Kadın Güzeldi

Hava çoktan karardı. Adam işinden çıkıp evine gitti. Kesik öksürükler gibi yanıp sönen sokak lambalarının altından geçti. Evinin önüne geldi. Kapısında yanan lambasının ışığıyla gölgesini asfalta serip içeri girdi. Adam ciddiydi. Biraz da çirkindi.

Kadın Güzeldi

Yemeğini ısıtıp önüne koydu ve kanepesinde yedi. Bir bira açtı, köpürecek diye korktu. Aldı kalemini kağıdını başladı yazmaya. Uzun uzun baktı önce boş kağıda. Ne yazacağına, nelerden bahsedeceğine karar veremiyordu ancak bir yerden başlamalıydı. Sonra bu boş kağıda uzun uzun bakmanın da bundan bahsetmenin de modasının geçtiğini fark etti. Okuduğu kitapları düşündü, öğrendiği kavramları, insanlarda görmeyi arzuladığı değerleri…

Baktı ki olmuyor, ardı sıra gelen cümleler birbirini tanımıyor ve neredeyse bir akraba evliliğinden doğacak çocuk kadar riskli olmaya başlıyor her yeni cümlesi, kalktı yerinden. Açtı kapısını attı sırtına yerde yatan gölgesini, çıktı evinden. Yürüdü bir süre. Biraz daha yürüdü. Baktı ki bu sokaklarda boş boş yürümenin de bundan bahsetmenin de modası geçti, girdi bir kafeye. Hayatını düşündü. Felsefeyle ilgilenişini, yazarlığını, çizerliğini, derin konuşmalarda toplumu eleştirmesini, kendiyle barışmaya çalışmalarını ve henüz çoğu insanın düşünmeyi, aklına bile getirmediği yani merak dahi etmediği onlarca kavramı. Çoğu insanın yapmak istediği ancak bir türlü başlamaya cesaret edemediği yazılarını düşündü, çizdiği resimleri ve yazdığı şiirleri düşündü. Gözü bir kadına takıldı. “Kadın güzeldi.”


Kadınla göz göze gelmekten kaçındığından bir anda sol tarafından mermi geçmiş gibi kafasını çevirdi. Ürktü kadını bakışlarıyla rahatsız etmekten. Çünkü “Kadın güzeldi” ve adam çirkindi. Düşünmeye başladı adam. Gidip merhaba demeyi geçirdi aklından. Ne vardı yani merhaba demekten daha doğal. Hem onca birikimi vardı. Felsefesinden sosyolojisine, tiyatrosundan şiirine birçok birikimi vardı cebinde. Konuşamayacak, iki kelimeyi bir araya getiremeyecek kadar aciz değildi ve bunun en güzel betimlemelerle, kelimelerin arasında dans edercesine yapabildiğini biliyordu. Derdini anlatmayı bu kadar keyifli ve edebi bir havayla yapabildiğini ona daha önce onlarca insan söylemişti. Şimdi bir kadına merhaba demek neden bu kadar zor olsun diye düşünürken kül tabağında yer arıyordu.

Bir şekilde cesaretini toplamaya çalıştı. Ara ara kadına bakıyordu. “Kadın güzeldi.” Gidip bir merhaba deyip insanca konuşmayı, belki yazılarından ya da şiirlerinden bir tanesini okumayı geçirdi aklının sol üst köşesinden. Belki o da severdi. Ve o akşam yeni biriyle tanışmış olarak evine dönerdi. Ancak bir türlü cesaretini toplayıp gidemiyordu. Bir bahane gerekiyordu. Sonra bir anda buldu!

Kül tabağındaki izmaritlerin arasında bir boşluk buldu ve söndürdü sigarasını. Kadına baktı. “Kadın güzeldi”

Tüm edebi cümlelerini koydu cebine adam. Kalktı ayağa ve kadının yanına gitmeye karar verdi. Ayağa kalkarsa gitmek için daha hazır hissedecekti kendini. Kalktı ayağa, kadına doğru bir adım attı. “Kadın hala güzeldi” Sonra bir adım daha attı ve adam geri döndü masasına. Ceplerini yokladı aklının ve yüreğinin. Öz güvenini düşürmüş olmalıydı. Çantasına koyduğu geldi aklına, rahatladı ve gitti kadının yanına.

Masasının yanına vardı birkaç saniye sonunda ancak adama göre bu süre birkaç yıldan ibaretti. “Merhaba, bir beklediğiniz yoksa eğer masanızı benimle paylaşmak ister misiniz?” diye sordu kadına ve gülümsedi. Adam çirkindi, keşke gülümsemeseydi. Kadın şaşkınlıkla adama baktı. Kadın şaşkındı çünkü “Kadın güzeldi.” Önce süzdü adamı gözleriyle.

Süzgeçten geçen adamdan geriye çok az şey kaldı. Adam çirkindi ancak bohem bir havası vardı. Geriye kalan adamın tuhaf olmasıydı.Neden olduğunu anlamadı; ” Olabilir, buyurun.” Dedi. Kadın yakından daha güzeldi, adam uzaktan daha az çirkindi. Merhabalaşıp isimlerini uzattılar elleriyle birbirlerine. Adam heyecandan kadının ismini düşürüyordu elinden.

Adamın niyeti basitçe tanışmaktan ve o akşam sohbet etmekten ibaretti. Kadın hakkında kötü düşünmesin diye çekingen davrandı. Sonra sohbet etmeye başladılar. Adam kendinden bahsetti. Yazdıklarından , yaşadıklarından… Kadın dinliyordu sadece. “Kadın güzeldi”
Adam kadına neler yaptığını, ilgilendiği şeylerden sorular sordu. Büyük okyanuslardaki küçük balıklar kadar sıradandı cevapları. Adam yozlaşan toplumlardan bahsetti, içinde bulunduğu dünyayı değiştirmekten konuştu. Sevgiye verilen değeri sorguluyordu, saygı duymanın nerelerde arandığını, hissizleşmenin ölmekten çok da farklı olmadığını, bir merhaba demek için bile çekinir hale gelindiğinden dem vurdu.

“Kadın güzeldi”

Tam olarak yaşamanın değerini yitirdiğinden, insanlara bir şeyler fark ettirmek için delice şeyler yapılması gerektiğinden çünkü yalnızca bu şekilde ilgi çekilebileceğinden bahsetti.


“Kadın güzeldi”

Tepkisizdi kadın, sıkılıp sıkılmadığını sordu adam. Kalkıp gidebileceğini, rahatsızlık verdiğini düşünmeye başladı. Kadın belli ki umursamadı bahsettiklerini. Ancak durdurdu kadın. Adam şaşırdı. Kadını süzmeye başladı. Süzgeçten geçen kadından hiçbir şey kalmadı. Yine de oturdu adam. Kadına merhaba demeden önce aklından geçenleri anlattı. Kadın bir anda gülümsedi. Ondan bahsedilince daha istekli dinlemeye başladı. Neler hissettiğini sordu adama, nedenlerini sordu. Adam bahsetmedi nedenlerinden. İlgisi artan kadına baktı ve üzüldü.

Bir süre dünyaya dair hiçbir şey düşünmemiş bir kadın gördü karşısında. “Kadın güzeldi” Güzel olması onu bunca sorgulamadan ve hatta dünyadan ve insanlığa dair onca değerden habersiz olmasını, onları hiç düşünmemesini haklı kılıyordu. En azından toplum “güzel bir kadın” için ya da ” yakışıklı bir erkek” için düşünmenin ve sorgulamanın ikinci plana atılmasını meşru kılıyordu.

“Pekala” dedi adam kendi kendine. “Kadın güzeldi” ama anlamadan baktı adamın suratına.

“Adam hala çirkindi” Düşünmeye devam etti adam. Toplum insanları bu şekilde değerlendiriyorsa bile insanın kendisi hiç sorgulamamayı nasıl başarabilirdi? Kendi benliğinde hiç rahatsız olmaz mıydı? “Topluma uzak olsan bile kendinden ne kadar kaçabilirdin? Kendini eleştirmez miydin? ” diye düşündü adam. “Sana kısa bir yazımı okumak isterim mahsuru yoksa.” Dedi adam ve bir kere daha bu kadar sığ olduğunu düşündüğü kadına hem bir şans daha verdiği için hem de hala ona mahsuru olup olmadığını sorduğu için kendinden nefret etti. Aslında nefreti başka bir şeyden kaynaklanıyordu. Sonraya sakladı nefret ettiği şeyin ne olduğunu. “Olur tabi.” Dedi kadın. “Kadın güzeldi”.

Okumaya başladı adam: “Buluşalım dedi. Buluştuk. Karşı karşıya oturduk masada. Bir uçta o diğer uçta ben. Sorunun bu olduğunu söyledim. İkimizin de bir uçta olduğunu. Anlamadı sanırım. Yan yana otursak anlardı belki ama garson geldi. Bir isteğim var mı diye sordu. Şekerli sakızların şekeri bitmesin istiyorum. Anlamadı. Gitti.

Giden garsondan sonra yüz yüze bakmaya başladık. Sanki kaybettiğimiz bir şeyler arıyorduk yüzümüzde. Ben özveri aradım yalan yok. Ben ne yapsam, aynısını yapıyordu.
Düşündüğün kişi değilsin dedim.

Sağa baktım, o da sağa baktı ama sola baktığını söyledi. Garson geldi. Aynayla işiniz bittiyse alabilirim dedi. Aynaya baktım, bana baktı. Yine konuşamadık dedim. Başını reddedercesine sağa sola salladı. “Konuştuk” dedi.

Kadına baktı adam. “Kadın -sadece- güzeldi.”

Adam kalktı masadan. Gitti evine. Aldı kalemini kağıdını başladı yazmaya. Uzun uzun baktı önce boş kağıda. Ne yazacağına, nelerden bahsedeceğine karar veremiyordu ancak bir yerden başlamalıydı. Sonra bu boş kağıda uzun uzun bakmanın da bundan bahsetmenin de modasının geçtiğini fark etti. Öfkesini yazdı. Kendisine öfkelenişini.


Bunca şey yazıp bunca kitap okuyup kendisini yetiştirmek için her anını değerlendirmeye çalışan kendisini süzdü. Tüm potansiyelini gerçekleştirmek isteyen bir adam kaldı süzgeçte. Bu adam sadece güzel olduğu için bir kadına gitti. Sadece güzel olduğu için onla konuşmak istedi, onu kırmak istemedi, canını sıkmak istemedi. Oysa adam çirkin olduğu için kimse onu bunun yarısı kadar bile düşünmemişti daha önce. Ama adam yüzlerce kitap okuyup yüzlerce şiir yazıp yüzlerce resim çizmişti. Öfkesi arttı git gide. Sadece güzel olduğu için hayat ona iyi davranıyor diye düşündü ve sonuç olarak sadece güzel olduğu için onunla konuşmaya çalışmasını, adamı eleştirdiği insanlardan biri yaptı.
Adam öfkeliydi. “Kadın güzeldi.”

Neden ben sorusu: Hayat etkisizliğinize tepki göstermez!


Mikail Arslan
14 Aralık 1992 tarihinde İstanbul’un Fatih ilçesinde dünyaya geldim. Eğitim hayatım boyunca edebiyat ve felsefe ile ilgilendim. İlk kez yazdığım bir yazı 7. sınıftayken editörünün Ayşegül Bıçkıcı olduğu Aşk adlı dergide yayınlandı. Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümünden mezun oldum. Müzik anlamında kendimi geliştirebileceğim her fırsatı değerlendirdim. Bunun sonucu olarak bir kaç enstrüman çalabiliyorum. Kendime ait bir kaç bestem de var tabii. "Henüz çevreme göre genç sayılıyor olsam dahi fiziksel çözülüyor şahsiyetim, her bir dalı bir insanı anımsatıyor."