Anksiyete ya da diğer adıyla yaygın kaygı bozukluğu ülkemizin hatta çağımızın vebası. Ani korkular, hızlı kalp atışları, endişeler, nefes daralmaları ve diğerleriyle boğuşmaya çalışan milyonlarca insan ve onlara yardımcı olmaya çalışan bir o kadar psikolog ve psikiyatr…
Uzmanlar sürekli anksiyete ile baş etme yollarından bahsediyor. Televizyon, internet, basın hangi yöntemin daha etkili olduğunun anlatıldığı sayısız haberle dolu. Şahsi fikrim eğer kaygı probleminiz varsa bir uzmanla görüşmeniz ve tüm bunları yaşamanın normal olduğunun kabul etmeniz üzerine.
Neredeyse ana sınıfına indirgenen sınavlar, onların hiç bitmeyen şaibeleri, diplomalı işsizler, adım başı karşımıza çıkan emek sömürücüleri, ‘yakinimdir’ kartvizitleri, geçim sorunları, bitmek tükenmek bilmeyen işsizlik, yoksulluk, adım başı şiddet olayı, kafanızı nereye çevirseniz maruz kalacağınız adaletsizlik; ve tüm bunlar yeterli değilmiş gibi bir de üstüne pandemisi, yasağı eklenince sanırım kaygı sorunu yaşamamak başlı başına bir sorun olurdu.
Neredeyse bir senedir her gün hastalıktan ölenleri izliyoruz televizyonda. İş bulamadığı için canına kıyanları, yedi sülalesini çalıştığı kuruma atayanları, KPSS’den puan alıp mülakatta elenenleri, çift diplomalı işsizleri ve sahte evraklı, diplomalı kallavi görevdekileri, TÜİK’in verileriyle mutlu olup gerçek hayatla karşılınca depresyonla tanışıyoruz.
Eşini, sevgilisi, kızını, çok sevdiğini, yüz vermeyeni katledenleri sıradan haber gibi sunulmasını izliyoruz. Mesleğin ne sorusunun cevabını verirken diplomadaki mesleğimizi sesimiz içimize kaçarak söylüyoruz. Biz utanıyoruz mesleğimizi yapamamaktan ama sistemin hiç öyle bir derdi yok!
Tüm bu keşmekeşin içinde akıl sağlığının yerinde olması uçuk bir hayalken gelin biz o içimizi kemiren kaygılardan bahsedelim. Nedir bu anksiyete? Ne yapar insana? Uzman olmadığım için tüm bunlara cevabı yaşayanın gözünden anlatmak istedim.
Tam kontrol eşittir, sıfır sorun.
Her şey derin matematik aşkıyla başladı. Çok sevdim matematiği. Belki de sırf o yüzden mühendislik okudum. Son ses müzik eşliğinde problem çözmek en keyif aldığım şeydi. Her şey buraya kadar çok güzel aslında ama sonra fark ettim ki matematik hayatım olmuş.
Sınavda hayat kurtaran “sağlama”, benim hayatımı yönetir olmuş. Belki tamamen mantıkla yaşayan biri olsaydım tüm bunlar sorun teşkil etmezdi. Lakin diğer yan tamamen duygudan ibaretken kendini kocaman bir kaosun içinde buluyormuş insan. Bazen anlamlandıramadığı bazense sanki nazik bir şeyin içine sıkışmış dikenli teli çekmek kadar can yakan bir kaos. Kimseye anlatamadığın gibi kimsenin de anlamadığı bir kaos.
Şöyle düşünün, atacağın her adımdan evvel içinde konuşan bir şeytan var. Sürekli fısıldıyor: Tekrar kontrol ettin mi? Yanlış yapacaksın! Yine canın yanacak! Güvenme!.. Fısıldamalar hiç bitmiyor. İşin kötü yanı sonradan şeytanın sesi olduğunu anladığınız bu sese ilk zamanlar muhteşem bir saygı gösteriyorsunuz.
Sizin canınızın yanmasını, hata yapmanızı engellemek dışında hiçbir derdi olmayan bir kurtarıcı gibi. Ama sonra o şeytan büyüyor büyüyor ve sonra sadece onun sesini duyuyorsunuz. Adım mı atacaksın, şeytan fısıldıyor “Bir sonraki adımı hesaplamadan mı atacaksın?”, birini hayatınıza dahil mi edeceksiniz şeytan yine fısıldıyor “Canın yanacak inanma…”
Sonra önünüzde 2 seçenek kalıyor: Ya şeytanı dinliyorsunuz ve daha az ve daha yavaş adım atıp hiç kimseyi dahil etmiyorsunuz hayatınıza ya da ikinci yolu seçip sürekli içinizdeki şeytanı haksız çıkarmak için amansız bir savaşa giriyorsunuz. Don Kişot’un yel değirmenleriyle girdiği savaş gibi ve ardı kocaman bir kaos.
İşte bu kaosun tıp dilindeki adına anksiyete diyorlar. Her şey yolunda giderken yüreğinizi ağzınıza getiren, anlamlandıramadığınız, otokontrol ustalarının dahi otokontrolünü yerle bir eden bir illet. Çoğu zaman kendiniz bile anlamadığınız için nedenini bir başkasına anlatmanın imkansız olduğu ruh durumu.
Hani hep denir ya hayat kirli geliyorsa, gözlüklerinizin camını silin diye. Kaygıyla yaşamak da tam olarak böyle. Ara ara temizleniyor o camın gözlükleri ve birden sanki her şey güzelleşiyor sonra tekrar toz tutuyor camlar ve tekrar boğucu bir hal alıyor hayat.
Suçlu kim? Camı silmeyi unutan biz mi yoksa camı sürekli kirleten bu sistem mi? Onu da bilemiyorsunuz. Mesela alternatif dertler buluyorsunuz kendinize. Çünkü hiç kimse az önce kahkaha atılırken kurulan bir cümleye takılıp neden mutsuz olduğunuzu anlamıyor. Hoş kendiniz de anlamıyorsunuz. O zamanlar o bulduğunuz alternatif dertler ilaç gibi geliyor.
Belirsizliğin kaygıyı, kaygının belirsizliği beslediği bir kısır döngü
Açıklanabilen dertler her zaman daha makul. Anksiyete ile yaşamak sanki gerçeklik gözlüğü takıp yaşamak gibi. Gördüğün gerçek mi yoksa taktığın gözlük mü öyle gösteriyor o bile belirsiz. Belirsizliğin kaygıyı, kaygının belirsizliği beslediği bir kısır döngü. Kimi zaman nefesinizi kesen kimi zaman öfkeyle dolduran kimi zaman dünyanın en alıngan insanı haline getiren ve kimi zaman insana delirdiğini düşündürten bir lanet gibi.
Bir tek iyi yanı var. O da hastalık olması yani eğer tüm bunların bir hastalık olduğunun farkına varıp düzgün bir uzmanla çalışırsanız tüm bunların azalacağını ve bir gün geçeceğini bilmek. İşte bu lanetin tek iyi yanı.
Anksiyete, panik atak, depresyon ya da diğerleri bu çivisi çıkmış bozulmuş sistemin bize hediyeleri. Ana kaynağı bu bozuk sistemi düzeltemediğimiz için içimizdeki şeytanlarla savaşmaya devam. Üç derin nefes alıyoruz ve gülümsüyoruz.