Mutlak iyi ve kötü var mıdır? Doğru, yanlış, haklı ve haksızın nesnel temelleri

İnsan, Siyahı ve beyazı içinde barındıran kusursuz bir taklitçi. İçindeki karayı kamufle etmenin en kestirme yolu beyaz gibi görünmek ya da tam tersi çok beyazız da siyah görünmeye çalışmaktan beyazlarımız koyulaşmış. Her şey yalanlar üzerine. Bir dakika, hayatın yalanlar üzerine olmasından bahsetmiyorum! İnsanların, politikacıların, sokaktaki esnafın birbirine yalan söylemesinden bahsetmiyorum. İç dünyamızda akan hayatın çelişkili keskin bıçak uçlarında aldığımız nefesten bahsediyorum. Bu bıçak uçlarının üzerine yerleştirdiğimiz iyi ve kötü kavramlarının ölümcül hastalığından bahsediyorum.

iyi ve kötü

Kendimize çizdiğimiz iyi ve kötü kavramlarının savaşında ortalık kan revan beynimizin içinde. Yani esas savaş kafamızın içinde işlediğimiz cinayetlerde, ortaya koyduğumuz nedenlerde, iyi kabullerimizin kötü kabullerle savaşında. İnsanlar arasındaki çatışmanın belki de temel kaynağı, mutlak iyi ve mutlak kötü nesne olmadığı halde herkesi ve her şeyi sınıflamamız, İyi olanın peşine herkes düşerken, hiç kimse kötülük yapayım maksadıyla yola çıkmamışken, neden her birimiz bir diğerinin hayatının kötü adamı günün sonunda? Kim iyi? Kim kötü? Neyi neden yaptık? Daha önce ıskaladığımız gözden kaçırdığımız nedenler bugün neden bizim için en önemli? Veya tam tersi, geçmişte savunduklarımız bugün neden bizimle aynı düzlemde değil? Beklentilerimiz neden karşılanmadı veya bir başkası bizim beklentilerimizi neden karşılamadı? Bir diğeri neden bunu yaptı? Nedenleri neydi? Meşru muydu? Zorunda mıydı? Hayal kırıklıklarıyla dolu bir masa ve sorularla boğuşan bir zihin. Tüm bunların savaşında, iyi veya kötünün yargılandığı, asıldığı bu sınavda paravanla kapadığımız, belki de yırtıp attığımız doğru cevap kağıdının yerine, yalan yanlış atadığımız sahte cevap kağıdıyla kontrol ederiz kendi verdiğimiz cevapları. Bir nevi hoca da biziz öğrenci de, çelişkisiyle yüzleşemeyip kendine hep yüz puan veren hileli oyun müptelası ergen misali. Sonucunda bu sınavın biz hep iyiyiz, haklıyız, beyazız karşımızdaki insanlar ise çoktan müebbet ve karalıktan yüzleri görünmez hale gelmiş.


İki boyutlu hastalığın birinci aşaması, çoğu zaman dünyanın, insanların, olayların bizce siyah ve beyaz, haklı ve haksız, iyi ve kötü olarak net sınıflara ayrılması. İkinci boyut ise daha derin bir bataklığa sürüklüyor bizi, hep biz haklıyız düşüncesine esir olmuş ve aklımızdaki yargıçlara rüşvet veren ego ve kontrol edemediğimiz dürtülerimiz.

Dürtüler hayatımızın öylesine kontrol merkezi ki cevap ta tam olarak burada aslında. İlkel dürtüler için iyi veya kötü vardır, İlkel dürtüler için nedenler yoktur, İlkel dürtüler için empati yapılamayacak kadar var olmamış bir hayalettir, ilkel dürtülere göre biz hayatın merkeziyiz, gözlerimizi kapattığımızda koca bir evrenin etrafında döndüğünü düşündüğü kocaman birer dünyayız. İlkel dürtülere göre iyi veya kötü bizim merkezinde olduğumuz dünyanın bize göre mükemmel sanat eserleri. Asla şüphe duymadığımız yargıçlarımızın mutlak hakimiyet süren dikta rejiminin ortaya koyduğu bir karar sonucu kendimizi güvende hissetmenin rahatlığıyla dosyayı kapatırız. Artık karar belli, suçlu belli, asla sormadığımız soruların, aramadığımız nedenlerin cevapları verilmiştir. Kimin ak kimin kara olduğu ortaya çıkmış, gün sonu kötümüzün merkezi olduğumuz evrenin kurbanının adı konulmuştur.

Hastalığa katalizör etkisi yaratan bir başka faktör de yargıladığımız ve cezasını kestiğimiz kurbanlarımız cezalandırılmadan önce iç şüphelerimizin bizi aldığımız kararla ilgili son bir kez emin olma dürtüsüyle uyarmasıdır. Bu uyarı sonucu yöneldiğimiz davranış ise aklımızdaki yüce yargıcın birey veya gruptan onay alma, birlikte hareketin ve yargılamanın gücüne kendini emanet ederek vicdani rahatlama sağlama dürtüsüdür. Bu dürtünün harekete geçirdiği adalet tahtamız, güvende hissetme, vicdan muhasebesinde aklanma ve kendinden emin olma ve vicdani rahatlama alarak kuş yuvasına döner. Son engel aşılmış, vicdani rahatlamada sağlanmıştır, merkezinde uyuduğumuz dünyanın kötüleri tayin edilmiş, cezaları infaz edilecektir. Yuvadan içeri girildiği andaki ferahlık bireyi artık zirveye çıkarır, rahatlar ve gece on uykusunun dinginliğine ulaştırır. Bu rahatlıkla kapanan vicdani hatlarla kişi uykuya dalar ama bu uyku ölümcül bir uykudur ve kendine inşa ettiği, iyi ve kötüyü tespit ettiği davada koca bir yanılsamanın içinde olduğunu anlamaz.

iyi ve kötü

Grup desteğinin parazitlerle dolu fikir kazanındaki handikap, gruptakilerin aynı amaç ve güdülerle hareket etmesi sonucu bireyler gibi dünyanın merkeziymişçesine davranması, böyle güdülenmesi, empatiyi, nedenleri terk etmesi, herkesin ve her şeyin siyah ve beyaz olarak sınıflanması, düşünme, algılama ve fark etme eylemlerini de gruba emanet etmesi sonucunda grubun akıl haznesine düşen öznellik handikabında boğularak, bireylerin fikirsel anlamda birbirini desteklemesiyle yanlış trene binmiş ama trenin içinde ters istikamete yürüyerek doğru yöne gideceğini zanneden şaşkınlar gibi yanılması ve kaybolmasıdır. Grup davranışlarının tehlikesi, bireyi motivasyonla ama düşünmeden hareket etmeye iter, bu da yanlış olanın fark edilmesini engeller. Kaldı ki bireylerden biri ya da birkaçı es kaza grup davranışını yanlış bulduğu eylem sonucu aforoz edilir. Bu bile kendi içinde mutlak iyi ve kötü fikrinin esiri olmanın sonucudur. Çünkü gruplardaki tek doğru ve bireylerdeki hastalığı hızlandıran mutlak güç grubun baskın fikirleridir.


İlkel dönem insanlarının dürtü temelli yaşam biçiminde, güven ihtiyacı ve bir araya gelen kabile bireylerinin kabileyi sömüren büyücüye veya kabile reisine karşı kendilerini uyaran arkadaşlarını kabile reisi ve din adamının güdülemesiyle dışlaması, öldürmesi ve aforoz etmesi bu ilkel dürtünün türümüzdeki en yaşlı örneğidir.

Davranışlarımızın temel aldığı kabullerin öznelliğiyle yüzerken, dünyayı ve çevreyi algılamaya çalıştığımız, iyi ve kötü kavramının, siyah ve beyaz kavramının bu kadar iç içe geçtiği dünyada ve evrende kendimize ve içine dahil olduğumuz ortak güdülendiğimiz grupların nesnellikten uzak, bonkör yargılarıyla kürek çekersek, kayığımızın gideceği yer asla adalet ve vicdan okyanusları olmayacaktır. Birine göre doğru olan bir başkasına göre yanlışsa yanlışın doğruya karşı girdiği davranış sonucu çizdiği renk kesinlikle simsiyah olamaz. Çünkü tuvale değen renkler kendini dünyanın merkezi sanan kendi iç dünyamızdan gelmez, o renklerin temsil ettiği ve geldiği yer, karşımızdaki insanların ve olayların nedenleridir. Bu nedenler ise mutlak iyi ve kötünün var olmadığını göreceğimiz yegane aynalardır. Etrafımızda döndüğünü sandığımız dünyanın aslında birer parçasıyız. Hiç kimse ve hiç bir şey bir diğerine göre konumlanmamışken bu mutlak iyi ve kötü ayrımı ve ayrımı yaparken oluşan kendinden eminlik ve öznellik gerçekten gün sonu hasılatı olarak çok şaşırtıcı ve çatışmacı.

iyi ve kötü

İyi ve kötü kavramlarının analizinde suç ve ıslah edilme felsefemizin bile belki de baştan aşağı değişmesi gerekirken, bize göre iyi, bize göre kötü diye bir şeyin olmamasını algılamak entelektüel zihnin kendini tamamlama biçimi olmalıdır. İyi ve kötü dediğimiz her şeyin, haklı ve haksız dediğimiz çoğu davranış, anlayamadığımız yaşam biçimleri, size zarar veriyormuş gibi hissettiğimiz bazı olayların aslında kendi içinde ne kadar tutarlı bir yol izleyerek cereyan ettiğini görmek, aslında temelde kendi içinde ne kadar da meşru nedenlere dayandığı ve dayandırıldığını fark etmek evrenin merkezi olmadığımızı anlamamızı sağlayacak fark edilmesi gereken kanıtlar olabilir.

Mutlak iyi ve kötü yoktur, nedenler vardır, Nedenlere göre hareket eden insanlar birbirini kendi pencerelerinden siyah ve beyaz görür, aslında nesnel bakışta herkes rengarenktir. Herkesin siyahları, beyazları sayısızca çeşitlenmiş renkleri vardır. Haklı ve haksız kavramının temel alması gereken bu rengarenk nedenler ormanında herkes kendi nedenlerine göre hareket eder ve bu eylem sonucu bir başkasının hayatı iyi veya kötü etkilenir. Bu etkilenmenin sonucunda anlaşılması gereken şey, nedensellik ormanında herkesin kendi nedenleri için yaşıyor olmasıdır, bu da bir kabahat değildir. Çünkü evrenin merkezinde olmak ve nedensellik ormanına göz kapayıp her nesnenin kendi pozisyonuna göre konumlanmasını beklemek kocaman bir sanrıdır. Bu sanrı çatışmaların temel nedenidir, ilkeldir, dürtülerden gelendir, entelektüel zihnin düşmanıdır.

İşbirliği, empati kurmak, nedenleri anlamak, herkesin ve her şeyin size ait olmadığını ve sizin doğrularınıza göre hareket etmek zorunda olmadığını, mutlak iyi ve kötü kavramlarının var olmadığını, insanları ve olayları böyle sınıflara ayırmamanın iç yargılarımızı nasıl iyileştireceğini anladığımızda, İlkel, dürtü temelli yargıların esiri olmayarak çevreyi bu düzlemde değerlendirdiğimizde, aslında evrenin kendi iç dengesinin bir parçası olduğumuzu hissedebiliriz.


Nice, mutlak kötülerinden arınmış, nedensellik ormanının renkleriyle bezeli saat on uykuları uyumanız dileğiyle…