Acaba toplum olarak, dik durma ile diklenme arasında bir bağ olduğunu mu düşünüyoruz? Ya da başımız dik olduğunda illa ki birine diklenmemiz mi gerekiyor?
Yıl: 1971.
Yer: Türkiye
Eser: Roman
Yazar: Oğuz Atay
Alışılmamış bir girizgah oldu. Tutunamayanlar romanı ile Oğuz Atay, Türkiye roman tarihinde bir çığır açtı 1971 yılında. Yazının başlığı da, kendisinin ‘Tutunamayanlar’ için kullandığı bir tabir. Latince’den esinlenmiş belli ki. Connectus yani bağlantı kökünden ‘disconnectus’u, homo erectus (yani evrim risalesinden çalanlar için) yani dik duran insandan ‘erectus’ kısmını alıp bir bileşke türetmiş.
Türkiye’nin ruhu
Aktarılan bilgilere göre, Oğuz Atay’ın büyük projesi ‘Türkiye’nin Ruhu’nu yazmak imiş ama bu gerçekleşmemiş. Ancak ben yine de ‘Tutunamayanlar’ adlı eserde ‘Türkiye’nin Ruhu’ adına birçok özelliğin, karakterlerin psikolojik tahlillerinde bulunabileceği kanaatindeyim. Yine de, yazımı ruhsal tahlil üzerine kurmayı düşünmüyorum.
Sizlere aktarmak istediğim, ülkemde toplamda geçirdiğim 32 sene boyunca yaşadıklarımı şimdi göz önüne aldığımda, birçok sahne için kendimi, Oğuz Atay’ın tarif ettiği tutunamayanlardan olarak hissetmemdir. Tabii bu his, 40 yaşımda kitabı okurken sonradan duyduğum bir his. Yoksa kendimi, anavatanda yaşarken böyle hissettiğimi hatırlamıyorum. İlginç bir şekilde, gurbette yaşarken kendimi tutunamayan olarak hissediyorum şiddetli bir şekilde. Belki de böyle hissederken kitabın bende okuma sırasını kazanması da bir raslantı (Oğuz Atay böyle yazıyor) ile açıklanamaz.
Euro 2020
Bir Avrupa Şampiyonası geldi ve geçti. Biraz farklı bir şampiyonaydı. Sadece cismiyle değil aynı zamanda ismiyle de. Neden mi? Bir kere, ismen mazide kalmış bir şampiyonaydı. Nasıl olduysa ismini, Euro 2021 olarak değiştirmedi UEFA’daki sorumlu olan zevat. Herhalde bir bildikleri vardır?!!
Her halükarda, 2021 yılında gerçekleştirildiği için cismen, ismine göre gelecekte oynandı müsabakalar. Bu anlamda, sanırım bir ilk gerçekleşti UEFA tarihinde. Bütün televizyon kanalları ve gazeteciler de zamansal sapmayı olduğu gibi kabul ettiler. Bundan 10-20 sene sonra arşivler açıldığında (eğer sosyal medya kalırsa) az dalga konusu olmayacaktır. Şimdiden söyleyelim.
Bence insanların duydukları yalanın sıklığı ile yalana inanması tezi ile de açıklanabilir bu konu. 1 milyon kere Euro 2020 oynandığını duyduğunuzda gerçekten de 2020 olduğunu düşünebilir insan. Çoğunluğun dediği olmuyor mu zaten? Çoğunluk mu dedim? Hee, hemen demokrasi mi aklınıza geldi? O zaman Sokrates’in demokrasi ile ilgili düşüncelerini internetten bulun. Pek de taraftar değilmiş hani. Çok ılımlı söyledim. Bildiğiniz, demokrasinin tehlikelerine özellikle de seçimle ortaya çıkabilecek sorunlara değinerek aslında ilk sinyalleri vermiş o vakit.
Milli Takım
Peki Milli Takımdan bahsetmeden olur mu? Olmaz tabii. Herkes sonuçlardan, hezimetten, sıfır çekmekten falan bahsediyor. Spor sadece başarı için mi vardır? Ya da başarı nedir? Acaba insanların çoğunluğu apolitize olurken, kapitalizmin ve hükmün daha da sağlam bir aracı olan futbol politize oldukça oynadığımız top da bozuluyor olabilir mi? Bayan takımlarımızın bireysel ve takım sporlarında, özellikle de son yıllarda erkek takımlara göre fevkalade başarılar sergilemesi, salt sporla ilgilenmelerinden ve polemiklerden uzak durmalarından kaynaklanıyor olabilir mi acaba?
Soruları bir yana bırakalım. Futbola kısaca dönelim. Benim için sporda iki kıstas vardır ve buna göre bireysel sporcular veya takımlar öncelikle değerlendirilir. Aktaracağım şeyler, taktik ve teknikten muaftır. Ve bir nevi temel teşkil eder. Birincisi, adam gibi oynamak (erkek sporcular özelinde Euro 2020 özelinde yazıyorum), ikincisi de aslan gibi oynamak (yani mücadele etmek).
Şunu unutmayalım, Milli Takım aslan gibi oynamadı ama istisnai sahneler dışında adam gibi oynadı. Birkaç kare dışında kavga/gürültü sahnemiz uluslararası platformlarda yankılanmadı. Bunu unutmayalım. Kimse bu konuya değinmedi. Anlaşılan kimesneyi de ilgilendirmiyor mevzu. Alpay’ın İsviçreli oyuncuyu tekmeleyerek videolara rekor kırdıran sahnelerini hatırlayanlarınız herhalde az değildir. Milli Takım’ın bir temsil yükümlülüğü vardır. Bu manada, sportif başarı gelmemiş olsa da, efendilikleri sebebiyle oyuncuları tebrik etmek gerekir. Zira son 20 yıldaki sahnelerde, efendiliğin bizim için standart olmadığını gösteren çok olay yaşandı. Beckham’a yapılanları hatırlarsanız, sanırım başka söze gerek kalmaz.
Aslan gibi oynamaya gelince, söylenecek fazla bir şey yok. Turnuvaya gelinceye kadar gösterilmiş olan randıman ve potansiyelden eser görülmeyince turnuvadan mağlubiyetlerle ayrıldık.
Dik durmak
Son olarak da, ‘disconnectus erectus’tan esinlenerek bir yorum getirmek istiyorum. Acaba toplum olarak, dik durma ile diklenme arasında bir bağ olduğunu mu düşünüyoruz? Ya da başımız dik olduğunda illa ki birine diklenmemiz mi gerekiyor? Bu ayrımın farkında mıyız diye düşünmeden edemiyorum?
Yani bu soruyu biraz da felsefi olarak soruyorum, zira son 20 yılda çok ciddi mücadele edip (aslan gibi oynayıp) başımız da dik ayrıldığımız birçok maçta oyuncularımız rakip oyunculara diklenmişlerdi. Soru aslında şu: Biz (erkek futbol takımları diye okuyun) aslan gibi oynarken, adam gibi oynayamıyor muyuz istisnai durumlar dışında? Hem adam gibi, hem de aslan gibi oynamamız için ne yapmamız gerekir? Belki de buna kafa yormamız gerekiyor.
Ergün Penbe
Adam gibi (efendi) oynama konusunda aklıma hemen Ergün Penbe gelir. Herhalde efendilikte Türk futbol tarihinde kimin heykeli dikilmeli sorusu sorulsa, Ergün’ünki derim. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Ergün oynadığı dönemde taç kararı için bile koluyla yön göstermezdi hakemin kararını etkilemek için. Şimdi kaç futbolcu kaldı acaba böyle? Kariyeri boyunca kaç kere kart gördüğünü ve özellikle de kaç kırmızı kart gördüğünü merak ediyorum.
Peki söylemeye çalıştığım bu özellikler neler mi kazandırabilir? İnsanların ortaya koyabileceklerinin azamisini ortaya koydurabilir. Eğer diklenmeye odaklanırsanız, dikkatinizin de enerjinizin de önemli bir kısmını gereksiz şeylere harcarsınız. UEFA 2000 finalinde Galatasaray adına birinci penaltıyı kimin attığına bakın. Heyecanlı olsa da, sağduyulu ve efendiliğini hiç bozmamış bir adam attı o penaltıyı Arsenal kalesine.
Son söz: Başı dik dur ama diklenme.