Türkiye’de romanın gelişimi: Yıldız Ecevit ve romanda yabancılaştırma

“Batı romanı, daha doğrusu roman ‘birey’i anlatır; burjuva toplumun insan örneği olan bireyi. Bu romanlarda bireyin bitmez tükenmez iç dünyası betimlenir.” [1]

Türkiye'de romanın gelişimi: Yıldız Ecevit ve romanda yabancılaştırma etkisi
Türkiye’de romanın gelişimi: Yıldız Ecevit ve romanda yabancılaştırma etkisi

Burjuva toplumun bir ürünü olarak roman, toplumda yaşayan bireyi gözlemler, bireyin yaşantısını inceler. Romanın anahtar kelimesi ‘birey’dir, ve bu kullanım bireyi baz alarak yaşanılan toplumu ve tarihi anlamaya çalışır. “Birey”i roman açısından işlevsel kullanmanın bir diğer ölçütü de kullanılan karakterin betimlenmesinde toplumun ve tarihsel sürecin belirgin özelliklerinin içerilebilmesidir.

Türkiye’de ilk roman 1872’de Şemsettin Sami tarafından yazılan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat olarak kabul edilir. Avrupa ise bu yıllarda Sefiller (1862), Suç ve Ceza (1866), Savaş ve Barış’ı (1869) okumaktadır. Bunun sebebi Türkiye’de kültürel sebepler nedeniyle bireycilik anlayışının daha geç yerleşmesi, sonucu da anahtarı ‘birey’ olan bir yazın türünün daha geç gelişim göstermesidir.


Yabancılaştırma

Yıldız Ecevit’in Brecht’in yabancılaştırma kavramını benimsemesinin ve bir yöntem olarak kullanmasının temel nedeni, Marx’ın 11. tezdeki sözlerini aynen kullanarak belirttiği üzere, “dünyayı yalnız yorumlamak değil değiştirmek” istemesidir. Ecevit, yüzyılın ilk yarısında yabancılaştırma yöntemiyle amaçlananın “dünyanın/sistemin/gerçeğin üstüne serilmiş alışkanlık perdesini kaldırmak, insanın, içinde yaşadığı gerçeğin ‘öz’ünü farklı bir açıdan tüm çıplaklığıyla görmesini sağlamak” olduğunu vurguladıktan sonra, postmodern sanatçının “artık kendisine tümüyle yabancılaşan gerçekle uğraşmak yerine, daha fazla ‘biçim’le haşır neşir olaca(ğını), ‘yabancılaştırma etmeni’ni o uçup gitmekte olan anlatımı yakalamak ya da anlamsızlığı yansıtmak için kullanmayacağını” söyleyerek siyasal, ideolojik kaymayı bizzat vurgulamaktadır.

Dış gerçekle örtüşmeyen, somut yaşamı yansıtmayan yeni bir ‘gerçekçilik’ anlayışının biçim tekniğidir yabancılaştırma. Çağcıl edebiyatın estetik amacı, dış gerçeği birebir kopya etmek değil, onu yeniden kurmaktır, çünkü gerçeği birebir kopyalamak için, her şeyden önce birebir algılanacak bir gerçeğin bulunması gerekir.

Romanda yabancılaştırma

Romanda yabancılaştırma etkisine ise örnek olarak Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanını verebiliriz.

Bu konuyla ilgili Yıldız Ecevit şu fikirleri belirtmiştir: “Yarattığı gerçeğin sanat düzleminde oynanan bir oyun olduğunu, kurmaca olduğunu vurgulamak isteyen çağımız romancısı, okurun dikkatini metnin biçim kurgu özelliklerine yönlendirmek, onu etkinleştirmek ister. Bunun için de okurun metinde anlatılanları gerçek olarak algılamaması için kendini anlatılanların bir parçası olarak duyumsaması için onu metne yabancılaştırır, bakışını duygusallıktan arındırır, onu etkin kılar. Yabancılaştırma etkisi yalnızca okurun kurmaca sorunlarına daha dikkatli eğilmesi için kullanılmaz. Bu düşünceyi tiyatro estetiğinde kuramlaştıran Bertolt Brecht’in ana amacı; okuruna/izleyicisine bu teknik aracılığıyla eleştirel bir bilinç geliştirerek, yüzeydeki olayla ilgilenmek yerine, onu gerçekliğin özüne yönlendirmek böylece de onun içinde yaşadığı toplumsal ilişkilerin özünü daha etkin bir şekilde kavramasını sağlamaktı.”

Bir diğer örnek olarak; Laurence Sterne, Tristram Shandy adlı romanında yazar, okuyucunun öyküye dalıp gitmesine bir türlü izin vermez, okuyucuya bir yazarın yazdığını okumakta olduğunu, elinde ciltlenmiş sayfalardan oluşan bir nesne tuttuğunu, okuma işleminin kağıt üzerindeki mürekkep lekelerine bakmak olduğunu, dilsel ve grafik “yabancılaştırma” yöntemleri kullanarak, sürekli hatırlatır. Bu açılardan, 1759 yılında yayımlanmış Tristram Shandy ilk “meta-roman” [2] örneği olarak görülür.

22. sayfasında, Yorick adında bir rahibi anlatmaya başlar;


23. sayfada, Yorick’in Eugenius adlı bir arkadaşını tanıtır;

28 ve 29. sayfalarda Eugenius ölüm döşeğindeki Yorick’e veda etmektedir;

30. sayfanın birinci paragrafında Yorick ölür.

İkinci paragrafta Yorick’in kilisenin avlusuna gömüldüğünü ve Eugenius’un mezar taşına “Yazıktır sana Yorick” diye çevirebileceğim “Alas, poor YORICK!” yazdırdığını okuruz. Kitabe, ikinci paragrafın altında, genişçe bir boşluğun ortasında, dikdörtgen bir çerçeve içinde basılıdır (Figür 1). Kitabenin ardından gelen paragrafta “Yazıktır sana Yorick” yazısının kilise avlusundan geçenler tarafından “günde on kez” okunduğu anlatılır.

[1] Naci, Fethi, Yüzyılın 100 Türk Romanı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür yay. 2009, Önsöz

[2] Gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkiyi sorgulamak/sorunsallaştırmak için bilinçli ve sistemli olarak dikkati, anlatının bir kurmaca olduğuna çeken kurmaca türüdür.

 

roman yabancılaştırma

31. ve 32. sayfalar simsiyahtır.

Simsiyah sayfa kullanımı bir yabancılaştırma örneğidir. Bu sayfaları ‘ateşleme noktası’ olarak ele alabiliriz. Kitap normal seyrinde devam ederken okuyucunun beklemediği bir şey olarak gördüğü simsiyah iki sayfa normal dışıdır. Hayat bu iki sayfadan sonra normal seyrine geri dönmez, katarsis sağlanmaz ve bir şey değiştirme ve düşünme ihtiyacı yok olmaz.


Kaynakça:

Yaban romanından bugüne: Görmezden geldiğimiz insanlar