Kadınlar mağdur edebiyatından ne zaman kurtulacak?

Toplumumuz ve kadınlar. Ne kadar zor olabilirdi ki? Zaten insanların iki cinsi var. Milyonlarca yıldan sonra toplumda kadın, ezilen kadın, ama kadın, mağdur kadın… Hani, iki cinse ayrılmış insanın sanki 400 türü varmış da bu türlerden “Kadın” dediğimiz gibi tanımlıyoruz. Aşalım artık şu işi yahu. Zaten iki cinsiz. Kabul edelim, bir cins olmadan diğeri, diğeri olmadan ötekisi olmayacak. Doğa böyle buyurmuş. Kadın erkek ilişkilerini bir kaos, olay olmaktan çıkaralım. İki cins var; doğa karşısında ikisi de eşit. Bir ayrıma gitmeyelim artık. Kimse diğerinin yan sanayisi değil. İnşallah bu kaosun son yazıları olur…

kadın erkek eşitliği kadınlar

Ne zaman kadın olundu?

Düşünüyorum da acaba neden kadın oldu? Söylemek istediğim; ne zamandan beri kadın konusu, sanki kadın dezavantajlı bir grupmuş gibi tartışılıyor? Belki yüzyıllar, bin yıllar öncesine gitmeliyiz. Ev ve aile geçiminin tamamına yakınının, bedensel güç ile yapıldığı dönemlerden beri… Sanıyorum ki kadın ev işlerini, erkekse ev geçimini sağlamış. Hal böyle olunca da çorbayı kaynatan erkek olmuş. Erkeğin bu görevi yerine getiriyor olması da kadına bir üstünlük sağlıyor gibi görünmesine sebep olmuş. Oysaki kaynağı sağlayan erkekse, kaynakları bir araya getirip ortaya bir ürün çıkaran da kadın!

Buradan çıkarmak istediğim şu; kadınlar ne zamandan beri kendini dezavantajlı görüyor da mağdur edebiyatı yapıyor? Evet bin yıllar boyunca aile geçimi ile ilgili en önemli kısıtın “erkek” olmuş olması belki bir gerçeklik. Ancak bu bitti! Yüzyıllardan beri kadınlar okuyor, çalışıyor, pek çok işi erkeklerden iyi başarıyorlar. Mağduriyeti devam eden bir kesim var maalesef; ve bu demografik grupların da tez zamanda eşit şart ve imkanlara gelmesini ümit ediyorum. Şimdi, mağduriyeti giderilen gruba bir bakalım; mağduriyeti giderilmiş ama mağduriyetten galibiyet elde eden bir grup daha çıkıyor bunun içinden…


“Mağdurum” derken?

Şöyle ki; evet erkekler hala egoist, evet toplumun geri kalmış kesimlerinde kadın ötekileştirilmeye devam ediyor, evet erkek çocukları daha dışa dönük büyütülüyor, evet iş hayatının en üst kademelerinde bile kadınlara taciz, mobbing, cam tavan gibi engel ve zorlamalar uygulanıyor… Ama hayır, her kadın kendi hakkını ve hem cinslerinin hakkını savunmuyor! Üzülerek söylüyorum bunu, bazı kadınlar halinden memnun. Ve bazıları suçlu.

Bugün çok uluslu bir holdingin yönetim kademesinde kadına uygulanan cam tavan ile bir dikimhanede iki terzinin birbiriyle girdiği ego savaşının hiçbir farkı yok! Yukarıda bahsettiğim gibi kadına nasıl işlediyse bazı algılar, kurtulamıyor kadınımız bundan. Örnekse klasik Türk filmi sahneleri vardır; erkek kadına tokat atar, kadın gitme Salih, gitme Salih diye bir de adamın peşinden koşar. Şimdi bu senaryolar gerçek. Bugün kalabalık bir kafeye oturun ve izleyin genç kızları; üç gün en fazla dördüncü gün bu repliği izlerken bulursunuz kendinizi.

Televizyonda BBG evi modunda yarışmalar var. Bir bakınız. İki gün önce aşık olduğu adam için kendini paralayan kızlarla dolu ortalık. Bu, erkeklerin egolarını daha fazla kabartmıyor mu? Bir bakıyorsunuz ki okumuş etmiş, çalışsa eli ekmek tutacak bir kız çıkıyor ve diyor ki “Başımda bir erkek bulunsun, evleneyim, çocuklarımın anası olayım…”

Sevgili okuyucular, en anlam vermediğim ve hak görmediğim şeylerden biri şu: Toplumun eğitim düzeyi arttıkça ve kızların eğitime katılımı -çok şükür- yükseldikçe evlenme yaşının da doğru orantıyla yükselmesi beklenir, değil mi? Ama bir bakıyorsunuz Anayasa Mahkemesi evlilik yaşını düşürüyor, kızlar aile rızasıyla evleniyor v.s.

Eğitime katılan kesim, milletin vergisiyle devletin okulunda okuyan ve yüksek tahsilini yapan kesim, son sınıfta staj yeri değil de eş adayı bakıyorsa diğerleri çok daha normal bence. İşte burada tembellik var; Makbule hanımların kızı okumadı demesinler diye gel o sıraları işgal et, ardından da Ahmet Bey’in eşi çalışıyor demesinler diye git evde otur.

Bugün erkekleri ne kadar çok suçlasam da kadınların tembel kesimi, kendini göstermeye üşenen kesimi, kendini aciz gören ve söz söylemeyen kesimi de bugün bazı kadınların mağduriyetlerini yaratıyor. Üretim gücünü elinde bulundurup üretime katılmayan çok fazla kadın var. Tamamen bir erkeğin, eşinin, abisinin, babasının ekonomisiyle yaşayıp, daha sonrada sosyal medya ve mecralarda kadınları savunmak yakışmıyor ve bir işe yaramıyor.

Çok acı ama kadın mağduriyetinin içinde kadınların da parmağı var. Olayı sadece evlilik beklentisi ve evde oturma üzerine sıkıştırmak istemiyorum zaten oralara sıkışacak gibi de değil.

Samimi olun!

Doğduğundan beri belli sınırlamalarla büyümüş olabilirsin, ama artık koca kız oldun, elinde mesleğin var. Aç kal ama onursuz kalma, git çalış, nedir bu? Kendini bu kadar erkeğe bağımlı gösteren kadınların derdi nedir? Hepimiz görüyoruz; erkek kaba davranıyor, erkeği bırakmıyor; erkek dövüyor, yine erkeği bırakmıyor; erkek aldatıyor, yine erkeği bırakmıyor; erkek sevmiyor, yine de erkeği bırakmıyor… Bununla kalıyor mu? Kalmıyor! Çok dikkat ederek ve çoğu kadınımızı da tenzih ederek devam etmek isterim; bununla da kalmıyor; hem göz göre göre mağduriyetini yaratıyor hem de bu mağduriyetin lafını sözünü yapıyor. Yani mağdur edebiyatı, mağdur söylemi dediğimiz konu.


Bazı yerlerde erkeklere bu tavizleri verme ki o da başkasına yapamasın. İşte bazı kadınlar bu imajı verdiklerinde “kadınlara böyle davranılabiliyor demek ki” düşüncesi oluşuyor. Şunun bilinmesini isterim; erkeğin kadını ezmesi, eziyor olması, farklı görmesi, en ufak şekilde yadırgaması ve ötekiymiş gibi göstermesi benim en tahammül edemediğim ve en çabuk öfkelendiğim konu. Ancak kendini erkeğe bağımlı görerek, orta yaşlarda bile kendini insan değil, sürekli kadın olarak hissedip hayatında hep bunu vurgulayan bazı kadınlar da kendi mağduriyetlerini kendileri yaratıyor.

Merdiven silip çocuğunu profesör yapan anaların olduğu bu topraklarda, hayatın gümüş tepsiyle sunulduğu kadınların, kadın oluşlarını mağduriyet gibi göstermelerine ve sürekli bir tamlayan aramalarına ben de prim vermeme kararı aldım. Bazı erkeklerin kendilerini seçmiş olmasını, onun sevgilisi olmasını, eşi olmasını diğer kadınlara çalım atmış gibi gören kadınlar var. Bu toplumda sen erkeğin eline bu gücü verirsen, illa bir yerde mağdur olursun tabi. Ama bu yarattığın mağduriyetten beslenmene de müsaade edemeyiz.

Gerçekte mağdur kişi, kocası tarafından terk edilip patik örerek çocuklarına bakan anadır, babasıyla aynı evde yalnız yaşayıp hem ona bakıp hem tahsilini yapıp hem çalışan genç kızımızdır; eşinden tokat yediğinde resti çekip arkasına bakmadan gidip kendisine yeni bir hayat kurmaya cesaret eden hanımefendidir.

Sonuç

Değerli okuyucular, bunlar kümülatif ve pragmatik ilişkiler. Kadınların her daim kendi ekonomik gücünü ellerinde bulundurması lazım. Bunun getirdiği söz söyleme hakkı, kadının erkek karşısında güçlenmesini sağlar.

Ardından kadınlar, “Erkektir, döver, söver, yarim, yiğidim, aslanım” edebiyatından da kurtulmalı. Eğer erkek – kadın eşitliğinden bahsedilecekse önce psikolojik olarak bir eşitleyelim kendimizi. Kadınlar tek başına bir birey, erkekler tek başına bir birey olduğunda o zaman gerçek bir eşitlikten bahsedebiliriz. Ben olmak, birey olmak çok önemli bir meziyet.

Biz bu insan müsveddesi tecavüzcüleri, ahlak fakiri ve haysiyetsiz tacizcileri, edepsiz “ama kadın, ama o da şöyle giymiş, şunu demiş’cileri, kadını farklı gören, güçsüz gören çağdışı tüm kişileri, bu eksik insanları ancak ve ancak böyle yok edebiliriz.

Kadınlar buna nasıl, hangi kesimden, ne şekilde, hangi gelir düzeyinden, hangi eğitim düzeyinden ve hangi coğrafyadan başlayacak? Hiç fark etmez. Bu ki kadın – erkek konusundan çok daha geniş bir çözüm. Dünyanın neresinde olursa olsun; ezilmek istemeyen, dezavantajlı görülmek istemeyen her grup öncelikle kendini bulabilmelidir ve bu isteklerinde samimi olmalıdır. Devrimler tarihine baktığımızda da bunu görebiliriz.

Bu sebeple, kıyafet – giysi savaşlarından kurtulmadan, yiğidim aslanım edebiyatından vazgeçmeden, evde oturup izdivaç programı izlemekten sıyrılıp, serpilmeden, parfümeri kataloglarından farklı şeyler okumaktan, ben olmanın gözü karalığıyla, gerektiğinde toplumu da karşına almadan kümülatif ve pragmatik bir algı değişimi gerçekleşemez. Gerçekleşmeyecektir.

Milyonlarca kadınımız iş hayatında da aile yaşantısında da sözünü dinletiyor çok şükür. Çok şükür Afganistan değil burası. Ama olmamalı da! Kendine güvenmeye, milyonlarca hem cinsine güvenerek başla ve samimi ol. Gerçekten inanıyor ve istiyorsan başarabilirsin. Diğer türlü, “ah ben ne çekiyorum, ah ne zormuş kadın olmak, işte bizim toplumumuz böyle ya, erkek işte” edebiyatının tek başına bir getirisi olmayacak maalesef.

İlgili yazılar


Murat Menteş: Türkiye’yi roman okuyan kadınlar kurtaracak


Umur Çalıkoğlu
İşletme bilim dalında lisans, Eğitim Bilimleri ana bilim dalında yüksek lisans eğitimi aldı. Romanya'da sinerji iletişimi ve takım çalışması, Almanya'da ve İrlanda'da kariyer ve yetenek yönetimi konularında araştırmalar yaptı. İki adet AB projesinde kolaylaştırıcı olarak görev aldı. Türkiye Etik Değerler Merkezi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. Bu kapsamda çeşitli üniversitelerde etik üzerine konferanslar verdi. Firmalarda ve iş profesyonellerinde etik bilincinin arttırılmasına yönelik uygulama ve seminerler geliştirdi. Çeşitli eğitim ve danışmanlık firmalarında proje müdürü olarak, İstanbul'da iki farklı vakıf üniversitesinde Kariyer Uzmanı ve Kariyer Ofisi Sorumlusu olarak görev aldı. Görev yaptığı üniversitelerde kalite komisyonu ve topluma katkı komisyonlarında yer aldı. İstanbul İşletme Enstitüsünde Liderlik ve Eğiticinin Eğitimi eğitimleri veriyor. Çeşitli kurumlarda da motivasyon, markalama, kurumsal iletişim, etik, kurumsal dizayn, satışta bütünlük sistemleri gibi eğitimler veriyor. Ayrıca, yazar olarak yönetim meselesi adlı köşesiyle İndigo Dergisi künyesinde yer almaktadır. Kısaca, etkili yönetim alanına gönül veren bir konuşmacı, kariyer ve eğitim uzmanı .