Ahlak, insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışların bütününe ahlak denir.
Tasavvufun gayesi de, kötü niteliklerden arınmak ve iyi huylarla bezenmektir. Bu bağlamda tasavvuf ehli, güzel ahlak ile tasavvufu değişik şekillerde birbirleriyle ilişkilendirmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Ebu Muhammed Griri: “Tasavvuf, her güzel huyu benimsemek ve her kötü huydan sıyrılmaktır.”
Ebu Bekir Kettani: “Tasavvuf ahlaktır. Ahlaki açıdan senden üstün olan safa ve manevi temizlik açısından da üstündür.”
Ebu Muhammed Murtaış: “Tasavvuf güzel ahlaktır. Tasavvufun konusu “tahalluk ve tahakkuk”dur. Tahalluk, tasavvufun nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi tarzındaki eğitim boyutu; tahakkuk ise manevi yükselişten sonraki ledünni sırlara erişmek olan keşif bilgi boyutudur. Tahalluk, İslam ahlakını öğrenip benimsemek demek olduğuna göre tasavvuf ile ahlak ilmi iç içedir. Tasavvuf ıstılahaları incelendiğinde özellikle “makamlar” olarak ifade edilen kavramların sabır, şükür, rıza ve kanaat gibi ahlaki ilkeleri içerdiği görülür.“
Tasavvuf ve Ahlak
Tasavvuf gerçekte ahlaki bir yaşam tarzıdır. Bu anlayışa göre ahlak bakımından üstün olan tasavvufta önde olur. Tasavvuftaki ahlak anlayışı, insanın Yaratanına benzemesidir. Bunun için insan, Allah’ın güzel isimleriyle ahlaklanmalıdır.
Bu şekilde insan ilah karşısında temizlenmiş bir ahlaka sahip olur. Allah’ın isimleri sonsuzdur. Bunların en güzeli ise, özellikle Allah karşısında yerine getirilen huylardır. Eğer insan bu huyları iyice öğrenip yerine getirirse, onları varlıklara karşı nasıl uygulayacağını da öğrenir. Böyle biri hiçbir zaman yanılmaz ve aynı zamanda boş yere bir davranışta bulunmaz.
Tasavvuf ilah karşısında temizlenmiş bir ahlak olduğundan, bütün tasavvuf bir hikmettir. Dolayısıyla, tasavvuf ehli olmanın koşulu hikmet sahibi olmaktır. Eğer kişi hikmet sahibi değilse, kişinin kalbinde tasavvuftan bir pay ve nasip yoktur.
Tasavvuf ahlakının kişide olgun hale gelmesi için, kişinin tam bir marifete, üstün bir akla, gaflette olmamaya ve kendisi için sağlam bir ağırbaşlılığa ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde, nefsani gayeler insanı hükmü altına almaz. Bu durumda olan kimseler, Kuran-ı Kerim’i kendilerine önder yapanlardır. Bu kimseler, kendilerinin Kuran’da hangi özelliklerle tasvir edildiklerine bakarlar ve bu özelliklere göre davranırlar.
Tasavvufu bu şekilde ele alanlara bu yol kolaylaştırılır. Bu durumda olanlar kendiliklerinden bir takım hükümler ortaya atmazlar. Bu hususta, Allah’ın Kuran’da belirttiği ölçülerin dışına çıkmazlar. Çünkü ayetlerden kendiliklerinden hüküm çıkaranlar aşağıdaki ayetlerin hükümlerine muhatap olurlar:
“De ki, Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi? Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı.” (Kehf Suresi, ayet 103-104).
Allah’ın Kuran’da koyduğu ölçülerin dışına çıkarak kendiliklerinden hüküm çıkaranlar için kıyamette terazi konmayacaktır. Yani onları affettirecek başka amelleri veya Allah’ın af etmesi gibi yardımlar göz önüne alınmayacaktır. Bu kişiler kendi yaptıklarından başka bir şeyle azap edilmeyeceklerdir.
“… iyilik altında yaptıkları bütün ameller boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.” (Kehf Suresi, ayet 105)
Bugün maalesef, Kuran ayetleri hakkında kendiliklerinden hüküm çıkaranlar mevcuttur. Örneğin “Kabir azabı yoktur”, “Hurilerle evlenme diye bir şey yoktur”, “Şefaat diye bir şey yoktur” diyenler, yukarıdaki ayetlerin hükmüne muhatap olacaklarını unutmasınlar. Onun için, yol yakınken, yaptıklarından tövbe ederek doğru yola yönelmelidirler.
Tasavvuf, Allah’ın güzel isimleriyle ahlaklanma olduğuna göre, bu yolun ehli olan Sûfi’nin de ahlakı, Allah’ın yaratıkları karşısında, Kuran’da Hakk’ın belirlediği ölçülere göre davranma olmalıdır. Buna göre, Sûfi için Kuran ile ahlaklanma esastır. Bu şekilde Sûfi, sınırda durmasını bilir ve nefsani hastalıklardan kurtulur. Bu bağlamda tasavvuf onun için, Kuran’dan başka bir şey değildir. Allah Teala’nın Kuran’da koyduğu kuralların dışına çıkılmamalıdır. Çünkü bu kurallarda birçok hikmetler vardır. Bu hikmetler mümin için şifa ve rahmettir.
“Biz Kuran’dan iman edenler için şifa ve rahmet kaynağı olan ayetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını arttırır.” (İsra Suresi, ayet 82)
Sûfiler güzel ahlak sahipleridir. Onlar güzel ahlaka sahip olmada ve uygulamada yarışırlar. Çünkü biliyorlar ki “Senden daha ahlaklı olan kimse, tasavvufta senden öne geçmiştir.” Sûfilerin makamları tek bir kalp üzerinde toplanmıştır. Onlar hiçbir şeye sahip olmayı istemezler. Bu nedenle şu üç sahiplik ifade eden kelimeyi kullanmazlar: “li” (benim için), “indi” (bende), “metai” (benim malım). Sûfiler Allah’ın yarattıklarına karşı herhangi bir mülkün sahibi değillerdir. Örneğin İbn Arabi (ks) Hazretleri, kendisinin iki elbise kullandığını, fakat bunları bir arkadaşından ödünç aldığını söyler. Elbiseler eskiyince parasını arkadaşına öder ve yenisini ödünç alır. Böylece kendisine ait parayla satın aldığı bir eşyası olmaz.
Sûfiler üstün ahlak sahibi insanlardır. Onlar temiz insanlara karşı güzel ahlaklı olmayı prensip edinmişlerdir. Bu temiz insanlar, peygamberler, nebiler ve insan ve cinlerdeki velilerdir. Sûfiler, güzel ahlaklı davranmayı, insan ve cinlerin kötülerinin dışında kalan bütün hayvan ve bitkilere yaymışlardır. Bununla beraber, insan ve cinlerin kötülerine karşı da güzel ahlakla davranmanın yollarını aramaya gayret göstermişlerdir. Bu da, uygulamasına izin verilen güzel ahlaktan sayılır. Ancak doğru tanıklık yapmada veya ceza uygulaması söz konusu olduğunda gerekeni yapmaktan çekinmezler.
Hz. Peygamber (sav)’in Ahlakı
Peygamberimiz (sav) güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiştir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Sizin için Allah’ın peygamberinde güzel örnek vardır.” (Ahzap Suresi, ayet 21). Hz. Peygamber (sav) hayatında yalnız Allah ile ilgilenmiştir. Her yaptığı eylem, O’nun emir ve yasaklamasının hükmüyledir. Dolayısıyla, Peygamberin ahlakı Kuran ile birebir örtüşmektedir. Nitekim Hz. Aişe (rah)’ye Peygamberimizin (sav) ahlakından sorulunca şöyle demiştir. “Onun ahlakı Kuran idi.” Allah Teala da, Kuran’da kendisini överek şöyle buyurmuştur: “Sen elbette yüce bir ahlak üzerindesin.” (Kalem Suresi, ayet 4).
Hadis, siret ve şemail kitaplarında Hz. Peygamber (sav)’in güzel ahlakı anlatılır. Bu anlatılanlara göre, Hz. Peygamber (sav) kendi nefsi için hiçbir zaman kızmamış ve intikam almamıştır. Eşleri, çocukları ve sahabiler onun ahlakının güzelliklerini anlata anlata bitirememişlerdir. Hz. Peygamber (sav)’e çocukluğundan itibaren on yıl hizmet eden Hz. Enes (ra) şöyle ifade etmektedir: “On yıl boyunca ona hizmet ettim. Bu süre içinde bana hiçbir zaman kızmadı ve yaptığım veya yapmadığım bir işten dolayı beni azarlamadı. Yapmadığım işler için ‘Niçin yapmadın?’ diye sormadı.” Hz. Peygamber (sav) Uhud savaşında yanağı yarılıp, dişi kırıldığında kendisinden beddua etmesi istenmiş, fakat o bunu reddederek şöyle buyurmuştur: “Ben lanetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak davetçi ve alemlere rahmet olarak gönderildim.”
Hz. Muhammed (sav), kendisinin güzel ahlakının Rabbinin te’dip (terbiye etmek) ve terbiyesinin eseri olduğunu ifade etmiştir.
Çevresinde bulunan insanlar onun güzel ahlakından etkilenerek nefislerini onu örnek alarak terbiye etmişlerdir. Peygamber ve Veliler gibi ilim ve irfan sahibi kişilerin güzel ahlakı, etrafındaki insanları etkisi altında bırakırlar. Böylece bu insanlar da, bu güzel ahlakın sirayet etmesiyle güzel ahlaklanırlar. Gazzali (ks) “Haller saridir” sözünü bu anlamda söylemiştir. Tasavvuf bir hal ilmidir. Dolayısıyla tasavvuf ehlinin halleri bulaşıcıdır. Kim onlarla beraber bulunursa, onların güzel ahlakından nasiplenebilirler.
Enes (ra) diyor ki: “Resulallah (sav) bana şöyle buyurdu: ‘Oğulcağızım, sen kalbinde hiç kimseye karşı kin ve düşmanlık beslemeden bulunmaya güç yetirebildiğin sürece öyle yapmaya devam et’ ve ekledi: ‘Oğlum, bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi ihya eden (yaşatan) beni ihya etmiş sayılır. Beni ihya eden de cennette benimle beraberdir.”
Sûfiler, Resulallah (sav)’ın sünnetini ihya etmişlerdir, yani onları yaşatmışlardır. Başlangıçta Resulallah (sav)’ın sözlerini, yolun yarısında onların anlamlarını içselleştirerek, sünnet olan fiilleri yaşatırlardı. Hallerinin sonuna doğru, onun ahlakı ile ahlaklanarak eylemlerinin semeresine ererlerdi. Hz. Muhammed (sav)’in varisleri arasında, kimin ahlakı Kuran olur ve Resulallah(sav)’ın sünnetlerini yaşatırsa, hiç kuşkusuz Hz. Muhammed (sav) i kabrinden diriltmiş olur. Bu anlamda, Hz. Muhammed (sav)’in vefatından sonraki hayatı, onun sünnetinin yaşatılması demektir.
Arif’in Ahlakı
Arif, Allah’ın güzel isimleriyle ahlaklanmış bir kişidir. Arif, marifete ulaşmış ve cem’ halinde Hakk ile beraber olmuş bir kimsedir. Onun himmeti bütün varlıklara etki eder. Bunda herhangi bir sınırlama yoktur. Bununla beraber, Arifin niteliği ve özelliği, alemdeki insan, cin, melek, hayvan gibi varlıklar tarafından bilinemez.
Arif zikir halindedir ve bu hali sırlıdır yani gizlidir. Arif’in Allah’ın varlıklarına dönük genel bir şefkati vardır. Hakk ile tartışmaz ve karşı koymaz. Hakk’ın iradesi ile hareket eder. Bunun nedeni, çirkin huylara karşı güzel ahlakı nasıl uygulayacağını bilmesidir. “Bismillah” kelimesi ile istediği her şey bu alemde meydana gelir. Bu onun himmetindendir. Allah’a karşı saygılı olduğundan hiçbir zaman “ol” kelimesini kullanmaz.
O daima Hakk ile beraberdir. Her şeyin bilgisi onda zevk yoluyla elde edilmiştir. Kemal nitelikleri ona aittir. Beş sayısının korumadaki makamını kendisi ve başkaları için kullanır. Hakk Teala’nın “Her yaratığa yaratılışını verdi.” (TaHa Suresi, ayet 50) ayeti gereğince, yaratılışını aşmaz. Onun bilgisinin nuru karşısında cehalet karanlığa kalmaz. Bütün işleri ilahi bir ifadeyle açıklar.
Arifin güzel isimlerle ahlaklanması, her ismin özelliğini insanlara karşı olan davranışlarda göstermesidir. Bir arifin ahlakı, kazanımın dışındadır ve gayretle elde edilemez. Allah onlara bu ahlakı bir ayrıcalık olarak verir.
Ahlakın kısımları
Ahlak üç kısıma ayrılır:
Birinci kısmı, bir varlığa karşı ahlaklanılabilen şeylerdir. Örneğin er-Rahim ismi böyledir. Bu isimle ahlaklanan kimse, varlıklara karşı acıyan, şefkatli ve merhametli olur.
İkinci kısım ise hem Allah’a hem de yaratılmışlar karşısında ahlaklanılan huylardır. Örneğin el-Gafur böyledir. Bu isimle ahlaklanan kimse, örten ve bağışlayan bir kişidir. Allah Teala, kullarına karşı kıskançtır. Onların kendisinin dışındaki şeyleri kalplerine koymasına razı değillerdir. Bu bakımdan el-Gafur ismiyle ahlaklanan kimse, Allah’ın kıskançlık duyabileceği şeyleri örter. Aynı zamanda varlıkların yaptıkları hataları bağışlar.
Üçüncü kısım ise, özellikle Allah ile ilgilidir. Bunların sayısı ise üç yüz tanedir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Allah’ın üç yüz ahlakı vardır. Onlardan biri ile ahlaklanan kimse cennete girer.” Bu üç yüz ahlakın biri ile ahlaklanmış olan veliler hakkında “Onlar Adem (as)’ın kalbi üzerindedir.” demiştir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Onlar, Allah’ın Adem (as)’a ihsan ettiği ahlak üzerindedirler. İnsanlardan yaratılışı kemal olgunluğuna erişmiş herkes bu üç yüz ahlakı kabul edicidir. Adem (as)’ın kemali gibi bir olgunluğa erişmemiş olanlar ise, kendilerine verildiği ölçüde bu ahlakı elde eder. Bu bağlamda, bazı kullar kamil iken bazıları daha kamildir.
Bu ahlaka ait cennet yalnız bu ahlak sahiplerine aittir. Bu cennetteki tecelliler diğer cennetlerde yoktur. Bunlar için bu ahlak, insanın kendisiyle kokulandığı bir kokuya benzer. Bu koku temiz bir şeyden çıkan kokudur. Bu kokuda, onunla sürünenin bir etkisi yoktur. Söz konusu olan koku, kendisinin özünün bir gereği olarak ortaya çıkar. Genel olarak ahlaklanma, ahlakın gerçekleşmesi için gayret göstermeyi gerektirir. Fakat burada böyle bir şey söz konusu değildir. Burada yapılan övgü, kokunun üzerinde bulunduğu kişiye yapılmış bir övgü değildir. Bu övgü kokunun kendisinedir. Bu özellikte olan her ahlak, bu üç yüz ahlaktan birisidir.
Bu huylara aşağıdaki örnekleri verebiliriz. Cömertlik (kerem), Allah’ın huylarından biridir. Kul onunla, yani kerem ile ahlaklandığında kerim diye övülür, çünkü kul cömertlik ile nitelenmiştir. Rahmet ile ahlaklanan kula rahim denilir. Çünkü kul merhametli olma ile nitelenmiştir. Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi, bu huylar ile nitelenen kullara fail ismi verilmez. Onun yerine nitelenen kimse adı verilir. Çünkü kulun bu ahlakın oluşu ile ilgisi yoktur. Bu ahlak, Allah’ın güzel isimlerinden olan el-Vehhab isminin bir ihsanıdır.
Bir başka rivayette, “Allah’ın Yüz On Yedi Ahlakı vardır” denir. Bu ahlak peygamberlere aittir. Peygamberlerin dışındaki kimseler bu konuda herhangi bir zevk sahibi olmasa da, onların mahiyetini bilebilirler. Bu huylardan birisi, tefriki (ayrım) delalet eden cem’ (birlik), tefriki içeren cem’ ve cem’i içeren tefriktir. Bu ahlak ile tekte çokluk ve çoklukta da tek idrak edilir. Bu ahlak, izzet, direnç, kerem ve hikmet mertebelerinde ortaya çıkar.
Bu huylara başka bir örnek, “örtülü nur” huyudur. Bu ahlak marifetlerin en çetinidir. Nurun örtülü olması mümkün değildir. Nur özü gereği perdeleri parçalar ve yakar. Öyleyse “örtülü nur” daki nuru perdeleyen örtü nedir? Mutasavvıflar, bu örtünün sen olduğunu söylüyorlar. Nitekim bir arifin bu konudaki şiiri şöyledir:
Sen gaybının sırrından kalbin perdesisin
Sen olmasaydın, ona mühür basılmazdı
Bu huylardan biri de, ait olduğu kimseye özgü eller ve kuvvet ahlakıdır. Ayrıca bunlardan biri de, sebepleri varlıklarda yok etme ahlakıdır. Bu söz konusu huylar en kamil bir şekilde, ancak o bölgeye hakim olan ruhanilikte bulunur. Tasavvufta biliniyor ki, yeryüzünün her parçasının kendisine has ulvi bir ruhaniliği vardır. Bu ruhaniliği o bölgenin kutbu temsil eder. O bölgede hakim olan bir hakikat, o bölgeye yardım eder. İşte bu hakikat ilahi ahlak olarak isimlendirilir. Bu bölgede bulunan ve bu ilahi ahlakla ahlaklanan kişiler o bölgenin direkleridir. O bölge, bu kişilerin manevi yardımıyla ayakta kalırlar.
Bu huyların bir takım mertebeleri vardır. Bunlardan herbirinin cennette bir derecesi vardır. Bu dereceye ancak bu ahlakla ahlaklanmış kişiler ulaşabilir. Bu huyların bazıları sadece peygamberlere, bir kısmı velilere, bir kısmı nebilere ve bir kısmı müminlere aittir. Bunlardan on dört tane huyu ise sadece Allah bilebilir.
Nebilik nedir?
Nebilik, Allah’ın belirlediği bir menzildir. Kul iyi ahlak sahibi olarak ve insanların çoğu tarafından beğenilen iyi işleri yapmakla o makama yerleşir. Yapılan işleri kalpler tanır, nefisler yadırgamaz, akıllar tarafından gösterilir, amaçlara uygundur ve hastalıklı davranış ve düşünceleri ortadan kaldırırlar. Bu mertebe “ilahi bildirim” mertebesidir. Hakk, bu mertebeye ulaşan kişiye halife ve naip (vekil) yapma gözüyle bakarsa, “emrinden olan ruhu” bu halifenin kalbine haber vermek üzere gönderir. İşte bu teşri nebiliğidir. Nebilik kıyamet gününe kadar yaratılmışlara yayılmıştır. Ancak şeriat getiren nebilik kesilmiştir. Yukarıda ifade edilen teşri nebilik, şeriat getiren nebiliğin bir parçasıdır. Çünkü Allah Teala’nın haber ve bildirimi alemden kesilmez. Çünkü alemin bekası için, onu besleyen gıda gereklidir.
“Deki: ‘Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.” (Kehf Suresi, ayet 109)
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman Suresi, ayet 27)
Allah bir şeyi var etmek istediği zaman, ona “ol” demesi yeterlidir. İşte bu, Allah’ın tükenmeyen kelimeleridir ve bütün varlıkların gıdasıdır. Bunun anlamı, Allah Teala, bütün varlıklar için sürekli olarak yeni şeyler yaratmakta ve yeni yaratılışlarla alemin bekası sağlanmaktadır. Her asırda gönderilen ve İslam dinini zamanın koşullarına göre anlatan müceddidler (yeni şekil ve biçim veren) bu bağlamda anlaşılmalıdır.
Ahlakın terbiye edilmesi
Nefislerin riyazat vasıtasıyla temizlenmesi ahlakın terbiye edilmesidir. El-Kuddus, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bu isimle temizlik, bütün temiz şeylere yayılmıştır. Her varlığın temizliği, kendi zatının (özünün) gereği olan temizliğe göredir. Buna göre, manevi ve maddi temizlik söz konusudur. El-Kuddus isminin temizliğinin bir yönü manevi, diğer bir yönü duyular alemindendir. Bazen temiz olan duyusal sebepler manevi temizlik meydana getirirler. Bazen de temiz olan manevi şeyler maddi temizlik meydana getirirler.
“O sırada size, yine katından bir güven ve esenlik olmak üzere bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın vesvesesini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.” (Enfal Suresi, ayet 11) ayeti birinci durum için bir örnektir. Buradaki manevi temizliğin sebebi, gökten suyun inmesidir. İkinci duruma örnek olarak şu hadisi verebiliriz:
“Ebu Hureyre (ra), cenabet olduğu için, saygı gereği elini Hz. Peygamber (sav)’den uzak tutunca, Peygamber şunu söylemiştir: Mümin necis olamaz.”
Bundan dolayı, müminin artığı ve teri temizdir. Bu da manevi temizlikten elde edilen maddi temizliktir. Diğer bir örnekte, şeytanın bulunduğu her vadinin necis olmasıdır. Mümin o vadide, şeytanın var olması nedeniyle hayır elde edemez. Hz Peygamber (sav) bir yer hakkında “Burası şeytanın bulunduğu bir vadidir” demiştir ve burada konaklamayıp başka bir yere gitmiştir.
Güzel Ahlak ile ilgili bazı İsimler
1) el-Hayiu, Allah’ın isimlerinden biridir.
Allah Teala’nın; “Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta ondan daha üstünü de misal getirmekten haya etmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır. Rablerindendir.” (Bakara Suresi, ayet 26) ayetinde bahsettiği Haya, imanın ve müminin niteliklerinden birisidir. Allah’ın isimlerinden birisi de el-Mümin’dir. Öyleyse haya sahibi anlamında el-Hayiu müminin bir özelliğidir. Çünkü bir rivayete göre haya imandandır ve bütünüyle iyiliktir. Buna göre haya ancak iyilik getirebilir.
2) Yapılan iyilikleri başa kakmamak ilahi bir ahlaktır.
Çünkü; “Ey iman edenler! Sadakalarınızı, Allah’a ve ahiret gününe inanmasına rağmen insanlara gösteriş için malını dağıtan adam gibi başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin.” (Bakara Suresi, ayet 264) ayetinde bu husus açıkça ifade edilmektedir. Başa kakmamak ilahi bir ahlaktır. Çünkü Allah Teala, bizi var etmiş ve bize ilim öğretmiş ama bunu başa kakmamıştır.
3) Fütüvvet (cömertlik) göstermek de bir ilahi ahlaktır.
Nimet ve ihsanları dile getirirken, bunları başa kakmak yanlıştır. Çünkü Allah, bunu kullarına yapmamıştır. Dolayısıyla kul, yaratılmışlara karşı Hakk’ın bu huyuyla ahlaklanarak, fütüvvet göstermelidir.
Gerçek fütüvvet, insanın Allah’tan gelen bilgileri kendi istek ve aklına karşı yeğlemesidir. Yani gerçek feta, Şari’nin getirdiği tüm şeriatı tam olarak öğrenerek ve uygulayarak, kendi fikir ve teorik aklının verileriyle hükmetmekten vazgeçmektir. Fütüvvet sahibi olmak bu demektir. Böyle bir kul, din bilgisinin önünde kendi akli bilgilerini terk ederek, kendini bir ölü yıkayıcısının eline teslim edilmiş bir ölü gibi görmelidir. Eğer aklın sana başka bir şey gösterirse onu bir kenara koy ve dini bilgilerle hareket et.
Güzel ve kötü ahlak
Güzel ve iyi ahlak hem yaratıklarda ve hem de Allah’ta bulunur. Kötü ve değersiz ahlak ise, Allah karşısında ve toplum hayatında insanı başarısız kılar. Kulda bulunan başarısızlık, onun bilgisizliği, şeriatın koyduğu kuralları ve sınırları aşarak kendine karşı hata yapmasından kaynaklanmaktadır. Allah için bir iş yapıldığında bu işin başarısız olması imkansızdır. Bunun nedeni, Allah’ın kendisi için çalışan kimseye başarısızlık vermemesidir.
Resulallah (sav) “Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim“ demiştir. Ahlakta eksik olanlar, değersiz ahlak olarak nitelendirilmiştir. Bir kimsenin ilahi emre ve peygamberin belirlediği sınırın dışına çıkan nefsani gayeleri terk etmekle elde ettiği bütün huylar güzeldir ve değerlidir.
Kötü huylardan uzak durmak ancak şeriatın yasakladığı sınırlardan uzaklaşmakla mümkündür. Bu noktada, topluma göre iyi sayılan bazı şeyler dine göre iyi sayılmaz. Bu nedenle yol gösterici Kuran ve Hadisler olmalıdır. Eğer Allah ve Resulü sana bir şeyi yasaklamışsa ondan uzaklaş; eğer emrederse o emri uygula. Eğer serbest bırakılırsan, Allah’a en sevimli gelecek olan işi yap.
Kim şeriatı hakkıyla uygularsa, muhakkak ki Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış demektir. O’nun velileri bu durumda olan insanlardır. Bu kişiler bu edepleri sayesinde bütün hayırı ellerinde toplamışlardır. Allah Resulü (sav) Rabbine şöyle hitap etmiştir: “Bütün hayır senin elindedir.” Bu anlamda hayır, bütün güzel ahlakın toplamıdır.
Kul Allah’a yaklaşırken kendi ismi ile nitelenir. Kul’un Hakk’a olan yakınlığında bu isim asıldır. Bu isim, kulun ahlaklanırken isimlendiği ilahi isimdir. Bir rivayette, Ebu Yezid (ks); Allah’a yaptığı bir münacatında, O’na neyle yaklaşması gerektiğini sorar. Allah da, Ebu Yezid’e şöyle cevap verir: “Bana ait olmayan bir şey ile yaklaş!” Bunun üzerine Ebu Yezid, “Ya Rab! Sana ait olmayan şey nedir ki?” diye sorunca, Allah “horluk ve yoksulluktur” demiştir. Bunun sebebi, kulun aslının zorunlu olarak nedenli olmasıdır. Yani kulun varlığı için bir nedene ihtiyaç vardır. Kulun nedenliği onun özü gereğidir. Her nedenli ise, bir nedene ihtiyacı olduğundan, yoksul ve hordur. Bu nedenli olma hastalığından kurtulmak mümkün değildir. Bu, kulun kendi özüdür. Bu nedenle, horluk ve yoksullukla Allah’a yaklaşmak, zati ve asli bir yaklaşmadır.
İbn Arabi (ks)’in ahlak anlayışı
İbn Arabi (ks) Hazretleri, Fütûhat-ı Mekkiyye adlı kitabında güzel ahlak ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:
“Güzel ahlak, Allah’ı belirli bir farzda öfkelendirmediği sürece, arkadaşı uğruna kendi amacını ve davranışı terktir. Yani güzel ahlak, farz ibadetlerini hakkıyla yerine getirdikten sonra, kendi isteklerini Allah yolundaki arkadaşının lehine terk etmesidir. Aynı şey insan dışındaki varlıklar için de geçerlidir. Buna örnek olarak, insanın sahip olduğu hayvanlara, ağaçlara ve sahip olmasa bile insanın beraber olduğu şeylere karşı davranışı verebiliriz. Söz gelişi suya muhtaçlığı nedeniyle kuruyan bir ağaç görebilir insan.
Bu esnada sahibi orada değildir ve ağaç ile arkadaşlığı olan insan onu sulama imkanına sahip olabilir. Bu arkadaşlık, ağacın altında gölgelenmek ya da yorgunluktan dinlenmek amacıyla ağaca dayanmak veya kendisine ilişen bir meşguliyet nedeniyle bir süre ağacın yanında durmak tarzında bir arkadaşlık olabilir.
Bütün bunlar bir sohbettir. Kişi bu esnada suya sahip ise, arkadaşlığın hakkını gözetmek için –başka bir neden için değil– ağacın sulanmasını gerektirir… Aynı şey, eziyet gören ve görmeyen hayvanlar için geçerlidir. Kısaca sıkıntıyı gideren her işte bir ücret ve sevap vardır.
Bu konuda Hz. Peygamber (sav)’den gelen hadisler rivayet edilir. Örnek olarak, kötü yola düşmüş bir kadının köpeğe su vermesi karşılığında Allah’ın onu bağışlamasını verebiliriz. Başka bir örnekte Buhara valisidir. Vali zalim biriymiş. Allah ise onu, üç gün boyunca iyi davrandığı bir köpek nedeniyle bağışlamış. Sonra da kendisine şöyle hitap edilmiş: “Sen bir köpek idin, bir köpek nedeniyle bağışlandın.”
Allah’ın Kuran ile gönderdiği şeriatın bir yönü de, Allah’ın dışındaki kimselere nasıl davranılacağını öğretmiş olmasıdır. Bunlar, bir melek, bir peygamber, bir halife ya da arkadaş, eş, yakın, çocuk, hizmetçi, binek, hayvan, bitki ve cansızlardır. Allah kendi Zatı ve sahip olduğu mülkü hususunda nasıl davranılacağını öğretir. Güzel ahlak ile ahlaklanan insan, zikrettiğimiz hususlarda gerçek arkadaşını gözeterek davranır. Her davranışını Rabbinin karşısında yaptığını düşünür. Bu konumda bulununca, Peygamber için söylenen “Sen üstün bir ahlak üzeresin” (Kalem Suresi, ayet 4) ayetinin hükmü onun hakkında da geçerli olur.”
Mevlana (ks)’nın ahlak anlayışı
Mevlana (ks) Hazretleri kendisini Kuran’ın hadımı (hizmetçi) ve Hz. Peygamber (sav)’in yolunun bir tozu olarak ifade eder. Yani Mevlana (ks), Hz. Peygamber (sav)’in yolunun takipçisidir. Ona göre toplumsal kurtuluşun ancak ahlaki değerleri uygulamakla mümkün olacağını belirtmiştir. Kötü huylardan arınmak için dini ve tasavvufi eğitim alınması gerektiğini Mesnevi’sinde dile getirmiştir. “Ben insanların çalışıp çabaladıkları, didinip durdukları bu arayış dünyasında, iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.” diyerek güzel ahlakın önemine işaret etmiştir. Mesnevi’sinde örnek olarak anlattığı her hikayeden güzel ahlakla ilgili öğütler ortaya konmuştur. Ancak, güzel ahlak gösterişte kalmamalı ve gönüllerde yerleşmelidir.
O’na göre, insanlığın hayvanlara mahsus sıfatlardan arınabilmesi için, ahlaki bir olgunluğa erişmesi gerekir. İnsan, nefsinin kötü duygu, düşünce ve davranışlarını terk etmedikçe, ideal bir insan olamaz. Bu bakımdan nefs’i firavuna benzetir: “Sen de bu dünyada katır gibisin, hem de nefsin aklına üstün gelmiştir. Ey kendine tapan, yani nefsinin isteklerine uyarak hayvanlar gibi yaşayan gafil, sende insanlıktan çok hayvanlık sıfatları vardır.” Nefsin isteklerine uymanın bir çeşit puta tapmak olarak niteleyen Mevlana (ks), her fırsatta nefsin yok edici, zedeleyici yönünü aktarırken, nefsine göre davrananları hayvan olarak nitelemiştir. Nefsin kçtü huyları olarak hasedi, gururlu olmayı, şehvetli ve mevki makam sahibi olmayı istemelerini göstermiştir. Bu huyların insan ve toplum hayatında tehlikeler yaratacağına işaret etmiştir.
Mevlana (ks), ahlaklı olabilmek için, insanın İslami değerlere uygun bir yaşam sürmesi gerektiğine inanmaktadır. Kuran ve Sünnet insan için birer kılavuzdur. Kötü huylardan kurtulmak için Kuran ve Sünnet yolunda mücahede etmek gerektiğini dile getirmiştir.
Sonuç
Tasavvuf bir ahlak anlayışıdır. Bu ahlak anlayışı Kuran ve Sünnet’e dayanır. Tasavvuf ehli olabilmek için, insanın Kuran ve Sünnet’te tanımlanan ahlak anlayışına uyması gerekir. Bu ahlak anlayışı ayetlerde ve hadislerde açıklanmıştır. Tasavvuf ehli olmak aynı zamanda iyi bir Müslüman olmak demektir. Dolayısıyla bir Müslümanın güzel ahlaklı olması şeriatın koyduğu emir ve yasaklara uygun olarak yaşaması demektir. Tasavvuf bu uygun yaşamayı, nefsin kötü ve yanlış isteklerinden uzak durmasını temin ederek sağlar. Bunun için çeşitli riyazat yöntemleri vardır.
İslama uygun ahlakın yaşanması hem kişi ve hem de toplum için zorunlu bir durumdur. Bugünkü toplumların ve insanların olumsuz ve kötü şartlarda yaşamalarının asıl nedeni, yaşadıkları ahlakın, İslami ahlaka uygun olmamasıdır. Şeriata aykırı yaşam tarzları toplumun parametrelerinin olması gerektiği dengeli durumu bozmaktadır.
Bu bir anlamda toplumun entropisinin (kaos durumu) yükselmesine sebep olmakta, dolayısıyla toplumlarda her türlü kötü ve zararlı davranışların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bütün savaşlar, anarşi ve terör olayları bunun sonuçlarıdır.
Entropinin büyümesi aynı zamanda tabiat olaylarını da olumsuz etkilemektedir ve deprem, sel baskınları ve tayfunlar gibi felaketlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çünkü evrendeki dengeler insan davranışlarından etkilenmektedir.
Tasavvufta insana küçük alem gözüyle bakılır. Bununla beraber, insan büyük alemin bir suretidir. Bu nedenle, insanın yaşam parametrelerinin bozulmasının evrenin dengesini bozmasını düşünmek doğru bir yaklaşımdır. Bu konu ileride “Tasavvuf ve Entropi” adlı başka bir makalede inşallah ele alınacaktır.
Faydalanılan eserler:
- “Fütûhat-ı Mekkiyye”, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008
- “İslam Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 1998
- “Marifetname”, İbrahim Hakkı, İbrahim Hakkı Camii Derneği, İstanbul, 1980
- “Mektûbat-ı Rabbani”, İmam Rabbani, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2008
- “Mesnevi”, Mevlana, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013
- “Tasavvuf ve Ahlak”, Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Dergisi,1994, sayı 103