Binlerce ölümden çok azı reenkarnasyon olarak hatırlanıyor ya da binlerce doğumdan çok azı tekrar doğduğunu söylüyor. Herkes hatırlamıyor. Her ölen kişinin de reenkarnasyonu başkası tarafından aktarılmıyor. Sadece ölen kişi, çok güçlü bir şok – etkisi bırakıyor olmalı ki, doğan bir çocuk, onun bilgisini bu şekilde alabiliyor. Dünyanın birçokyerinde minimum derecede olabildiği gibi, bir yöremizde de çok yoğun şekilde görülmektedir reenkarnasyon vakaları.
Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (Lokman 28)
Reenkarnasyon nedir? Bütünün tekamülü bilinci
Tüm insanların yaratılması ve öldükten sonra diriltilmesi, bir insanın yaratılması ve diriltilmesi gibidir diyor ayette. Bütünlüğün tek bir ruhsallığın olduğunu ortaya koyan ayetlerden biridir.
Öldükten sonra dirilme konusu, tekrar bedenlenme konusuyla ilgili değildir. Öldükten sonra dirilme, bu hayatımızın son bulduktan sonraki ebedi olan sonsuz olan hayatımızı yani diri olan hayatımızı anlatmaktadır. Diri olan hayatımız, ruhsal hayatımızdır ve sonsuz yolculuğumuzdur.
Reenkarnasyon ile ilgili aktarılanlar ise, tekrardoğduğu bilgisini verenlerin ise, bu bütünlükten beslenerek bu bilgileri aldığını düşünüyorum. Bilginin reenkarnasyonu. Şu çok önemli binlerce ölümden çok azı reenkarnasyon olarak hatırlanıyor ya da binlerce doğumdan çok azı tekrar doğduğunu söylüyor. Herkes hatırlamıyor. Her ölen kişinin de reenkarnasyonu başkası tarafından aktarılmıyor. Sadece ölen kişi, çok güçlü bir şok – etkisi bırakıyor olmalı ki, doğan bir çocuk, onun bilgisini bu şekilde alabiliyor.
Dünyanın birçok yerinde minimum derecede olabildiği gibi, bir yöremizde de çok yoğun şekilde görülmektedir reenkarnasyon vakaları. Ben oranın enerjisel bölgesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü dünyanın birçok yerinde bölgesel etkiler söz konusu. Mısır piramitleri, Nazca düzlükleri, Maya kehanetleri ve takvimi, Bermuda Şeytan Üçgeni denilen yer, Tibet gibi yerler hep bölgesel enerji alanları. Reenkarnasyonun da en çok görüldüğü Adana – Mersin – Hatay bölgesi de bu enerji alanlarından biri bana göre.
Kur’an – ı Kerim ayetlerinde sıkça bahsedilen, deliller bıraktık ifadesi vardır. Aklını kullananlar için deliller bıraktık. Bunun bir amacı olmalı. Neden her yerde değil de, bazı bölgelerde yoğun? Bunlar delillerdir fakat neden ve amacı nedir işte onu bulmamız gerekiyor. Neden Antakya, deliller bırakılan bölgelerden biriyse birlikte bakabiliriz, fakat sadece düşünmek için. Lütfen herhangi bir kesin yargıda bulunmuyorum, sadece düşünmeye doğru bir adım atıyoruz.
Reenkarnasyon vakalarında neden Antakya?
Reenkarnasyon vakaları sadece bu yörede değil, dünyanın her yerinde, literatürlere kayıtlara geçmiş binlerce belge var ve parapsikologlar, psikoloji bilimi ve bilim adamlarının araştırma konusu olmuştur. Araştırma tarihi günümüzde ne kadar yoğun yapılıyor da olsa, geçmiş tarihlerde de bu araştırmalar yoğun olarak devam etmiştir.
Gerek çocuk yaşlarda gerekse, hipnoz – ekminezi çalışmalarıyla, geçmiş yaşamlarını anlatanlar, hatırlayanlar, belgeler dolusu bilgi, kitaplar haline getirilmiş ve üniversitelerde araştırma bölümlerinin oluşturulmasını sağlamıştır.
Fakat dünya üzerinde bölgesel ve coğrafi olarak yoğunluğun yaşandığı tek yerlerden biri Adana – Mersin – Hatay bölgesi gösterilmektedir. Fakat Antakya – Hatay’ın ise bu neredeyse tamamı bu fenomeni – doğaüstü olayı bilmekte ve olgunlukla karşılamaktadır. Geçmiş yaşamlarını hatırlayanlarla ilgili çalışmalar devam etmektedir.
Neden Antakya’nın yoğun yaşanmasının nedenlerinin, bir değil birçok sebepten olduğunu düşündüm ve araştırmaya karar verdim. Gelin birlikte neler olabilir bir göz atalım.
Doğunun kraliçesi olarak anılan, medeniyetlerin beşiği, tarihten gelen zengin kültür yapısı ile herkesi kendisine hayran bırakıyor.
“Dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi, ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.” Bu sözler, IV. yüzyıl Roma döneminde yaşayan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus’e ait.
Reenkarnasyon Antakya’da (Antioch) bilinen ve kabullenilen bir gerçek!
M.Ö. 42de Roma ile İskenderiye’den sonra dünyanın üçüncü büyük kenti
Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin birlikte ve barış içinde yaşadığı
Eşi benzeri olmayan dünyanın ikinci büyük müzesine sahip, Mozaik’lerin, şuan Kuantum Felsefesinin bize anlatmaya çalıştığı Parça – Bütün ilişkisini binlerce yıl öncesinden anlattığı o muazzam eserler.
Bir yerde camide namaz kılan insanlar ve bir duvar arkasında çalan kilise çanları.
Birbirlerinin bayramlarını kutlayan din büyükleri…
Herkesin kitaplarda okuduğu, konuşmalarında bahsettiği, henüz komşusu ile bile irtibat kuramayan şehirlerde yaşayanlar bir yana dursun,
Sevgi, hoşgörü, barış, birlik, bütünlük, anlayış, farkındalık, enerji kavramlarının canlı canlı yaşandığı şehir.
Büyülü, gizemli, enerji alanlarıyla, sırlarla dolu, efsaneler şehri Antakya… Herhangi bir kaygıları, beklentileri olmayan, kuşaklar boyu bozulmamış bir ırkın, bilen insanları. Bilen bir insan topluluğu. Bizatihi yaşayan, ruhunda barındıran insanlar. Eğer yaşıyorsanız biliyorsunuz demektir, eğer duymuşsanız, okumuşsanız gönlünüzün elverdiği şekilde inanırsınız. Fakat canlı canlı yaşamışsanız artık o yaşanmışlık sizin ruhunuza işlemiştir. Bilen ile inanan aynı değildir bu saatten sonra.
Dinlemesini bilen, ortak çözümler arayan, çözüme odaklı, kimsenin kimseye müdahalede bulunmadığı, özgür düşüncelerin yer aldığı, özgür iradenin hüküm sürdüğü şehrin insanlar topluluğu.
Antakya yöresinde bulunduğum süre zarfında edindiğim o güzellikleri görmemek mümkün değildi. Yaşayışları, kültürleri, inançları, dini bayramları, hoşgörünün, sevginin, özgür düşüncenin ve paylaşımın, birlik ve beraberliğin olduğu bu güzel şehir insanlarının neden reenkarnasyon yaşadığını araştırmaya karar vermiştim.
Dünya literatüründe, eşi benzeri olmayan, yoğun olarak yaşanan reenkarnasyonlar, bölgesel coğrafi özelliğinin yanı sıra başka sebeplerinin de olabileceğini düşünmemek elde değildi. Belki dünyanın birçok yerinde yaşanıyor, hatırlayanlar mevcut, literatürlere geçmiş olabilir, fakat yoğun olarak bir nüfusun %96sının bildiği ve yaşadığı durum başka herhangi bir yerde henüz yoktur.
Başka bir şehirde ya da yerde reenkarnasyontan bahsettiğinizde insanların size anlamsız olarak bakması, onları ikna etmeye çalışmalarınız, kendinizi garip ve uzaydan gelmiş hissiniz doğmuştur. Bunu yaşayanlar olmuştur.
Fakat bu şehirde, bu coğrafi bölgede, herhangi biriyle bile konuşmaya başladığınızda, sanki doğal bir şeymiş gibi anlatılması çok heyecan verici. Çünkü hemen hemen herkes ya yaşamış ya da mutlaka bir yakını tarafından yaşadığı kendisine anlatılmıştır.
Bu yüzden inanan, kulaktan duyan, bir yerlerde bir yazı okumuş insanlar değil, bizzat yaşayan, anlatan, insanlarla bir arada olmanın heyecanı başka bir enerjili.
Bilen ağızdan dökülen kelimelerin enerjisi çok farklı. Yaşanmışlığın anlatılması inanılmaz. Bu yüzden kitabımda “Kuantumun hiçbir şey ölmez, her şey yaşar, her şey her şeyle etkileşir, hiçbir şey kaybolmaz, demesinin reenkarnasyonu tamamen desteklemesine” canlı örnek olarak Antakya’yı seçmemin nedeni budur.
Neden Antakya’da bu kadar reenkarnasyon yaşanıyor sorusunun cevaplarını aradım sürekli. Bir değil birçok sebebi olduğunu düşündüm.
Dinlemesini biliyorlar
Hep sırlı şeyler ararız ya sebeplerinden biri dinlemesini bilmeleri. Bu yörenin insanları özgür düşünceye sahipler ve çocuklarını özgür düşünce ile büyütüyorlar. Ve çocuklarını dinlemesini biliyorlar. Sen sus anlamazsın inancı yok. Onlar çocuklarına önem veriyorlar ve onları dinleyip, susturmaya çalışmıyorlar. Belki birçok şehirde anne babalar bu olaylara benzer durumlar yaşıyorlar fakat ya saklıyorlar ya susturuyorlar ve unutturmaya çalışıyorlar. Çünkü toplum böyle bir konuyu kabul etmez ve size deli gözüyle bakar endişesinden dolayı olay hep örtbas ediliyor. Bu yüzden de ortaya çıkması muhtemel olan birçok fenomen tarzı olay, yeniden bedenlenme vakaları kendiliğinden yok olup gidiyor.
Antakya yöresi, kendilerini inceleme – kobay olarak gören araştırmacılara karşı güvenlerini yitirme aşamasındalar. Çünkü yıllardır onları araştıran fakat sonuçta hiçbir açıklama sunamayanlara karşı güvensizlikleri var. Ayrıca, sürekli konuşturulan bir süje olarak görülen çocuklarının psikolojik durumlarını da düşünmek zorundalar.
Ayrıca neden sürekli bu bölgede oluyor sorusuna aranan cevabın başka olumsuz durumlara dayatılması çok üzücü. Buranın insanlarının herhangi bir beklentisi, bir menfaati yok, üstelik hatırlayanlar çok küçük yaşta çocuklar. Bu çocuklara siz rol yap, şöyle oyna diyemezsiniz. Doğal olarak kimsenin bilmediği ifadelerde bulunmaları ve filanca köydeki bir önceki hayatındaki eşini ve çocuklarını anlatması, onları ziyarete gitmesi ve bunu daha 3 – 5 yaşındayken yapabilmesi, gerçekliğin ta kendisi olduğunu ortaya koyuyor.
Kabullenme
Başta da söylediğim gibi, yaşanan olayları reddetme, görmemezlikten gelme, yok sayma, geçiştirme gibi bir durum yok ortada. Kabullenilmiş halk tarafından. Ve doğal karşılanıyor. Onlara bahsettiğinizde size deli gözüyle bakmıyorlar, hoşgörü ile anlatmaya başlıyorlar. Reenkarnasyon ve birçok gizemli olayların yaşanması burada inanç meselesi değil, bilinen bir gerçek. İnsanları tarafından biliniyor. Bilmek farklı, inanmak farklı bir olaydır. Yaşanıyorsa biliniyor demektir. Bilinmesi ise bunun gerçek olduğunu apaçık ortaya koyabilmektedir. Literatüre geçmiş, belgelenmiş binlerce olay vardır. Fakat nedeni henüz tam keşfedilememiştir.
Enerji Alanı
Coğrafi bölgenin, enerji bölgesi olma özelliği de reenkarnasyonların yoğun yaşanma olasılığını da arttıran sebeplerden biri. Enerji bölgesi diyorum çünkü tarihi geçmişi çok eski zamanlara dayanan bu yöre, birçok uygarlığın yaşam ve uğrak bölgesi olmuştur. birçokmedeniyetin yaşadığı bölgedir Antakya. Efsanelerin, inançların, yatırların, pirlerin, sırlı ve gizemli olayların bulunduğu yerdir. Geçmişi çok eskilere dayanıyor.
Yayladağı – Kışlak civarında ve Çevlik – Kanal Mağarası’nda, M.Ö..40000 – 11000 yılları arasında tarihlenen Üst Paleotrik Döneme ait araçlar ve insan kalıntıları ile yine Çevlik’te yapılan 1970 – 1973 kazılarında Homo Sapiens Çevlikensis’ten kalma kemikler bulunmuştur. Bu mağaraların ziyaretine en az beş kere gitmiş bulundum. Ve her seferinde de hiç sıkılmadan, ilk defa geziyormuş heyecanı ve hissiyle dolaştım tek tek. Ve inanılmaz enerjiler aldım. Küçücük bir giriş yerinden giriyorsunuz ve içerisi karanlık olmasına rağmen, size inanılmaz bir huzur veriyor. Korkmuyorsunuz. Orada bir yaşanmışlık ve o yaşanmışlığın bıraktığı enerjiyi hissetmemeniz mümkün değil. Ve o zamanın insanlarının bu güzel ve mühendislik harikası tünelleri ve mağaraları yapabilmiş olmalarına akıl sır ermiyor.
Bir tespit daha var ki onu başlık olarak kullanmak istedim.
Antakya’da Lemurya bilincinin izleri
Görünenle görünmeyen arasındaki en anlamlı köprü semboldür.
Antakya’ya ilk geldiğimde kendi evime gelmiş gibi hissetmiştim kendimi. Başka bir şehirden hiç tanımadığınız bir şehre gitmek ve orada nelerle karşılaşacağınızı bilmemek nasıl bir duyguydu. Ben bunu hiç yaşamadım desem. Çünkü doğal insanların bulunduğu bir yer burası. Medeniyetler şehri. Sizi olduğunuz gibi gören kabul eden ve oldukları gibi görünen insanlar. Neyseler O. Ne fazla ne eksik.
Okuduğum kaynaklarda Mu ile ilgili bilgilerde Lemurya ırkının yaşayış tarzının, Antakya halkında da olduğunu görmemek imkansız.
Mu kıtası günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce yaşanan depremler ve volkanik patlamalarla suların derinliklerine gömülmüş, yok olmuştur. Churcward’in derlemiş olduğu haritalar incelendiğinde çağlar boyu medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’nun hem Uygur İmparatorluğu hem de Atlantis üzerinden gelen göç yollarının adeta bir harman yeri olduğunu görüyoruz. Bu da aslında Anadolu, Sümer, Babil, Asur, Grek uygarlık etkileşimlerinden çok daha önceleri tarihin derinliklerinde Mu, Uygur, Atlantis, Anadolu uygarlık etkileşimleri olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Mu’dan baslayan, Atlantis’ten gelen göç yolları haritasındaki yerleşimlerden en önemlilerinden birisi Mısır’dı ve nihai varış noktalarından bir diğeri Antakya idi. Çünkü Afrika ve Arabistan’ı, Anadolu’ya, Asya’ya ve Avrupa’ya bağlayan tek geçiş noktalarından biriydi Antakya.
Bunun dışında, eski uygarlıklar denilen zamanlarda, bizim şu an bildiklerimizi okuduklarımızı ve inanmaya çalıştıklarımızı yaşayan insanlardı. Her türlü fenomen doğa üstü olarak kabul edilen, parapsikoloji dalında incelenen olayları canlı yaşayan ve bu yetenekleri doğal bir yeti olarak kullanabilen insanlardı.
Eğer Mu Uygarlığı’na ait Lemurya halkının geçiş noktası Antakya ise, bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş bir ırkın, genlerinde bu doğal olayları yaşamaları normaldir. Çünkü her türlü beş duyu ötesi algılamaları inanılmaz üstün olan bu ırk, Antakya’da yaşamış ise, günümüze kadar bu etkiyi getirmeleri normaldir. Çünkü atalarından gelen DNA ve genlerde zaten bu bilgi mevcut. Ve son yapılan araştırmalarda ise, ilk insanın yaşadığı her türlü olaylar, mizansenler bizim şu an vücudumuzda bulunan genlerde ve DNA’larda kayıtlı. Bilgisi bizde mevcut. Bu da doğal olarak tekradoğuşun bu yörede doğal olarak yaşanmasını sağlayan etkenlerden sadece biri.
Bilinçteki Mu’yu aramak gerekiyor
En önemlisi, kalıntı olarak aranan bulgular. Oysa okuduğum kaynaklarda, Mu Uygarlığı’nın, Lemurya halkının yaşayış tarzı ve bilincini ele almak ve bu şekilde bakmak daha doğru olabilir diye düşünüyorum. Bizim ancak bu bilincin izlerini sürmemiz ve buna benzer yaşayış tarzlarından yola çıkmamız gerekiyor. Çünkü bu bilinç ve bilinç ruhunun varlığı, Kuantum Felsefesi’nin bize anlattığı hiçbir şey kaybolmuyor, yok olmuyor, var olmaya devam ediyor ve her şey her şeyle etkileşim halindedir bilgisinin bir onaylanmasıdır. Bu bilinç ve bilinç ruhu hala dünya üzerinde mevcut ve bu yaşayış tarzını benimseyen, etkilenen uluslar, insan grupları ve insanlar vardır. Lemurya bilincinden ve ruhundan bahsettiğimde çok daha iyi anlayabileceğinizi umuyorum.
Bu bilinçte BEN diye bir kavram yoktur. Hakim olan kavram “BİZ”dir. Biz kelimesinde birlik vardır. Yani tek tek parçaların bir eylem ve düşünce için oluşturdukları ortak bilinç ve davranış birliği vardır. Biz dendiği zaman tek bir düşünce tek bir yürek tek bir bilinç ortaya çıkar. Birlikte düşünülür bir olunur. Bu bilinç ve bilinç ruhu, Tanrısal bilince çok yakındır. Böyle olduğu için biz olarak yapılan tüm eylemler de Tanrısal bilince uygun olur. İçinde Tanrısal bilincin olmadığı hiç bir eylem ve düşünce bu bilince uygun değildir.
Biz bilinci içinde olumsuz hiç bir düşünce ve duygu yer alamaz. Biz bilinci taşıyan insanlarda ego olamaz. “Ben” diye “benim” diye başlayan düşünceler olamaz. Biz diyen insanlarda rekabet hırs ve kıyaslama yoktur. İnsanları yargılamazlar. Korkuları yoktur. Tevekkülle Tanrı’ya teslim olmuşlardır.
Lemurya bilincinde hakim olan temel duygu sevgidir. İnsanların yürekleri Tanrısal sevgi ile doludur. Yani birbirlerini ve doğayı severler. Akılları ile değil yürekleri ile severler. İnsanları ayırım yapmadan severler.
Tüm bedenleri ve ruhları ile sevgidir sevgidedir. Yani sevgi frekansını yakalamışlar ve sürekli sevgide kalmayı başarmışlardır. Yüreğinde sevgi olan insan bağışlayan, hoşgörülü insandır. Sevginin olduğu yerde olumsuz hiç bir düşünce yoktur.
Lemurya bilinci, Yüce yaradan ile insan arasındaki engellerin kalkması demektir.
Düşünce ve beden temizliğinin ön planda tutulması önemlidir. Ve bu konuda da herhangi bir yaptırıma, dayatmaya ya da sahteliğe yer vermemek önemlidir. Yani eğer düşünce kirliliğiniz ya da bedensel kirliliğiniz mevcut ise, Lemurya’da herhangi bir ayine katılmanız herhangi bir kurban adağına katılmanız mümkün olamaz. Lemurya bilincinde, birlik hakimdi, farklılıklar ve çeşitlilik seçmeden kaynaklanan bir durumdu. Çeşitlilik ve farklılık kesinlikle birlik düşüncesine aykırı değildi. Birlik düşüncedeydi. Birlik düşüncesi bir olmak ve dürüst olmak anlamına geliyordu. Saygı ve sevginin, hoşgörünün o birlik bilincinde yer almasıydı.
Çocuklar Yüce Yaradan’ın kendilerine armağanıydı ve onlara öncülük edecek ve onları iyi yetiştireceklerdi. Yüce yaradan ile kendileri arasında hiçbir engel bulunamazdı. Göz boyama ya da kandırma gibi bir eylem asla gerçekleşemezdi. Çünkü bunun ne anlama geldiği bilinmekteydi. Rüyalar, hisler, olaylar tarzında meydana gelen oluşumlara da katlanmak zorunda kalacaklarını biliyorlardı. Dürüst olmamanın, adil olmamanın, terazideki dengesiz durumun sonuçlarından onları kimse sorumlu tutmayacaktı ancak kendileri Yüce Yaradan’larına karşı sorumluydular. Herhangi bir emir ya da inanca yönelik hareket değil, şu bilgi böyle dedi diye değil, kendi içlerindeki bilgiye ve bilinç ruhuna duyulan saygı ve aşkla olmalıydı.
Yani bir kaç adım ötesini görebilen bir bilinç ruhu hakim. Herkes ancak kendinden ve bildiğinden sorumludur ve bunu da dürüstçe yerine getirir. Lemurya bilincinin izlerini aramalıyız. Bu bilince yönelik yaşayış tarzını görmemiz daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Sizce Lemurya bilincine benzer yaşayış tarzı nerelerde bulunuyor?
Hangi insan yaşantılarında benzer noktalar var? Hangi ulusta bu bilinci görebiliyoruz? En çok Kızılderili kabilelerinde ve Maya uygarlığında bunlara rastlamak mümkün. Bunun dışında nerelerde olabilir? Ve bu satırları okuyan kişilerin ne anlatmak istediğimi anladıklarını biliyorum. Ve bu satırların tamamen Kuantum Felsefesini desteklediğini de görmemek mümkün müdür?
Kaynak:
1 – Kuantum Gizli Öğretisi – Sınırötesi Yayıncılık
2 – Antakya yöresinde gezi, inceleme, araştırma ve röportajlardan elde edilen bilgiler.
3 – Batık Kıta Mu’nun Çocukları – Ege Meta Yayınları
Fotoğraflar: Kevser Yalçın