Dağ çocuk öfke ve yalnızlık

İçini boşaltmak istediğinde Dağa koşardı. Dağ sessizlikti, özgürlüktü. Yamaç paraşütüne merak sardığından bu yana sırdaşıydı. Başkalarına söylemediği ne varsa Dağa söyleyebiliyordu. O da yalnızdı. Ağaçsızdı, sadece göz alabildiğince yeşildi.

dağ çocuk gökyüzü yalnızlık

Yamacına tırmanıp, rüzgarı karşısına alır paraşütünün kanatlarını dolduran havanın akışıyla yükselirken kendisini kuşlar kadar özgür hissederdi. Şalgam tarlalarını yukarıdan izlerken mutluydu. Yüksekteyken babasına karşı yıllardır içinde biriktirdiği öfke de uçup gidiyordu.

Unutmayı denemiş, başaramamıştı. Babası çekip gittiğinde altı yaşındaydı. Sonrasında geçim derdi başlamıştı. Annesi çalışsa da şartlar yeterli değildi. Komşu çiftlikteki koyunların bakımını üstlendiğinde henüz on yaşındaydı. Okuldan sonra çiftlikteki işi başlardı. Otlamaya giden hayvanların barınaklarını temizlemek, sularını yenilemek ve tüylerinin kırkılmasına yardımcı olmak sıradan işlerdi. Kendisine kalan haftanın tek bir gününde güneş doğarken uyanır, gerekli malzemeleri hazırlar, kaskını ve tulumunu motosikletin sepetine atar, coşkuyla Dağa koşardı. Takım arkadaşları ile uçmak, uçarken düşlemek heyecan vericiydi. En büyük hayali bir gün çiftlik sahibi olmaktı. Bu arada babasına duyduğu öfkeyi de rüzgara savururdu. Dağın böyle dertleri olmazdı ya da Bo öyle zannediyordu.


yamaç paraşütü çocuk

Oysa ki Dağ da üzgündü. Onunki yüzyılı da aşan bir kızgınlıktı. Anlatamıyordu. İnsanlar üzerinde tek bir ağaç bırakmamışlar, barındırdığı hayvanların yok olmasına aldırmamışlardı. Öfkesini yıllarca içinde biriktirmişti. Sonunda doruğundaki kartal yuvaları da bir bir yok olmuştu. Daha fazlasına katlanamazdı. Puslu bir günde yeri göğü inleten bir gümbürtüyle patladı. Dumanlar gökyüzünü sardı. İçine attığı her şey lav olup yeryüzüne aktı. Etraf karardı.

Çevre halkı korkuyla yöreyi terk etmeye çalışıyordu. Dağın şakası yoktu. Durup durup coşuyordu. Üzerine tutunduğu buzul kütlesi bile çaresiz kalmıştı. Ağzından alev çıkaran bir ejderhaya benziyordu.  Nasıl duracaktı?

Öfkesinin sesi yankılandı;

Bir daha asla üzerimde ulu ağaçlar yeşermeyecek!

Kuşlar hiç dönmeyecek!

Sadece yamaçtan akan su söylediklerini işitmişti. Düşünmesini istedi.

Yetinebileceği ne vardı?

Su çağıldadı. Farkında mıydı?


Çayırlarında hayvanlar otluyor, rüzgarlar tohumları getiriyordu. Tutabilirdi.

Dağ bir an durdu, düşündü. Suya hak verdi, tutabilirdi. Yeni yaşamları filizlendirebilirdi. Yatışmaya başladı.

dağ çocuk yalnızlık öfke sırdaş

Bo’nun da hayalleri yıkılmış, yuvasını terk etmek zorunda kalmıştı. Çok sevdiği dağ ihanet etmişti. Öfkesi kabardı; önce babası, sonra dağ. Dostu muydu? Yamacındayken düşündüklerini yüksek sesle söyleyebiliyordu. Gerçekten arkadaşıydı.

Bir daha asla yaşadığı yere dönemeyecekti. Dağ izin vermiyordu.

İçinden bir ses fısıldadı;

Yetinebileceği ne vardı?

Yıllardır gitmediği amcasının çiftliği,  yeni bir hayat, belki de daha iyisi.

İlgili yazılar

Mu’dan Kazdağları’na Şamanizm

Fazıl Hüsnü Dağlarca “Çocuk ve Allah”


Tanrı Dağları’nın Ardına Bakmak


Engin Doğalı Yıldırım
1962 doğumlu olup, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra on beş yıl eğitimci olarak görev yaptı. 2006-2007 döneminde katıldığı yazım atölyesi çalışmalarından sonra gençler için yazmaya başladı. Amacı, anlattığı öyküler aracılığı ile hem bireysel gelişimlerine yardımcı olmak hem de bilimsel konular üzerine daha fazla düşünmelerini sağlamak.