D vitamini nelerde var? Yeterli seviyeyi korumak için besin yeterli mi? Yoksa takviye almak gerekir mi? Bu muazzam molekülün bilinen marifetleri dışında “akla ziyan” görevleri ve faydaları da var. Zaten böyle olduğu içindir ki son yılların en popüler vitamin desteklerinden biri hatta birincisi oldu.
D Vitamini seviyesi neden bu kadar önemli? Besin mi, takviye mi?
Özellikle pandemide muazzam bir D vitamini furyası esti. İsterseniz yaklaşan yazla birlikte daha da sık gündeme gelecek olan D vitamini gücü ve üretimi meselesini ve bu vitamine ilişkin doğru bilinen yanlışlar ile yanlış bilinen doğruları yeniden hatırlamaya çalışalım.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Hürriyet‘te 2 bölümden oluşan yazısında detaylarıyla anlattı.
D vitamini nelerde var? Sadece beslenmeyle D vitamini seviyesini korumak mümkün mü?
D vitamini yağda eriyen bir vitamin. Ama ne yazık ki zannedildiğinin aksine yağlar dahil besinlerin tamamında çok az -mini minnacık miktarda- D vitamini var. Balık yağı, yağlı balıklar, karaciğer, süt ürünleri ve yumurtada bir miktar D vitamini bulunsa da bu besinlerin hiçbiri bize bedenimizin ihtiyaç duyduğu miktarda D vitaminini kazandıramaz.
Güneşlenmek neden olmazsa olmaz?
Sahip olduğumuz D vitamini rezervinin yüzde 90’ından fazlası güneşteki ultraviyole ışınlarının (290-320 nanometre aralığı) derimizle temasından sonra üretiliyor. Güneş ışınları aracılığıyla deride üretilen bu öncül -ve etkisi sınırlı- D vitamininin önce karaciğerde sonra böbrekte ardı ardına 2 ayrı işlemden geçmesi gerekiyor. Bu iki işlemden sonra D vitamini ancak gerçek ve güçlü D vitamini olabiliyor.
Aktif yani etkili D vitamini: D3 takviyesi
Aktif yani etkili D vitamini, tıp terminolojisinde “1.25 Dihidroksi Vitamin D3” olarak biliniyor. Bu aktif vitamin, serumda özel bir proteine bağlanarak organ, doku ve hücrelerimize taşınıyor. Hücrelere ulaşan D vitamini ise süratle “kendine özel reseptörlere/almaçlara” bağlanıyor. Bu reseptörlere “D vitamini reseptörleri” adı veriliyor.
Tekrarlayalım: D vitamini hücrelere ulaştığında ancak bu reseptörlerle temasa geçtiği takdirde etkisini gösterme imkânı bulabiliyor. Bir hatırlatma daha: D vitamini ile ilişkiye giren bu çok özel reseptörler hücrelerimizin duvarında, içinde, çekirdeğinde yani her yerinde mevcut. Kısacası D vitamininin kendisi kadar “reseptörlerin gücü” de önemli bir ayrıntı.
D vitamini, reseptöre bağlanmadan etkili olamıyor
D vitamini reseptörleri/almaçları hemen her hücrede var ama en çok deri, kemik, böbrek ve bağırsak hücrelerimizde yer alıyor. Bununla birlikte aynı reseptörlerin bağışık hücrelerinde, beyinde, göz, kalp, tiroid, paratiroid ve adrenal (böbreküstü) bezlerinde ve kas hücreleri ile pankreasın insülin üreten beta hücrelerinde de bulunduğu biliniyor. Ve zaten bu sayede de D vitamini sadece kemik ve diş bütünlüğü ve gelişiminde değil beyin gelişimi, kalp sağlığı, bağışıklık gücü ve daha birçok alanda fonksiyonlarını/becerilerini gösterme şansı buluyor.
Bağışıklık sisteminin ana oyuncusundan biri
D vitamini rezerviniz yetersizse eğer bağışıklık sisteminizin kolu kanadı kırık, gücü kuvveti de yetersiz demektir. Zaten böyle olduğu içindir ki COVID-19 pandemisinde ölümler en çok D vitamini rezervi düşük kronik hastalıklı kişilerde görüldü. Prensip olarak güçlü ve yeterli bir bağışıklık fonksiyonuna sahip olabilmemiz için D vitamini seviyemizin 50’nin üzerinde olması lazım.
İdeal D vitamini seviyesi ne olmalı?
Optimal D vitamini düzeyinin ne olması gerektiği konusunda hâlâ ortak bir fikir birliği olmasa da son zamanlarda tamamlanan pek çok bilimsel araştırma ideal D vitamini seviyesinin 50-100 NG/ML aralığı olduğunu gösteriyor. Prensip olarak 50’nin altına düşmemek, 100’ün üzerine çıkmamak en doğru yaklaşım gibi görünüyor.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu şöyle diyor: Bana göre, 60-80 aralığı idealdir. Rakamın 40’ın altına düşmesi uyarıcı olmalı, 30’un altına düşmesine asla müsaade edilmemelidir. 20 ve altındaki değerlerde ise “acil durum” ilan edilmeli, eksiklik süratle yerine konulmalıdır. Önemli bir hatırlatma da şudur: D vitamini seviyelerinin belirlenmesinde yarılanma süresi 2 hafta olan 1.25(OH)2D3 düzeyi ölçümlerinden faydalanılmaktadır.
D3 K2 nedir?
D3 vitaminini K2 vitamini ile birlikte almak, D vitamini tarafından taşınan kalsiyumun arterlerde ve atardamarlarda birikmesini önleyerek; kemikler tarafından gerektiği yerde emilmesini sağlamaya yardımcı olur. Düzenli takviye olarak D vitamini alan herkesin K2 vitamini de alması önemlidir.
D3 vitamini nedir, faydaları nelerdir?
Kolekalsiferol olarak da bilinen D3 vitamini (devit 3); cildin güneş ışığına maruz kalması ile ortaya çıkan ve dünyada en çok eksikliği görülen bir D vitamini türüdür. Yağda çözünebilme özelliğine sahip olan D3 vitamini; kalsiyum, fosfor ve magnezyum gibi minerallerin vücut tarafından emilimini sağlar. D vitamini eksikliği yaşamamak için günde en az 20 dakika güneş banyosu yapmak ve balık, yumurta, süt, balık yağı, kefir ile peynir gibi hayvansal gıdalarla beslenmek gerekir. Ülkemizin coğrafi konumu sebebiyle yeterli dalga boyunda güneş ışığından beslenmek mümkün değildir. Bu durumda özellikle belli periyodlarla D3 vitamini takviyesi kullanmak gerekir.
Karaciğerde ve yağ dokularında depolanan D3 vitamini, vücutta yeterli düzeyde olmadığı takdirde pek çok sağlık problemine yol açar. D vitamini eksikliğinde vücutta yorgunluk, ağrılar, denge problemi, hâlsizlik, baş ağrısı, saç dökülmesi, uykusuzluk, sürekli üşüme, kilo vermede zorluk, depresyon ve değişken ruh hâlleri görülebilir.
D vitamini eksikliği; çocuklarda büyüme sorunlarına, yetişkinlerde bağışıklık sisteminin zayıflamasına, obeziteye, Alzheimer’a, diyabete, kansere, kronik yorgunluk ile kalp, kas ve kemik hastalıklarına da yol açabilir. Özellikle hamilelerde D3 vitamini eksikliği, anne ve bebek sağlığı için son derece önemlidir. 200’den fazla gen üzerinde etkili olan D vitamininin faydaları tüm vücut sisteminde etkilidir.
- Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu hastalıklara karşı korur.
- Bulaşıcı hastalıklara yakalanma riskini azaltır.
- Kronik yorgunluk, değişken ruh hâlleri, anksiyete ve depresyonu önlemeye yardımcıdır.
- Kas ve kemik sağlığını korumada önemli rol oynar.
- Üst solunum yolu enfeksiyonları, astım ve alerjilere karşı koruyucu görev üstlenir.
- Kanser ile kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltır.
- Alzheimer, Parkinson ve demans gibi bilişsel bozuklukları önlemede önemli rol oynar.
- İltihapları azaltarak cilt sağlığını korumada ve sedef ya da egzama gibi deri hastalıklarının tedavisinde etkilidir.
- Diyabet, tiroid hastalıkları ve metabolik sendromlara karşı korur.
- Sindirim sisteminin düzenlenmesine yardımcı olur.
- Sivilce oluşumunu önler, cildin yenilenmesini ve yaşlanma belirtilerinin gecikmesini sağlar.
- Covid-19 ve HIV gibi virüslerin semptomik tedavisinde etkili olduğu kabul edilmektedir.
Peki K2 vitamini nedir, faydaları nelerdir?
Tıp literatüründe Menaquinone-7 olarak geçen K2 vitamini; kandaki kalsiyumun kemiklere taşınması için D vitaminini destekleyen ve bağırsak sistemindeki yararlı bakteriler tarafından üretilen bir K vitamini türüdür. D vitamini ile işbirliği yaparak kemiklerin ve dişlerin güçlenmesini sağlar. Ayrıca damar sağlığında da olumlu etkisi olduğu bilinmektedir. Karaciğer, yumurta sarısı, peynir, hayvansal yağ kaynakları ve fermente gıdalarda bulunur. K2 vitamini, koroner kalp hastalığı ve damar sertliği (ateroskleroz) riskini azaltır. Aynı zamanda kalbi besleyen damarlarda kalsiyum birikmesini önlemeye yardımcıdır.
K vitamini türleri; kalp-damar sağlığında, kemik oluşumunda ve pıhtılaşma sorunlarını engellemede önemli rol oynar. Aynı zamanda hafızanın güçlenmesinde ve demans, Alzheimer gibi bilişsel hastalıkları önlemede etkili olduğu bilinmektedir. K vitamini eksikliğinde; kemik erimesi, böbrek taşı oluşumu, kalp damar hastalıkları, kanama ve pıhtılaşma sorunları görülebilir. Karaciğer yetmezliği (siroz), kistik fibroz, çölyak, Crohn hastalığı, diyaliz ve uzun süreli antibiyotik kullanımı sonucunda K vitamini eksikliği görülebilir.