Joker: Bir isyanın biyografisi

Dans etmeyi, insanları güldürmeyi, sanat icra etmeyi seven bir ruhun bir katile dönüşmesi olağan bir durum mudur? Sanat, insanın anlam dünyasına bir soru işareti bırakan yapıt ise Joker son zamanlarda izlediğim en uyarıcı sinema filmlerinden biriydi. Öyle bir damgaladı ki yerini uzun süre hafızalardan tesirinin silinemeyeceğine inanıyorum. Kötü olanla empati kurmanın yasaklandığı toplumda iyinin nerede durduğu, kimlerle özdeşleşmenin doğru olacağı belirlenmiş gibi dursa da tüm insan toplulukları içerisinde nasıl bir empati yoksunluğu yaşadığımızı da gözler önüne seriyor film boyunca.

Birçok zaman yaşam içinde kötü diye tanımladığımız davranış ve yaşantı perdelerinin ardındaki sahneyi görmekten korku duyarız. Hatta öyle bir korku ki kuşaktan kuşağa genler aracılığıyla da aktarılır. Yoksul birine bakmaktan imtina ederiz, siyahi insanları alt ırk gibi algılarız, cezaevleri, ruh sağlığı kurumları üzerine konuşmaktan kaçındığımız merkezlerdir.

Normal ve anormal üzerine konuşmayı sürdürürken kendi benliğimizi hep “normal” sınırlar içerisinde algılarız. Öyle ki kendi içimizdeki karanlık yanları da bastırır görmezden ve duymazdan geliriz. Kötü, çirkin, tembel, sızlanan, yorgun, hasta, çaresiz olamayız. Bu olgulardan kaçarken belki de insan kendini arayışının kısır döngüsüne kapılır gider.


Kendimizi bulmaktan bahsederken aslında o yüce isteğimiz kendimize ilişkin bu karanlık yanlarla yüzleşmemek olduğu için asla bitmeyen bir süreçtir. Toplumlar, devletler, aile gibi tüm kavramlar insanı korumak, yaşamını devam edebilmesini sağlamak için oluşmuşken onun tam da ait hissedeceği yerleri karalayarak işe başlar. Belki amaç bir diğerinden, ötekinden korumaktır fakat sonuç insanı kendinden kopardığı bir noktaya getirir.

Joker, aslında her birimizin içimizdeki görmek istemediğimiz bu kara lekeyi örtmek için kullandığımız bir maskedir. Maskeler toplum içinde yer edinmek için önemli gereçlerdir. Yüzümüzdeki ile içimizdekinin farkı kendimizden ne denli uzaklaştığımızın ifadesidir. Annesiyle birlikte yaşadığı hayat serüveninde artık tıkandığı, ilerleyemediği bir noktada kendiyle karşılaşır Joker. O annesine bebek gibi bakarken belki de dilediği şey kendi çocukluğuna bakım vermektir.

Geçmişe dair ulaştığı bilgilerle aslında ne zor ve travmatik bir çocukluk yaşadığının ayırdına vardıktan sonra işler değişir. Çünkü o güne kadar annesi tarafından mutlu bir çocuk olarak büyüdüğüne inanmıştır. Hatta annesi onu kendi ismiyle değil de “Mutlu” olarak çağırır ve hep gülmenin “iyi” bir şey olduğuna inandırılmıştır. Belki de bu sebeple en ağlanacak hallerine hep güler. Bu gülme krizlerine film içerisinde çok sıkıştığı, anlamsız yaşantılar içinde bulunduğunda rastlıyoruz.

Örneğin bir sahnede otobüste ön koltuktaki çocuğa şakalar yaparken annesinin dönüp azarlarcasına onu rahat bırakmasını istemesi yoğun çatışma yaşadığı yerlerden biri gibi görünüyor. Çünkü onu rahat bırakmayan, eğlence isteyen aslında küçük çocuk ve Arthur’un yaptığı tek şey onun isteğine karşılık vermek iken anlaşılmadan hırpalanması Joker’in kırılgan yanını besliyor. Fiziksel olarak, duygusal olarak hep hırpalanıyor. Bunu sokaktaki serseri çocuklar da evdeki annesi de veya iş yerindeki herhangi bir arkadaşı da yapabiliyor.

İstismar mağduru bir çocuk olarak büyümesi buna alışkın olması ve olağan görmesi gibi bir zemin hazırlıyor. Bir taraftan yaşadığı bu sıkışmışlık duygusu veren yaşantılardan arınmak adına devletten ücretsiz danışmanlık alıyor fakat bir süre sonra bu hizmette kesintiye gidilmesi sebebiyle aslında samimiyetle alamadığı bu yardımdan da uzak kalıyor. Devlet kurumları insanların refahı ve iyiliği için bulunması gerekirken burada aslında sadece politik kararlar içerisinde yardıma ihtiyacı olan insanların nasıl da mahrumiyet içinde kaldığı bir kez daha gözler önüne seriliyor. Ruhsal yardım tüm sağlık yatırımları içerisinde belki de en çok destek görmesi gereken bir alanken en görülmeyen oluveriyor.


joker filmi

Ülkemizde de dünyanın birçok yerinde de insanlar ruhsal olarak iyi olmaya çabalarken aslında ya çok büyük maddi bir külfetle ya da niteliksiz hizmetler ile karşı karşıya kalıyor. İşsizlik, parasızlık, değersizlik, korkular, içsel karmaşa öyle güzel ele alınmış ki yine içimizde reddettiğimiz arketiplere ait bu sorunlarla yüz yüze gelmek film boyunca rahatsız edici bir etki yaratabilir. Belki de kendini anlamaya yaklaşmanın rahatsız edici yollardan geçmesi gerekiyor. İyiyle kötünün anlaşılması, empati kurma, insanlığın ortak duygularını hissetme, sağlığın kademe kademe bozulmasına şahit olma, toplumun buna nasıl destek olduğunun izlenmesi açısından önemli bir aracı filmler.

Joker, hepimizin içindeki ötelenmiş ve yalnızlığa mahkum edilmiş çocuk.

Joker, hepimizin içindeki ötelenmiş ve yalnızlığa mahkum edilmiş çocuk.

Her birimiz için çok tanıdık bir yaşantı: Görülmeme. Diğeri tarafından tanınmama, bakılmama, anlaşılmama. Anlaşılmak biraz da yaşantılarımızın en son ve lüks görünen tarafı gibi. Görülmediğini düşünmek ve bu yaşantı içerisinde birçok duygunun eşlik etmesi de çok köklerde var olan, ortaklığımıza dair bir yaşantı. Her birimiz görülmeyenler ve görmeyenleriz.

Alamadığı için şikayet eden ve vermeyenleriz. Empati, kurulması güç olan bir kavram. İcra ederken yaptığımıza inandığımız ve inandıkça bir o kadar uzak kaldığımız bir yaşantı. Peki, ilk soruya geri dönecek olursak:  Dans etmeyi, insanları güldürmeyi, sanat icra etmeyi seven bir ruhun bir katile dönüşmesi olağan bir durum mudur? Tarihte örnekleri var mıdır ya da kendi öznel yaşantımızda ne kadar deneyimledik bu durumu?

Hitler Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilseydi yine Hitler olur muydu? İçindeki kara yanı sanatına yansıtan bir ressam olarak mı hayatına devam ederdi? İnsanları topluma zararı olan bir varlık olmaktan kurtarmanın yolları var mıdır ve kimin sorumluluğundadır? TV programında Joker’e iyilik yapıyor gibi görünen sunucunun aslında onunla dalga geçerek küçük düşürdüğünü fark ettiği an içindeki kötü ile temasa geçtiği anlardan biridir. Filmdeki sunucu gibi bizler de yaptığımız kötülükleri espriyle örterek beslemiyor muyuz bu katliamları? Yani kötü diye ötekileştirdiklerimiz üzerinde hiç mi sorumluluk payımız yok? Sorular kendimizi anlamamız, önce kendimize ve sonra içinde bulunduğumuz topluma yön vermemiz açısından değerli diye düşünüyorum.

Bir çizgi roman ve sinema karakterinin içimizden biri olarak dönüşümünün çok başarılı bir yansıması Joker. Joaquin Phoenix mükemmel bir oyunculukla karakterin duygusunu seyirciye geçirerek efsane bir dramı sahneliyor. Bazılarımız bu karakteri bir psikopat, sosyopat, anarşist olarak da değerlendirebilir ve kendi payımıza düşen sorumluluklardan kaçmanın yollarına bakabiliriz.


Kötüyü kahramanlaştırmanın zararlarına değinebiliriz. Bu kötülüğe karşı bir övgü yapmadan onu anlamak, önlem almak, topluma uyumlu hale getirmek için daha çok konuşulması gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde ötelenen her şey bir gün öteleyen olabilir ve susarak kendi benliğimize hedef almış silahlar yaratabiliriz. En azından bu tür film ve yaşantı örnekleriyle birlikte kendimize sormadığımız yeni sorular edinebiliriz. “Ben bu dramın neresindeyim” gibi.

Rocketman: Elton John’un yaşam hikayesi


Özlem Akkel
Özlem Akkel | Klinik Psikolog. Kadıköy 1983 doğumlu olan yazar 8 yaşından itibaren yazdığı şiirler ile yaşamdaki konumunu tanımlamıştır. 2006 yılında psikoloji lisans, 2016 yılında klinik psikoloji yüksek lisans bölümünü başarı ile bitirmiştir. Psikolog olarak aldığı görevlerin yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde mesleki ve edebi yazıları yayınlandı. “3’e 1 Kala Babam ve Ben’’ adlı bir şiir kitabı, “ADAM Yüzleşme” ve "Dönüşüm isimli romanları yayınlandı.