Yaratıcı henüz evreni var etmeden önce ruhlar vardı ve bu ruhlar erselikti! Sonra bu ruhlar dişi ve eril olarak ikiye ayrıldı, ardından da iki, çok oldu!
“Dünyada giderek artan dişi enerji; hırs, tutku, nefret, kıskançlık, öfke, sahiplenme, üreme tandanslı duyu kökenli yansımalar önce kendini, sonra da çevresini tüketmektedir. Bu durum global anlamda inkar edilemez boyutlara taşınmış ve her geçen gün dünü aratan yakıcı ve yıkıcı bir enerjiye dönüşmüştür.
Bu dişi enerji önce kendini, sonra da çevresini tüketmeye mahkûmken karşısına koyabileceğimiz güçlü bir Kıbâle enerjisi bulunmaktadır. Bu Kıbâle enerjisi bizleri bolluk, bereket, sükunet, dinginlik, gelişme, genişleme, yücelme, ref olma, evrensellik ve ‘insan’ olmaya taşıyacaktır.
İnsanlığın var kalabilmesi için bu dönüşüme uyum realitesindeki yerini tercih ve tayin eden, bu konuda bedellerini ödemeyi göze alan ve bu yolda giden sizlerin yanı sıra diğer hanımefendileri de aramızda görmekten onur duyarım..”
(Bu yazı, Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirdiğimiz sunum programındaki açıklamalarımdan bir alıntıdır.)
Acaba Yaratıcı dişi midir?
Evren; milyonlarca ve milyarlarca yıldız, galaksi, güneş sistemi ile birlikte her geçen gün sonlu bir sonsuzluğa doğru genişleyerek sürüklenmektedir. Dişinin üreme özelliğinde olduğu gibi evren de sürekli genişleyerek çoğalmaktadır. Bu anlamda “Acaba evren dişi midir?” sorusu akla gelmektedir. Daha da ötesi insanın, “Acaba Yaratıcı dişi midir?” diyesi geliyor!
Doğa üretken bir kaynaktır. Bu kaynağın yansıması ise tabiattır. Milyonlarca tür, renk, desen ve oluşum, mükemmel bir yaratıcılığın yansımalarıdır. Tabiat ananın bu muhteşem yaratıcılığının içinden, dişi ve eril insan türleri de varlığını tezahür ettirmiştir. İnsan türü, genetiğinde kodlu olan doğa yasalarını sezgisel ve izleyerek takip etmiş, belli ölçülerde de buna uyumlanmıştır.
Dişi dendiği zaman akla; kendisinde doğurma ve çoğalma özelliğini barındıran canlı türü gelmektedir. Bir dişiyi erilden ayıran en büyük özellik de budur. Ancak dişideki bu potansiyel enerjiyi devinime taşıması ise bir eril gücün devreye girmesiyle mümkündür. Çünkü bu oluşum açısından önemli bir tamamlayıcıdır. Doğa, dişi ve eril enerjinin ritmiyle hareket eder, genişler ya da daralır. Şayet bu ritim bozulursa enerji akışı da bozulur.
İşte, dişi özelliğine sahip kadın geliştikçe, doğa annenin dişil gücüne sahip olmak istemiştir. Önce onu, sonra da kendi cinsini rakip alarak yola koyulmuştur. Ona göre, başta doğurduğu çocuklar olmak üzere tüm dünya ona hizmet etmekle yükümlüdür!
Şimdilerde bu ritmin bozulduğu zamanlardayız. Gerek dünya ana, gerekse kadın ananın durumundan hiç de memnun olmadığı günlerindedir. Dünya bir panik içindedir. Dünya kadını ve adamı da bir panik içindedir. İşlenen cinayetler, kötülükler, belalar, huzursuzluklar, mutsuzluklar ve bir türlü memnun olmama halleri.. Çoğumuz bir şeylerin ters gittiğini fark etse de neden olduğunu, niye olduğunu tanımlayamamaktadır.
İşin düşündürücü bir diğer yanı ise, bu anormal hallerin gün geçtikçe normal görünmesi tehlikesidir.
Yakıcı ve yıkıcı dişi enerji; tüm öfkesi, kini, nefreti, hırsı, yalan ve riyası ile insanlığı sarmalamış ve yok etmeye başlamıştır. Kadın olduğunu unutan dişi, bir kara delik misali her şeyi kendisine ve yok edercesine hızla çekmektedir.
Bir zamanlar insanlığın oluşumuna aracılık eden kadın anaların enerjileri tarihin gerisinde kalmıştır. İşte bu noktada unutulan ve içi boşaltılan kadın enerjisinin gücünün yeniden yeşertilme ihtiyacı “Hayatî”dir. Bu ancak dişileşmiş kadınların iyileşmesiyle mümkün olabilecektir.
Her kadın aynı zamanda bir dişidir, ancak her dişi bir kadın olamayabilir. Kadın olmak bir kavramdır. Kendi içindeki diğer yarısını tanımış, anlamış ve bilmiş olma şartını içerir. Bu; içinde taşıdığı ve eril yönünü temsil eden akıl, cesaret, hızlı karar verme ve savaşçı yönüdür.
Kendi içindeki eril yönüyle bütünlenen dişi artık bir kadın olmuştur.
Yaşamında bunu geliştirmeyi başaramamış bir dişi, içindeki potansiyeli işletemediğinden dolayı eksiklik, huzursuzluk, mutsuzluk, sıkıntı, güvensizlik, yetersizlik, korku ve bunalım gibi negatif enerjiyle yüklü olacağı için ne kendisine, ne de çevresindekilere huzur veremeyecek ve huzurları bozması kaçınılmaz olacaktır. Üretemediği şeyleri dışarıdan tamamlamak isterken kendini de dayatacaktır.
Anneler, eşler, sevgililer, bacılar, halalar, teyzeler, yengeler, gelinler, kızlar; biz bu duruma nasıl geldik? Onları biz taşıdık doğurduk, şekillendirdik. İyilikleri de kötülükleri de biz yükledik.
İlk önce kendi kendimizin rakibi olduk. Kendimizi evrenin merkezi sandık. Erkeklere diz çöktürürken, ruhlarını esir aldık. Güçlü olmalarını kendimiz için istedik. Biz ne dersek ve ne istersek onu yapmalarını sonu gelmeyen tutku, arzu ve isteklerimizi dayatarak mecbur kıldık. Adını sevgi koyduğumuz kandırmaca duygu ile onları tehdit ettik. Yetersizliklerinde kaprisimizle üstlerine gittik. Onlardan istediğimizi almak için, istediklerini esirgedik. Büyümelerini istemeyerek, kendi büyüklüğümüzü kurduk. Onu özgürleştirmeyerek, kendimizi hapsettik. Onlar ki; babalar,eşler, sevgililer, oğullar, ağabeyler ,dayılar, amcalar, kayınçolar, enişteler..
Dişi enerjisi ile şekillendirdiğimiz düşmanı kendi ellerimizle var ettik. Şimdi var ettiğimiz bu enerjiyi ait olduğu yüceliğe taşımak bizlerin elindedir.
Şimdi daha geç olmadan sebep olduğumuz ve yarattığımız bu enerjiyi dönüştürmenin vaktidir. Bir günde gelmediğimiz bu süreç elbette ki, bir günde iyileşmeyecektir. Ancak attığımız ilk adım ve takip eden her adım bizi geleceğe taşıyacaktır.
Onların iyileşmesi bizim kendimizi iyileştirmemizle mümkün olabilecektir. Beynimizi, bacaklarımızın arasında değil, ait olduğu yere taşımalıyız! Bu dünyanın bize kalmayacağını, ancak bizden sonraki nesillere temiz bırakma sorumluluğumuzu hatırlamalıyız. Vitrinlere, mankenlere, dedikodulara, dizilere, kuaförlere ayırdığımız vakitleri azaltarak, öğrenmeye ve bilgiye zaman ayırmalıyız. Onun, bunun, şunun ne yaptığıyla ilgilenmek yerine, “Biz ne yapıyoruz?” sorusunun cevaplarını oluşturmalıyız. Yapamadığımız bir şeyi başkasından da isteme hakkımızın olmadığının farkında olmalıyız. Kimse bizi taşımak zorunda değildir. Kendi yeteneklerimizle gelişmeliyiz. Birilerinin bizi anlamasını beklemek yerine kendimizi anlamayı denemeliyiz. En büyük yeteneğimiz olan yaratıcılık, üretkenliktir. Verimliliği aktive etmenin arayışı içinde hareket etmeliyiz.
Negatif duyguların yıkıcılığını, farkındalıkla dönüştürmeliyiz.
Bütün bunlar bizim çok zamanımızı alacak, bizi yoracak ve acıtacaktır. Bu, bizlerin gelecek nesiller adına ödeyeceğimiz bedel olacaktır. Ancak geride bırakacağımız bir tek miras, onursal değerlerimiz olacaktır.
Bir sonraki ayda farklı bir başlıkta buluşmak dileklerimle..