Kutsal ama neye göre, kime göre, neden kutsal? Kutsal dokunulmazdır; Kutsal, biz insanlar gibi kirlenmemiştir ve hep kutsal olarak kalır. Kalır mı?
En seçilmiş soruları akıl eleğine koyalım, gelin! Gelin bir ticarete şahit olalım, ne dersiniz? Düşünce tezgahının başına geçelim ve en sorulmaz soruları soralım. Düşünmekten ve yanlışlarla yüzleşmekten korkmayınız, buyurun!
Günümüzde birçok tartışmaya konu olan ve insanları gizliden gizliye tehdit eden bir gerçek var, dini bilgi kirliği… Dini bilgi kirlenir mi, burada kastedilen kirlenme ne anlama gelir, eğer kirlenirse nasıl kirlenir ve bu bilgileri kimler, neden kirletir? Bu yazımızda; inancın masumiyetini kullanarak, zihinlerde tahribat yapan ve adeta imanları zayıflatarak, kalplere inançsızlık tohumu eken bu tehlikeyi ifşa edeceğiz.
İhtimaldir ki bir kimse ömrü boyunca deniz görmese ve bir gün yolu denize çıksa, sanır ki gökyüzü, yerle bir olmuştur: Suya yansıyan bulutlara baktıkça, denize değil de gökyüzüne baktığını düşünür. Gözleri güneşi arar ve nihayet sudaki güneşi bulduğunda, artık onun için gökyüzü, deniz olur. Böylece, fikir aleminde gerçek denizini arayanlar, gökyüzünün yansımasına aldanarak, gerçeklerden gafil kalırlar. Sonunda deniz dalgalanıp da sular kabardığı zaman, o kimselerin göğü de -savları- kaybolur. İşte, insanlar da aynı bu misalde olduğu gibi yanlış itikatların (inançların) hem tabisi hem de en ateşli savunucuları olurlar.
Bunun nedeni çoğu zaman düşüncenin çok yönlü olmamasıdır. Halbuki düşünce, ancak çok yönlü olursa fayda verir. Yıldızlara bakarak sadece onlarda karar kılan, dünyayı yıldızların aydınlattığını düşünen ve bu düşüncesinde ısrar eden kişinin düşüncesi akılla ne kadar örtüşür? Objektif bir akıl için gökyüzünün ışığı yıldızlardan ibaret değildir: Ona göre; ay ve güneş de vardır ve bunlar dahi düşünce geliştikçe yetersiz kalır. Nihayetinde o kişi, güneşin de ardını arar duruma gelir. Bu örnekte olduğu gibi, düşünce ancak detaylı gözlemlerle olgunlaşır ve biricik doğruyu elde eder. Bu tanımın doğruluğunu kabul ederseniz, biricik doğruyu keşfedememiş her düşüncenin yanlış olduğunu da kabul etmiş olursunuz.
Kutsal; neye göre, kime göre ve neden kutsaldır?
Genellikle dini değerleri kapsayan kutsallık kavramı, yine din mensuplarınca kabul görerek, yüceltilir. Bu sebeple, örneğin bir Hristiyan tarafından kutsal kabul edilen şey, yine bir Hıristiyan tarafından kabul görür. Müslüman tebaaya ve Kur’an-ı Kerim’ e göre ise, Hristiyanlık başlangıcında hak olmakla birlikte, nihayetinde batıldır. Çatışmanın filizlendiği bu noktadan sonra, iki inanç mensupları tarafından uzlaşılması güç yüzlerce konu vuku bulacaktır. Bu karmaşanın sebebi ise her iki tarafında kendi inancını meşru görmesi ve bunu empoze etme arzusudur.
Öte yandan herhangi bir dinin mensubu bir tarafa, dinsiz olan bir kimse dahi kendince dinsizliği tebliğ eder. Bu durumu din boyutundan soyutlayarak ele almamız gerekirse, esasında insanoğlu varoluştan beri düşüncelerini dile getirip, deliller göstermek yoluyla karşısındakine benimsetme amacını gütmüştür. Sanıyorum ki bunun sebebi: Kendi iç dünyasında, düşüncelerinin doğruluk ve meşruluğunu teyit etmektir. Bu durum, daha çok sosyopsikolojik bir boyuta sahiptir, açıklaması ayrıca bir makale gerektirdiğinden bu konuya daha fazla değinmiyorum. Aynı zamanda bu paragraf “din nasıl, neden kirlenir ve kimler tarafından kirletilir?” sorularının da cevabını kısmen verir.
Peki dini bilgi kirlenir mi, burada kastedilen kirlenme ne anlama gelir, eğer kirlenirse nasıl kirlenir ve bu bilgileri kimler, neden kirletir?
Dini bilgi kirliliği de kendi içinde; diğer dinlerin faaliyetleri, seküler hümanizm (Dinsizlik) faaliyetleri, farklı mezheplerin ve tarikatların faaliyetleri ve aynı mezhep mensuplarının faaliyetleri olarak dört ana başlıkta incelenebilir. Bu başlıkların da her biri ayrı ayrı dört makaleye konu olabilecek nitelikte olduğundan, yazımızı uzatmamak için temel ve benzer yönlerine değineceğiz.
Müslümanlığın kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e göre: Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlığa iletilen kutsal kitapların içerikleri (Zebur, Tevrat, İncil) tahrif edilmiştir. Böylece vaktiyle hak olan dinler, zamanla batıla dönüşmüştür. Din tahrifleri kimi zaman peygamberleri öldürerek, kimi zaman da kutsal kitapların içeriğini değiştirme yoluyla yapılmıştır. Doğruluğu Müslümanlar tarafından Kur’an-ı Kerim’ ce sabit olan bu örnek, dinin bozularak, tahrif edilebileceğinin somut bir örneğidir. Günümüzden örnekler vermek gerekirse, yine Kur’an-ı Kerim’ e göre son peygamber Hz. Muhammed’ dir, dolayısıyla yaşayan ya da yaşayacak bir peygamber olmadığından peygamber katli de olmayacaktır. Ancak bunun yerine, temel esaslar üzerinden yapılabilecek müdahalelerin önü açıktır. Her biri Allah (c.c) tarafından hak olarak gönderilen üç kutsal kitap, insanlar tarafından tahrif edilmişken Kur’ an için de aynı şey söz konusu olamaz mı? Bu sorunun cevabını yüce Allah (c.c) Kur’an’ da şu şekilde veriyor:
Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız. (Hicr 9)
Ayette de görüldüğü gibi, Allah (c.c) kitabının koruyucusudur. Dönem dönem Kur’an’ ı tahrif etmeye yönelik saldırılar yapılmışsa da Allah’ın vaadi -yukarıdaki ayet- dolayısıyla Kur’an-ı Kerim asla zarar görmemiş, aksine Allah’ın kelamı olduğu gerçeği her defasında ispat ile sabit olmuştur. Kur’an’ ı doğrudan tahrif edemeyeceklerini anlayanlar, dolaylı yollardan amaçlarına ulaşmanın yollarını aramış ve kısmen bulmuşlardır. İşte, yazımıza konu olan sinsi tehlike de budur. İslam dünyasının genelinde bu gibi tehlikeler olmakla birlikte, biz yine yazımızı kısa tutmak adına, yalnızca ülkemizdeki duruma göz atacağız.
Türkiye’ deki dini bilgi kirliliğini incelerken ilk önce Hadis-i Şerifler konusuna değinmekte fayda vardır. Hadislerin korunduğuna dair yukarıdaki gibi bir ayet bulunmamaktadır. Bu da hadisler üzerinde bir dezenformasyon olabileceğine işaret eder. Hak dinlerin dahi tahrif edildiklerini göz önünde bulundurursak, hadislerin de başına aynı şeyin gelmesi ihtimali mantıksız gelmeyecektir. Söylenişlerinin ardından asırlar geçen ve ancak dilden dile, eserden esere yayılan hadislerin güvenilirliği de bu noktada şüphe uyandırır. Ancak Sahih -gerçek- hadisleri barındıran eserlerin mevcudiyeti bu tehlikeyi nispeten bertaraf etmektedir. Bu durum da insanımıza düşen temel sorumluluk, (İnternet vb. değil) güvenilirliği kabul gören hadis kaynaklarından faydalanmaktır.
Aynı durum basılı yayınlarda da karşımıza çıkmakta ve özellikle dini içerikli kitap ve dergilerde yoğun bir biçimde kendisini hissettirmektedir. Bunda tarikat ve cemaatlerin büyük payı var. Çünkü ‘a‘ tarikatında kırmızı olan şey, ‘b‘ tarikatında bordodur. Bu gibi farklılıklar da dini bilgi kirliliğinin önemli kaynaklarından biridir. Sonuç olarak her tarikatın kendince doğru ve olmazsa olmaz kabul ettiği yön ve yöntemler, yayın organları aracılığıyla kitaplaştırılıp, pohpohlanarak kitapevlerinde yerini almaktadır ve birbirinden farklı bu yaklaşımlar büyük çoğunluğu eğitimsiz ve saf kalpli kitlelerce neredeyse farz derecesinde görülmekte ve kutsal kabul edilmektedir.
Oysa Allah, Maide Suresi 3. Ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım…”
Bu ayette de görüldüğü üzere İslam, ekstra uygulamalara ihtiyaç duymayan ve Allah (c.c.) tarafından kemale erdirilmiş biricik dindir. Yani eksiksiz ve yeterlidir. Bazı okuyucular “Tasavvuf din değildir, din ve tasavvufu birbirine karıştırma!” diyebilirler. Elbette ikisi arasındaki ayrıma varacak kadar tasavvuf ilmine vakıfız. Ancak günümüz tarikatlarının, geçmiştekilere nazaran meşruiyetlerinin tartışıldığı bir ortamda, ayrı bir makale gerektiren bu konuya şimdilik değinmiyoruz. Belki daha sonra bu konuda da bir çalışma yapılabilir.
Ayrıca tarikat ve cemaatlerin dışında, dini bilgi kirliliğine doğrudan ya da dolaylı olarak, bilinçli veya bilinçsizce katkı sağlayan başka zümreler de vardır. Örneğin yazılı ve görsel basında, başta sözde alimler, kalem ve kelam sahipleri vb. bu güruhun diğer başlıca temsilcileridir. Kur’an ayetleri için yaptıkları, kimi zaman sınırları zorlayan saçma yorumlardan tutun da, dini ritüellerin biçimlerine ve temel inanç esaslarına kadar birçok konuya burunlarını sokar ve fetvalar verirler. Maalesef, insanlarımız Kur’an-ı Kerime ve sahih hadis kaynaklarına başvurarak doğruyu öğrenmek yerine, hazırcılığı tercih ederek bu ayet tacirlerinin sözde ilminden istifade etmeye çalışıyorlar. Evet tacirler… Tacir: Kelime anlamıyla, ticaret yapan kişidir. Şaşırmayın bu tabire; aydınından, hocasına, yazarından, sunucusuna kadar bu zevatın yaptığı şeyin adı ayet tacirliğidir. İnsanların dini hassasiyetlerini, masumiyetlerini ustaca manipüle ederler ve her biri bundan kesinlikle çıkar sağlar.
Sonuç
Devlet yetkilileri; bu gibi ihtilaflara ve sahtekarlıklara meydan vermemek adına Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, ‘Din Bilimi’ yanlış anlaşılmasın ‘Teoloji’ değil! ‘Din Bilimi Merkezi’ oluşturmalı. Zira, Diyanet İşleri Başkanlığı hala orucu bozan şeylere, namaz vakitlerine ya da şu günah mı, bu günah mı gibi sorulara fetva çıkarmakla meşgul. Denizlerin birbirine karışmadığından, dünyanın yokluktan var edildiğinden vb. bilimin ancak bu yüzyılda keşfettiği onca mucizevi olaydan 1400 yıl önce haberdar edilmiş bir din ve o dine mensup insanların devleti, ancak bu gibi bilimsel meselelere eğilmeli, araştırmalar yapmalı ve Kur’ an’ ın ışığında hem vatandaşlarını hem de geleceği aydınlatmalıdır. Sanıyorum ki böylece, bu ayet tacirliği de tarihe karışacak ve kalben Allah’a yönelen ruhlar, bir daha asla yanlış yönlendirilemeyecektir.
“Sana bu kitabı indiren O’dur. Bunun ayetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu ayetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih ayetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini Allah’dan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.‘ derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.” (al-i İmran/7)
Sanıyorum ki böylece, bu ayet tacirliği de tarihe karışacak ve kalben Allah’a yönelen ruhlar, bir daha asla yanlış yönlendirilemeyecektir.