadığını görüyorum. İstediği bölümlerde okuyanlar için de aynı durum söz konusu. Yarın öbür gün istekleri, hedefleri, idealleri değişebilir. Yani amaç bulmak bence çok kolay bir şey değil ve bunun için acele etmeye de gerek yok. Fakat bir insanın günümüz şartlarında en geç otuz yaşına gelene kadar hayattaki amacını bulmasında fayda var. Yoksa oradan oraya savrulur gider. Ayrıca insanlar kendilerine hedef belirlerken yeteneklerini değil de istedikleri şeyleri ön planda tutsunlar.
Bugün birçok anne baba çocuğunun sırf matematiğe yeteneği var diye onu mühendis yapıyor. Ama çocuk belki mühendis olmak istemiyor. Yani kişinin bir konuya yeteneğinin var olmasıyla o konuya arzu duyması, o konuyu istemesi ayrı şeyler.
Bu konuda yapılan bir çalışma var. Çocuk piyano çalmak için kursa başlıyor ve kursta başlangıç safhasında herhangi bir başarı gösteremiyor, iki üç tuşa ancak basabiliyor. FMRI cihazlarıyla çocuğun beynindeki hareketliliğe bakıyorlar. İlk derslerde çocuğun beyninin çok küçük bir kısmının hareket halinde olduğunu gözlemliyorlar. Ama dersler ilerledikçe beyindeki hareketli kısım da artıyor. Ve yıllar sonra çocuğun piyano çalarken beyninin tamamı hareketleniyor.
Aslında beyin bize şunu söylüyor: ‘Benden bir yetenek iste, hangi yeteneği istersen iste ama onun üzerinde çalış ve kendini geliştir, ben sana o yeteneği veririm ve mutlaka ilerlersin.’
Kaybetme korkusu
Kaybetme korkusunun altında yatan neden nedir?
Cem Özüak: Egodur. Çünkü ego hep sahip olmak ister. Egodan kastım burada benlik bilinci. Ben sahip olma arzusu içerisindedir. Aslında ego kişinin içerisindeki tanrısallığın sadece bir kısmıdır. Çünkü tanrısallığa baktığımızda tanrının iki yönü olduğunu görüyoruz. Hem alıyor hem de veriyor. Alma yönü de var, verme yönü de var. Ego daha çok işin alma yönüyle ilgileniyor. Yani sahip olma yönüyle ilgileniyor. Ama verme yönü de son derece önemlidir. Kaybetmekten korktuğunuz bir eşyanızı eğer verebiliyorsanız korkmadan, işte o zaman içinizdeki o tanrısallığı da tam anlamıyla açığa çıkartmış oluyorsunuz.
Empati ve ayna nöronlar
Karşımızdaki kişi ile iletişim kurabilmemiz için o kişinin kanalına ayarlanmaktan bahsediyorsunuz, bu nasıl mümkün olur?
Cem Özüak: Aslında bunu farkında olmadan ayna nöronlarımız vasıtasıyla yapıyoruz. Ayna nöronlar bizim empati nöronlarımızdır. Mesela karşınızda kolu kanayan ya da kolu kesilen birini görseniz sanki kendi kolunuz kanıyormuş gibi acı çekersiniz ya işte bunu sağlayan şey ayna nöronlarımızdır. Böylece empati yapmış oluruz.
Dolayısı ile kendi ayna nöronlarımız ile karşı tarafın ayna nöronlarını bir arada çalıştırmamız ve ona rezone olmamız lazım. Bunun için de aynalama yapmamız gerekiyor. Beden dilimizi karşı tarafın beden diline göre ayarlamalıyız. Buna ek olarak seçtiğimiz ve kullandığımız kelimeleri karşı tarafın kelimelerine uygun olarak seçmeliyiz.
Diyelim ki karşımızda bir CEO var ve sık sık takım çalışması ve küreselleşme terimlerinden bahsediyorsa konuşma sırası bize geçtiğinde biz de o kelimelerle konuşmalıyız. Ama takım çalışması yerine ekip ruhu dersek, küreselleşme yerine globalleşme dersek aynı şeyi söylediğimizi zannederiz fakat karşı taraf bizi kendisine yakın olarak algılamayacaktır.
Empati yapan kişiye empat denir. Örneğin çok iyi empatlar kendi nefes alış verişlerini dahi karşılarındaki kişinin nefes alış verişlerine ayarlayabilen kişilerdir. Zaten yeni kitabımda da bu konuya değiniyorum. Kısmetse 2018 yılı içerisinde yayınlanmış olacak.
Kendi değerini bilmek ve yansıtmak
Kişinin sunacağı bir şeyin değerini en iyi şekilde yansıtabilmesi nelerle ilişkilidir? İyi bir sunum nasıl yapılır?
Cem Özüak: Aslında bu tanıtımla ilgilidir. Hem tanıtımı çok iyi yapması hem de mesajın doğru yere gitmesi gerekiyor. Bugün değerli bir taşın fiyatını en iyi bir sarraf bilebilir. Ama siz değerli taşınızı gidip bir bakkala satmaya çalışırsanız bakkal ona hakkını veremeyecektir. O yüzden bir kişi her şeyden önce kendi değerini bilebilecek insanlarla bir arada olmalı.
Ayrıca eğer kendi kişisel değerini yükseltmek istiyorsa yine aynı şekilde kendi kişisel değerine uygun kişilerle görüşmelidir. Onun değerini düşürecek değil yükseltecek ortamlarda bulunması gerekiyor. Herhangi bir ürün ya da hizmetini sunacaksa yine aynı şekilde onun değerini iyi şekilde tanıtabilmesi gerekiyor. Eğer tanıtamazsa karşı taraf bunun değerini anlayamayabilir. Bunun için de günümüzde halkla ilişkiler, tanıtım, reklam gibi mecralardan faydalanılabilir.
Bilgelik yolu
İnsanı bilge olmaya götüren yol nedir?
Cem Özüak: İnsanı bilge olmaya götüren yol hayatın kendisidir. Ama bu yolda ilerleyebilmenin koşulu sorular sormaktır. Soruları ne kadar çok sorarsanız ve cevaplar ararsanız bilgelik yolunda o kadar hızlı ilerlersiniz. Tabi bilgelik yolunda ilerlemek için önce filozof olmanız lazım. Çünkü bir filozof soru soran kişidir. Bilge ise cevapları bulan kişidir. Cevapları bulabilmeniz için önce soruları sorabilme kabiliyetine sahip olmanız gerekiyor.
O yüzden bilgeliğin yolu filozofiden geçer. Filozofi düzenli ve sistematik soru sormaktır aynı zamanda. Yani gelişigüzel ve faydacı soru sormak değildir. Burada hangi konuda bilge olmak istediğiniz de önemli. Mesela bir Karl Marx pratik felsefecidir ve insanoğlunun hayatı ve sosyal yaşamı ile ilgili sorular sormuştur. Ama Sokrates ya da Platon varlık felsefecisidir dolayısıyla hayatın varlığı ve anlamı ile ilgili sorular sormuşlardır.
Bu anlamda bilgelik kelimesinin tanımı da önemli. Kişi hayatla ilgili bilge olmak istiyorsa ben varlık felsefesi üzerine eğilmesini tavsiye ederim. Bir de bence şu önemlidir: Kişinin başına gelen problemlerden, sıkıntılardan olabildiğince erken dersleri çıkartabilmesi iyi olur. Maalesef bunu da bir çok kişi yapamıyor. Osho’nun sevdiğim bir sözü vardır. Der ki, ‘gençten aptal olan yaşlandığında akıllı olmaz sadece aptal bir yaşlı olur.’ Bilgelik yolunda önemli olan kişinin başına gelen olaylardan ne kadar erken ders çıkartabildiğidir.
Biyografi: Cem Özüak
Cem Özüak, 1978 İstanbul doğumlu. 1998’de Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf bölümünden, 2002’de Anadolu Üniversitesi İktisat bölümünden mezun oldu. 2011’de Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Uzun yıllar bankacı olarak çalıştı. Kişilerarası İletişim Uzmanı, Mentör, Yaşam ve Yönetici Koçu, Stratejik Pazarlama ve Yönetim Danışmanı olarak çalışmalarına devam ediyor. Kişi ve kurumlara iletişim eğitimleri veriyor. Cem Özüak aynı zamanda 2010 yılından beri İndigo Dergisi’nde yazmaktadır. Yazıları için tıklayın
Metropol Dervişi’ni D&R ve Kitap Yurdu‘ndan sipariş edebilirsiniz.