Çağımız görselliğin ön planda olduğu bir çağ… Sinema, televizyon derken bir de bilgisayarın da yaygınlaşmasıyla birlikte tam bir görsel bombardımana tutulduğumuz kesin. Bu bombardımanın ortasında görsellikle bağlantılı güzellik, göze hitap etme gibi kavramlar ön plana çıkıyor. Güzellik, güzel olma çoğumuzda bir kaygı, takıntı haline gelmiş durumda.
Güzellik nedir peki? Sözlüğe baktığımızda güzelliğin anlamının estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün olduğunu görürüz.
Özellikle biz kadınların kafasını kurcalayan bu mesele günümüzde kârlı bir sektör haline gelmiştir. Her geçen gün durmaksızın yeni kozmetikler üretiliyor, botoks ve benzeri yeni yöntemler ortaya çıkıyor. Yine özellikle kadınlar güzelleşebilmek için ne masraftan ne zamandan ne de acıdan kaçınıyorlar.
İnsanlar kendilerini oldukları gibi güzel bulmuyorlar. Güzellikle ilgili her gün bize, yay gibi kaş, dolgun dudak, hokka burun vs. gibi birtakım kalıplar dayatılıyor. İnsanlar da kendilerinde bu gibi özellikler olmadığında çirkin olduklarını düşünüyorlar. Hatta böyle düşünenler yalnızca sıradan insanlar değil, çoğu zaman fiziksel görünüşlerine hayran olduğumuz şarkıcılar, sunucular bir bakıyorsunuz burunlarını yaptırmış, kaşlarını gerdirmiş filan. Ya da balıketinde hoş bir hanım çok kilo verip kendine has o güzelliğini yitirmiş. Sanki model bir resim var da herkes ne pahasına olursa olsun o resme benzemeye çalışıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, herkes birbirine benzemeye başlamış. Plastik, hissiz yüzler… İnsanların kendilerini, kendilerine has özelliklerini kaybetmeleri önemli değil sanki, önemli olan o resme benzemek. Elbette bir de bu meselenin gençlikle alakalandırılması var ki o apayrı bir yazının konusu.
Peki, biz neden kendimizi olduğumuz gibi beğenmiyoruz, güzel bulmuyoruz? Sonsuz çeşitlilikteki bir evrende güzellik anlayışımız neden o daracık sınırların içine hapsedilmiş durumda? Doktorlar ciddi bir hastalık durumunda bile ameliyatı son çare olarak tavsiye ederken neden bazılarımız güzellik uğruna bıçak altına yatmak gibi riskli bir işi göze alıyorlar? Nedir onların bu derece gözünü karartan? Sevilme, beğenilme arzusu mu? İnsanlar eğer bizi “güzel” olduğumuz için sevip beğeneceklerse şarta bağlı bir “sevgi” ne işimize yarayacak ki? Yoksa çoğumuz şarta bağlı sevgilere alıştığımızdan mı bunu da yadırgamıyoruz? Ya da ne olursa olsun ilgi çekip var olduğumuzu hissetmek mi istiyoruz?
Güzel insan olmak
Güzel olmak her şeyden önce kendimizi güzel bulmakla alakalıdır. Aynaya baktığınızda badem göz görmeseniz de küçük gözlerinizi sevebilmektir. Bize ille de bu güzel diye dayatılanlara gözlerimizi, kulaklarımız kapatıp, kendi güzelliğimizi takdir edebilmektir. İşte o zaman nasıl olursanız olun, toplum tarafından dikte edilen tüm güzellik kalıplarının dışında da olsanız “güzel” olursunuz. Biz Tanrı’nın yarattığı hiçbiri diğerine benzemeyen eşsiz varlıklarız çünkü.
Tabii, her şeyden önemlisi tüm bu görünenin ötesindeki görünmeyen güzelliği görebilmekte. Bir insan neye benzerse benzesin, onun içindeki fiziksel gözlerimize kapalı ama gönül gözümüzün gördüğü o biricikliği, asıl güzelliği görebilmek. Bu kolay gelmediğinden belki de gördüklerimize takılıp kalıyoruz. Asıl güzellikleri takdir edemediğimizden gözümüzün önündekini görmek daha kolay geliyor. Gönül gözümüzü kullanmaya alışkın değiliz. Gönül gözümüz fiziksel gözümüzün gördüğü çerçöpün altındaki pırlantayı görebilir. Gönül gözümüzün de her insanın içindeki o pırlantayı görebilecek kadar açılması, gözlerden ırak hakikati görmesi dileğiyle.