Tahammülsüzlük çağına hoş geldiniz!
Her şeyi hızla tüketiyoruz. Sadece ürünleri değil, duyguları, dostlukları, aşkları… Bizleri bu kadar tahammülsüz eden şey nedir?
- Sevgileri “son kullanım tarihi” etiketiyle yaşıyoruz.
- İnsanlar hakkında “bir kahvenin pişme hızında” hüküm veriyoruz.
- Dostlukları “meşgul tonunda” çalıyor.
- Aşklar “bekleyenler listesinde bir profil fotoğrafı kadar” değer taşıyor.
- Olaylara dikkat süremiz “story” süresini geçmiyor.
- Önemsemek “beğen, paylaş, yorum” ölçü birimleriyle ölçülüyor.
- Sevgi, saygı, sabır, sadakat “nostaljik roman karakterlerine ait duygular gibi duruyor.
- İnsanları “çevrim dışıysa” yok sayılıyor.
İletişim çağının çelişkisi
Çok tuhaf şeyler oluyor. İletişim çağı bizi birbirimize bağlamak için geldi ama ne kadar çok iletişim aracımız varsa, o kadar az birbirimize katlanabiliyoruz. Sizce seçeneklerimiz çoğaldıkça sabrımız azalıyor mu? Fark etmeden bağlantılarımız hızla; kırılgan, tahammülsüz, huzursuz bir hal mi alıyor?
Beklemek ve anlamak neden zorlaştı?
Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Bu çağ bize her şeyi; hızlı, kolay ve kesintisiz sunarken; beklemeyi, anlamayı, dinlemeyi, sabretmeyi unutturuyor. Her şeyin hızlı versiyonu, değerli olan her şeyin değerini silikleştiriyor ve;
- Sevdiklerimizi dinleyemiyoruz,
- Farklı düşüncelere tahammül edemiyoruz,
- Küçük aksiliklerde hızla parlayabiliyoruz.
Ne güzel değil mi! İletişim çağının tahammülsüz ruhları olarak, ruh gibi dolanıp duruyoruz.
Beyinlerimiz sürekli olarak iletişim aletleriyle uyarılıyor. Mesajlar, mailler, videolar, bildirimler, yorumlar, gündemler…
Lütfen buyurun buradan yakın, işte şu kafatasımızdaki gariban beyin kendiyle hiç baş başa kalamıyor. Sonrasında da dengesi bozuluyor.
Tahammül; sessizliğin, beklemenin, sindirmenin, içinde doğar. Kendiyle baş başa kalamayan zihin kendine tahammül edemezken, elbette başkalarına karşı da tahammül edemiyor.
Mükemmeliyet yanılsaması ve yetersizlik hissi
Şu dışarıdan gelen, iletişim şekilleri tarafından maruz kaldığımız etkenlere bir bakalım.
- Mükemmel bedenler,
- Mükemmel ilişkiler,
- Mükemmel aileler,
- Mükemmel kariyerler,
- Mükemmel yaşamlar falan filan fıstık…
Eyvahlar olsun, işkenceye maruz kalır gibi her şeyin mükemmeline maruz kalıyoruz. Sonra taşan ‘yetersizlik, huzursuzluk’ duygusu, içimizi kemirince, hırsımızı bir şeylerden çıkartıyoruz.
“Aslında tahammül edemediğimiz şeyler, karşımızdan gelen şeyler yüzünden değil, genelde kendi kırılmış beklentilerimizden dolayı oluyor.”
Bu kırılmışlıklar sanırım bizi birazcık da bencilleştiriyor. (Bu cümle fazla mı iyimser oldu?)
Çünkü kendimize şöyle yapıyoruz “sen özelsin, sınırlarını koy, kimseye hesap verme, aman o olmazsa şu olur, o giderse bu gelir, o biterse bu başlar, onu at, onu tut “diye diye bunların hepsini ‘özgürlük’ olarak tanımlıyor ve yola devam ediyoruz. Kişisel gelişim kılıfı adı altında dışarıdan aldığımız ya da kendimize söylediğimiz bu tür yönergelerle, empatimizi kocaman bir törpüyle törpülüyoruz.
Birlikte var olmanın unutulan değeri
“Elbette birey olmak değerlidir ama ‘birlikte var olabilmek’ de çok değerli bir erdemdir.”
Günümüzde birlikte olmayı değil, birlikteyken rahat olmayı önemsiyoruz. Birisi bu rahatı bozduğunda hoşgörü yerine savunmaya geçiyoruz. İçimizdeki anlam boşluğu da giderek büyürken bizi tahammülsüzleştiriyor.
- Herkes anlaşılmak istiyor ama kimse anlamaya tenezzül etmiyor.
- Herkes haklı ama kimse huzur bulmuyor.
İlişkiler eskisi gibi dayanışma üzerine değil, performans üzerine ilerliyor. Bir taraf çok fazla anlayış, sabır, tahammül gösterirse devam ediyor. Bu arada tahammül etmek katlanmak değil, anlamaya çalışmaktır. Yani insan insana bağlanmıyor, sadece etkileşiyor. Ve bu çağ bize “taşımayı” değil “atmayı” öğretiyor.
Kendimizi, başkasını, hayatı taşımayı unuttuk. Sabır, anlayış, beklemek, dinlemek, alan açmak gibi olgular zayıflık olarak görülmeye başladı. (Tabi ki sözüm yeterli sabrı vb. gösterenler için değildir.)
“Ne ilginçtir ki; iletişim çağı bizi birbirimize bağlamak için geldi ama birbirimizden çözüyor.”
Peki ne yapmalı?
Bunca yazdım çizdim de gelelim işin püf noktasına, ne yapmalıyız?
Bir bilge der ki:
- Kızmadan önce dinle.
- Gitmeden önce bekle.
- Yıkmadan önce anlamaya çalış.
Sabır, paket servis olarak, motor kurye ile ayağımıza gelmiyor. Ruh dediğimiz şey de mikro dalga da ısıtılmıyor. Tükettiğimiz şeyin aslında “içimizdeki insanlık” olduğunu da acilen görmemiz gerekiyor.
Ben diyeceğimi dedim de tüm uzmanların bu konuya hızla değinmesini diliyorum. Yoksa “artık kaybedecek bir zerremiz bile kalmayacak” diyorum.
Sevgilerimle…
Hoş kalın, sabırlı kalın, insan kalın dostlar…