Nihilist ruhun çelişkileri

Tüm çehresini kaplayan hüzne ayak uyduracak bir mekan aradı. Kesik parmağına sargı bezi arar gibi telaşlıydı ama bulamadı. Her yer olabildiğince soğuktu. Temmuz ayında buz gibi bir kent. Yollar yollara, insanlar insanlara karışıyordu ama bu karışımın tadı bir tuhaftı. Endüstriyel ve mekanik bir kokteyl, Koray’ın midesini bulandırmaktan başka işe yaramıyordu.

Koray nihilist herifin tekiydi ve felsefeyi zaman kaybı olarak görürdü. Nihilist bir düşünür evvela çelişkili olmaz mıydı? Hem herşeyi bir hiç olarak göreceksiniz, hem de bu hiç üzerine saatlerce kafa yoracaksınız.

Nihilist ruhun çelişkileri

Evet, Ankara’da yollar durmaksızın yollara karışıyordu ama gerçek bir yolculuk başkentte bile ender oluyordu. ‘Başlarım şehrine, ben gidiyorum’ diyen ve hiç olmayacak bir zamanda hiç bilmediği şehre doğru yola çıkan bir adamınkiydi gerçek yolculuk.

Ve evet, Ankara’nın tozlu kaldırımlarında insanlar insanlara kavuşuyordu. Kafeteryalar tıklım tıklımdı. Kapitalistler her zamanki yüzeysel ve materyalist sohbetlerini ederken, Kızılay’ın müzmin Marksistleri kuytu bir köşede ortak hayaller kuruyordu. İlk bakışta yalnızlar azınlıkta görünüyordu ama nihilist bir adam olan Koray için tüm bunlar; matruşka ruhlardan, kurmalı karakterlerden, maskeli zibidilerden, kısacası kilimcinin kör oğullarından ibaretti.


Koray hüznüne bir tutam yaratıcılık katacak, uhrevi mekan arayışından vazgeçti. Nereye gitse aynı beton rengi soğukluğu hissediyordu. Ankara’da hüzün bile takım elbiseliydi ve -laf aramızda- hiç romantik değildi, yalnızca mesaisinin bitmesini bekliyor ve meyve vermeden defolup gidiyordu. Oysa ki duygular çıplak ve işsiz olmalıydı, tıpkı İstanbul’da olduğu gibi.

Sigara yaktı. Güvenpark’ın banklarından birine oturdu ve kendine fena halde kızdı.

Koray nihilist herifin tekiydi ve felsefeyi zaman kaybı olarak görürdü. Nihilist bir düşünür evvela çelişkili olmaz mıydı? Hem her şeyi bir hiç olarak göreceksiniz, hem de bu hiç üzerine saatlerce kafa yoracaksınız. Fizyolojik ihtiyaçlarından ötesini düşünmemeliydi. Beyin ishalini dindirmek için gerekirse aklına bez bağlamalıydı. Evet, aynen böyle yapmalıydı.

Sigarası bitince ayağa kalktı. Henüz birkaç adım atmıştı ki, Güvenpark’ın sivil polislerinden biri önünü kesti.

-‘Kimliğini göreyim.’

Oldum olası kıçını rahatsız eden cüzdanını yanına almamıştı. Zaten parası da yoktu. Kısmi zamanlı işinden kazandığı maaşın yeteceğini sanmıştı. Ama çalıştığı firma tamamını yatırmadığı için sigorta borcu birikmişti. Şimdi maaşının tümü bile borcunu karşılamıyordu. Çalıştıkça borçlanıyor, borçlandıkça çalışıyordu.

-‘Kimliğim yok.’
-‘Neden kimliksiz dolaşıyorsun?’
-‘Aidiyet duygumu yitirdim. Ben iyi değilim polis bey.’

Sivil polisin gözlerinde şefkat belirmedi. Çünkü kendisi sivil görünümlü olsa da, duyguları polis üniforması giymişti.

-‘TC kimlik numaranı söyle.’

Koray itaat ederek söyledi. Telsizle merkeze bildirdiği sicilin temiz olduğunu öğrendiğinde, polisin yüzünde hiçbir tebessüm oluşmadı.

-‘Nerelisin sen?’
-‘İstanbul.’
-‘İstanbul’da bu sakal normal olabilir ama burada değil!’


Koray cevap vermedi. Sakalının göze hoş gelmediğini ve komüniste benzediğini biliyordu. Tıraş olmadığı için patronundan defalarca ikaz aldığını, muhtemelen birkaç hafta içinde kovulacağını da biliyordu. Ki hoş, daha fazla borçlanmaktan kurtulurdu böylece.

-‘Bir daha kimliksiz dolaşırsan içeri alırım.’
-‘Gidebilir miyim?’
-‘Git.’

Sarılmak bedava

Koray Güvenpark’tan çıkarken, sabah okuduğu tuhaf haberi düşündü. Batılı genç bir turist, ‘free hug’ (sarılmak bedava) yazılı bir tişört giymiş ve Taksim meydanında saf tutmuştu. Dileyenler ona ücret ödemeden sarılabiliyordu. Gayesini ‘sevgi dağıtmak’ olarak açıklayan gencin işleri de rast gitmişti. Erkeği, kadını, laiği, muhafazakarı, türbanlısı ona sımsıkı sarılmıştı. Hatta gence sarılan türbanlı bir kadın, habercilere ‘bugün yaşadığım en güzel andı’ demişti.

‘Ankara’ya o gençten binlerce lazım’ diye iç geçirdi Koray. Ardından haberin altındaki okuyucu yorumlarını düşündü. Bir okur şöyle diyordu:

‘Bugün yaşadığı en güzel anmış. Bak sen, evli barklı kadın hiç utanmıyor. Gidip kocana sarılsana fahişe!’

Düşüncelerini hızla savuşturdu ve kendine çok kızdı. Ona mı kalmıştı bunları düşünmek? Bu akşam ne yiyeceği bile meçhulken, cüzdanı bomboşken, kimliği onun için sadece sembolik iken ve kaybolmuşken, aidiyet duygusunu yitirmişken, hayatı hiçlikten ibaret görüyorken, ona mı kalmıştı kaybolan sevgi kelebeklerinin yasını tutmak?

Karanfil sokağına doğru amaçsızca ilerliyordu. Fazla ağır ve savruk yürüdüğünden olsa gerek, arkadan bir kadının omuz darbesiyle irkildi. Öyle dalgındı ki Koray, bu çarpışma olmasa nereye gittiğinin farkına varamayacaktı. Öfkeyle kadına baktı. Belli belirsiz ‘kusura bakmayın’ çıktı kokonanın dudaklarından. Koray cevap vermedi. Kadın da cevap beklemiyordu zaten. Durdu, sigara yaktı.

Koray’ın en nefret ettiği cümlelerden biriydi, ‘kusura bakmayın’. Semantik açıdan özür içermiyordu. ‘Bir kusur işledim ama görmezden geliverin yahu.’ Gururlu insanların diline pelesenk olmuştu bu söz, çünkü söyleyeni ne alçaltıyor ne de yüceltiyordu. Ayağınıza bastım, kusura bakmayın. Sözünüzü kestim, kusura bakmayın. Size bozuk ürün sattım, kusura bakmayın. Günümüzde ‘özür dilerim’ gibi asil bir cümle tedavülden kalkmış, yerini pişmanlıktan ziyade pişkinlik içeren ‘kusura bakma’ almıştı.

Karanfil sokağını baştan sona yürüyüp Kocatepe Camii’ne çıktı. Sonra da ara sokaklara karıştı. Yürürken en sevdiği yazar Bukowski’nin şu cümlelerini düşünüp durdu:

‘Hey, bu gece ne yapacaksın? Orada öylece oturacak mısın? Evet, öyle. Çünkü dışarıda bir şey yok. Aptallık bu. Aptal insanlar, aptal insanlara karışıyor. Milyonlardan özür dilerim ama ben asla yalnızlık çekmedim. Kendimi seviyorum. Çünkü ben, kendi kendimi eğlendirmenin en iyi yoluyum.’


Evine girdiğinde huzurla dolduğunu hissetti. Kanepeye uzandı, düşünmeyi bıraktı. Bukowski ne kadar da haklıydı. Ona mı kalmıştı sevgi kelebeklerinin yasını tutmak? Toplumun derdi kendisini mi germişti? Nihilist bir adama hiç yakışmamıştı tüm bunlar. O an gevşediğini hissetti. Yorgundu, kolayca uykuya daldı. Menfaatsiz aşklara, gerçek yolculuklara, mekanik olmayan insanlara, polis üniforması giymemiş duygulara, kusura bakıp özür dilemeyi bilenlere ve koşulsuz sevgiye olan umudunu inkar etmeye devam edecekti. Tıpkı rüyasında ‘sarılmak bedava’ tişörtü giyip Taksim’e çıktığını, sonraları kendine bile inkar edeceği gibi.

Türkiye ve yeni Nihilizm olgusu


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.