Çocukluk Kararı: Kök Duygusu

“Ben sonunda yaşamın anlamını ve bu işin dinamiğini çözdüm” diye bağırasım geliyor. Yaşama o kadar yüce anlamlar, o kadar gereksiz misyonlar yüklemişiz ki, gözümüzün önünde durup, beni gör diye bağıran cevabı  ciddiye almayıp,  daha komplike cevaplar aramayı sürdürüyoruz.

kök duygusu şifa

Bu cevabın peşinde aylar seneler geçiriyoruz ve  çoğu zaman dünyadan geçip gidecekken esas cevabın, başta adam yerine koymadığımız olanı olduğunu anlıyoruz. Nedir bu kendimizi büyük görme, anlam yükleme, megalomanik hezeyanlar.

Kardeşlerim, yaşamın sırrını açıklıyorum:


Mükemmel bir bütünlüğün parçası olarak, bütünün kendini deneyimlemesi deneyinin dünya kolunun bir üyesiyiz. Aslında her şeye kadir, her zaman var olmuş ve olacak olan, yani birliğin bütün özelliklerini taşıyan yüce bir varlık iken, kendimizi beden denilen algı filtreleri ve kısıtlı yapabilitesi olan bir yapının içine girdirip, bir de kendi mükemmelliğimizi unutturuyoruz. Tamam bu kadarını onlarca kez yazdım söyledim. Biliyoruz bunları diyorsunuz, duyuyorum.

Bedene kendimizi tıktığımız yetmiyormuş gibi, yaşamımızın nasıl gideceği, yaşam boyu nelerle uğraşacağımız, hangi yaftaları yapıştırıp daha sonra bunları çıkartmaya çalışacağımızı, çocukluk dönemine (hatta ilk 3-4 yaşa) sığdırıp, tüm erişkinlik hayatımız boyunca da bunların böyle olmadığını kendimize öğretmeye çalışarak geçiriyoruz. Yani aslında tüm yaşadığımız her şey üst benliğimizin danışıklı döğüşü…

“Hepsi bu mu? Yaşamımın bundan daha büyük anlamlar içerdiğini  hissediyorum. Benim yaşam misyonlarım var. İnsanlığı yücelteceğim” vs. vs. vs.

Bu dediklerinizin neden söylendiğini anlayabiliyorum. Kendimizi o kadar çok önemsemeye alışmışız ve hep daha önemli bir şey yapacakmış gibi onlarca “Dünyayı Kurtaran Adam” filmleri seyretmişiz ki, bundan başka şeyler düşünmenizi beklemiyordum. Egoların da şişkinliği cabası tabii ki. Koskoca “Ben” nasıl olur da aslında makro bir sistemin mikro parçası olabilir.

Biz mikroymuşuz da, makroymuşuz da, aslında esas mesele bunlar değil önce buradan çıkmamız lazım. Neysek neyiz, önemli olan mademki birliğin kendini deneyimlemesini sağlayan bir koluz aynı zamanda çok da önemliyiz. Biliyorsunuz tüm evreni bir vücuda benzetirsek bedenin düzenli ve doğru şekilde çalışması için her hücrenin  de ayrı önemi olduğunu anlayabilirsiniz.  Bir organınızın hücreleri uygunsuz çalıştığında tüm vücudu etkilediğini deneyimlemişsinizdir. Bazen birkaç hücre grubunun kendi başında buyruk çalışması neticesi kanser denilen hastalığın tüm vücudun yaşamsal faaliyetlerini tehdit edici hale geldiğini biliyoruz. Yani hem çok küçüğüz, hem de olmazsa olmazız.

Bu sürecin en önemli bölümü, kendini unutmuş ruhun, bedendeki ilk yıllarına sığdırdığı geleceği belirleme dönemi olan çocukluğumuz. Bu dönemde  dünyaya gelirken çalışmak üzere planladığımız konulara uygun senaryolar yazabilmek için algılarımız öylesine açık duruyorlar ki, hayatınızın hiç bir döneminde bu kadar uyanık olamıyacağınızı söylemek isterim. Hatta daha anne karnında bile etrafın duygusal yüklerini hissetmeye başlıyoruz. İstenen bir gebelik mi, yoksa kazara mı olan bir gebelik, anne huzurlu mu, evde nasıl konuşuluyor, kavga gürültü var mı, doğulacak ortam konforlu mu? Tüm bu söylediklerim algılanılanların yüzde biridir herhalde.

Sonra doğuyoruz. Doğum nasıl oldu,  anne ile temas nasıl yaşandı, evdeki ortam sevgi dolu mu, ihtiyaçlar karşılanıyor mu, her ağlanıldığında cevap veriliyor mu, yaşatılan her türlü zorluğa ve yorgunluğa rağmen her an anne-baba başınızda beliriyor mu, anne depresyonda mı, baba destekliyor mu?

Görüyorsunuz değil mi, bir çocuğunuz olduğu andan itibaren sadece ne yaptığınız değil ne hissettiğinizi dahi gözleyen  alıcılarla donanmış  cingöz bir varlıkla yaşamaya başlıyorsunuz. Çoğu zaman da olumlulardan çok olumsuz olanları almaya programlanmış. Yüz kere gece kalkın,  gözünüzden uyku akarken ağlayan çocuğunuza ilgi şefkat gösterin, bir kere bunu yapmadığınız da hemen “Ben sevilmeye layık değil miyim acaba?” diyecek kadar nankör bir varlık.

Tüm gün çalışıp, yorgun argın eve gittiğinizde,  onun için önemli olan bir aktivite de yeterince katılım göstermediğiniz için “Ben değersizim” diyecek kadar garip.


İlk şarkısını söylediğinde yeterince alkışlamadığınız için “Ben yeterince iyi değilim” diyecek kadar da  acıtıcı.

Evet, size insanoğlunun bence hepsinin köklerine ve her taraflarına işlemiş olarak, yaşamlarını zorlaştırıp üstesinden gelmeye çalıştıkları üç ana düşünce kalıbı, işte böyle saçma sapan olaylar sonucu oluşabiliyor. Bu düşünce kalıpları  ne zaman oluştu, nasıl gelişti bile diyemeden çabucak zihinlere sızan çok bulaşıcı virüsler gibiler. Yaptığım tüm çalışmalarda herkeste bu üçünden birinin veya ikisinin bulunduğunu görüyorum.

Bu düşünce kalıplarının başlangıcı işte çocukluk döneminde aldığımız “Çocukluk kararlarından” kök buluyor. Tüm erişkinliğimiz, yani yaşamımız bu kararların üstesinden gelmek üzere yapılan uğraşlarımızla geçiyor. Bu kalıplar yaşamı algılama şeklimizi belirlediği gibi, yaratıcı yanı olan birer varlık olduğumuz için aynı zamanda yaşamımızın kendisini de belirliyor.

Kök duyguyu yeniden programlamak

“Ben değersizim” virüsüne yakalanmış bir insan hayatına kendini değersiz hissettirecek olayları ve insanları çekiyor. Tüm yaşamı bu duygu selinde boğulmalarla geçiyor. Psikiatristlere gidiyor, koçlara koşuyor (yaşam koçları), yüzeyde görünen sonuçları temizlemeye çalışıyor. Temizlemek diyorum ama öyle kolay da değil. Bir zarınızı temizliyorsunuz sonra alttan çıkan tertemiz dediğiniz alanda da aynı virüsün başka bir hasarıyla karşılaşıyorsunuz. Katman üstüne katman, zar üstüne zar. Ta ki kök duyguyu yani çocukluk kararınızı bulup onu yeniden programlayana kadar. İşte ondan sonrası özgürlük.

“Kök duyguyu bul, sonra yeniden programla” dedim ama bu süreç aslında çok da kolay bir iş değil. Çoğu zaman bu modelin eşliğinde yaşamaya o kadar alışmış oluyoruz ki, her hücremize işlemiş bir kirden temizlenmek gibi bir şey.

“Oley, temizledim” diyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz, bir süredir kullanmadığınız bir olay örgüsünde karşınıza yeniden çıkıyor.  Tam diyorsunuz daha karşıma çıkmaz, sonra bir bakıyorsunuz ki tam karşınızda size gülerek bakıyor.

Bu kadar laf ettim, umutsuzluğa sürüklemeye çalışıyorum zannetmeyin. Sonuçta önemli olan ilk seferinde kök duygunuzu yani virüsünüzü  farketmek. Bundan sonrası eğer iyileşmeye kararlıysanız her karşınıza çıktığınızda yeniden temizleme süreciyle geçiyor.

Bir süre sonra  dost oluyorsunuz, “Yine mi karşıma çıktın, ne haber” gibi konuşabilecek kadar samimi bir ilişki başlıyor aranızda.

Hastalığı tedavinin ilk basamağı tanı koymaktır. En azından tanıyı koyun sonrasını çözersiniz. Çözemezseniz beraber uğraşırız (tabi ki dilerseniz). Grup ve bireysel çalışmalarımızda ana konumuz bunlarla uğraşmak.


Şifa dileklerimle.