Mevcut olan var oluşla sarmaş dolaş ve iç içe geçmişçesine, bazen “bir” bazen de “ayrı” şekillerde mevcut olan birde varlığımız var. Mevcut olanın varlık kuralları içerisinde bulunan herhangi bir noktanın farkındalığı, o mevcudun şekillendirdiği zihin ile yapılan bir keşif sayılamaz! Mevcudun kuralları kendi sınırlarını çizer ve çizilen o sınırdaki her olası olan “bilinen” olmuş olur. Çünkü kuralların olasılıkları belirlidir. Bu olasılıklar sonsuz sayıda da olabilir. Her halükarda istenilen olasılık tespit edilebilir. Meçhul olanın sonsuzluğun dışında olması gerekir ki “meçhul” olsun! Meçhulün ifşası sırrı gösterir. Sır kendisini tüm akıl kaidelerinin ilerisine gizlemiştir. Aklın çıkamadığı sonsuzluk dolambacı varken bu sır ifşa edilemez. Malumun fark edilmesine ise sır diyemeyiz.
Eğer kurallar mevcudu var ediyorsa o zaman bu kuralların mutlak anlamda temel sabit olduğunu gösterir. En temel kural ise “kayıtsızlık ve şartsızlık” kuralı olması gerekir. Bu kural gereği iledir ki kurallar kayıtsız ve şartsız vardır. Diğer her kural değişkenlik gösterebilir. Temel kural değiştirilemez. Diğer sonsuz kurallar hem fizikte hem de zihinde değiştirilebilir ve değişebilir. Bu değişkenlik sonsuz olasılıkları üretir. Sabit “tek”, değişken “sonsuz” olmalıdır. Çünkü kuralların mevcut varlıkları böyle sağlanır. Değişkenlik sahasını sonsuza doğru uzattıkça uzattığımızda sadece değişmez olan teki korumuş oluruz. Bunu yapmadığımız takdirde ise en az iki sabit kuralımız olur ki buda kurallar var oluş planının tümden çökmesi anlamına gelir.
Kayıtsızlık ve şartsızlık ilk temel kuralına göre kayıtsız ve şartsız olarak var olan mevcudatta her şey döngüler ve değişimler ile gelişir ve yenilenir. Mevcudatın varlık şartı olan ilk kural yokluğa galip midir? Yoksa yokluğa rağmen onunla tam bir denge içindemidir? Eğer yoklukta bir varlıksa varlığın mutlak galibiyeti söz konusudur ki kendiside vardır. Yokluk mutlak bir anlamda yoksa o zamanda varlık izafi olarak mevcuttur. Yok olanı “yok” diye eksiksiz tanımlayabiliyoruz. Var olanı ise eksiksiz ne tanımlayabiliyoruz ve nede bilebiliyoruz. Yok kesin bilinebiliyor. Var olduğumuz halde varlığı daima araştırıyor ve anlamaya çalışıyoruz.
Algılarımız! Mevcudatı radar gibi tarayan yanlarımız! Mevcudatı algılıyoruz. Algılarımız eğer mevcudata tabi ise bu durumda nasıl tabi olan tabi olunanı kuşatıp yakalayabiliyor? Tabi olunanın tabi olanı kuşatması doğası gereği mümkündür. O halde mevcudat algılarımıza tabi olmalıdır ki hem mevcudat hem de algılarımız olabilsin. Bu durumda algıladığımız için mevcudat vardır diyebiliriz. Yanılsamalara “ters” çıkarımlar olarak karşımızda durmasına rağmen mantığa da tamamen “düz”dür.
İşte bunun içindir ki “mevcudiyetin varlığı” değil, “varlığın mevcudiyeti” vardır. Var olan bilinçtir. Bilinç var olduğu için mevcudiyet vardır. Mevcudiyet bizatihi kendisini var kılabilecek bir kudrete haiz değildir. Bu kudrete haiz olmadığı için varlığından bile habersizdir. Varlığından habersiz olan var olamaz. Kendini bilen var olabilir. Kendini bilen de bilinçtir. Bilinç kendisini mevcudiyet algılamaları ile bilir. Bilinç-i Mutlak vardır. Mutlak bilinç kendisini bilmektedir. Kendisini bilen bir bilincin kendisini bu aşamada bilme şartı kesrettir. Kesretten sonra vahdete ve ehad’a erecektir. Zaten ermiş haldedir. Zaman yanılsaması ile sonsuzluğu genişletmektedir.