Çok sevmenin sıcacık yolculuğunda hayat beni zoraki kuzey kutbunun en kuytu köşesine atma peşindeyken, ben de inatla kuzey kutbunu sıcacık tutma peşindeydim. – Şule Karasu
İnsanın kendi yaşadıklarını kaleme alması kolaydır da başkasının yaşadıklarını aktarması biraz zahmetli iştir. Şule Karasu ile tanışmadan önce hikayesini yüzeysel olarak duymuştum. Onunla farklı şehirlerde yaşıyorduk. Telefonla görüşmelerimiz olmuştu ama insan yan yana geldiğinde karşısındaki insanın bakışlarını kaçırmasından, gözlerinin dolmasından, mimiklerinin her kelimesinde değişmesinden, bedensel hareketlerinden, o an anlattığı duygunun ne ifade ettiğini daha iyi anlıyor.
Birkaç sene önce yaşadığı olayları anlatırken, her bir duyguya heyecanını öyle bir katıyordu ki, yeri geldi dudağını büktü, yeri geldi başını öne eğdi, yeri geldi arkasına yaslandı, yeri geldi gözlerini kaçırdı… Her bir kelime beden dili eşliğinde duygularıyla bütünleşti. Onu hem dinliyor, hem seyrediyordum ve ona içimden bir isim takmıştım. Onun adı; sempatik hüzündü.
Öyle coşkulu, öyle heyecanlı, öyle sempatikti ki, onu ilk kez görmeme rağmen onunla gurur duymuştum. Çünkü bunca acıya rağmen bu acıyı göğüsleme şekli beni etkilemişti. Çok hüzünlüydü ama bu hüzne neşeyi yapıştırabilmeyi başarabilmişti. Kendi hüznüyle kimseyi üzmeye hakkı olmadığını düşünüyordu. Bir de yaşadığı durumdan dolayı kimsenin ona acımasına izin vermeye niyeti yoktu, çok da haklıydı. Çünkü bu acınacak bir durum değil, gurur duyulacak bir durumdu. Bu arada bunu, insanlardan övgü almak ya da gurur duyulmak için de yapmıyordu.
Şulem, şu dünyada belki de en zor olan işi yapıyordu. Kendi oluyordu.
Elbette zordu, aslında onunla sohbet edene kadar da ne kadar güçlü biri olduğunun çok farkında değildi. Ve gücünü fark ettiği andan itibaren de bu dirayeti gayet bilinçli olarak hayatında kullanmaya başladı. Artık hikayemizin baş kahramanı olan Şule ve Emre’nin daha önceki Hasatsız Zamanların Aşıkları isimli yazı dizisindeki gerçek hayat hikayelerine kaldığımız yerden devam edebiliriz.
Aşıklarımızdan Emre’ye lösemi teşhisi konuşmuştu. Gelecekteki çok zor günler bu aşkı sınamak için onları bekliyordu. Çok acılı günlerden sonra beklenen ilik nakli haberi gelmişti. Şu andan itibaren hikayeyi Şule’nin dilinden dinleyeceğiz. O bana anlattı, ben de onun yüreğinden sizlere yazıyorum.
Şule’nin ilik nakli arama serüveni
“Artık ilik aramaya başlayabiliriz.” Doktorun bu sözleri dünyanın en yüksek dağına çarpıp sürekli geri dönüp duruyordu. İlik nakli, ilik nakli, ilik nakli… En içten gerçeklere çok ihtiyacım vardı. Çok sevmenin sıcacık yolculuğunda hayat beni zoraki kuzey kutbunun en ücra köşesine atma peşindeyken, ben de inatla kuzey kutbunu sıcacık tutma peşindeydim. Yüreğim sevdiğim insanın varlığıyla doluyken, hastane odasındaki yatağında her saniye çektiği acıların ateşiyle, aslında kavrulmak neymiş daha iyi anlıyordum.
Sevdiğim adamı acı çekerken gördükçe, kendi sağlıklı halime kahrettim.
Gün içerisinde ister onun yanında olayım, ister olmayayım, artık yüreğim her kuytuda çığlık çığlığa dua eder olmuştu. Ve sığındığım dua şöyleydi “Allah’ım, Emre artık bu acılara dayanamıyor. Madem onun acılarına çare olamıyorum, öyleyse onun acılarını al ve bana ver.” Çekeceğim acı umurumda bile değildi, artık onu kıvranırken görmeye tahammül edemiyordum.
Onunla birlikte çektiğimiz dayanılmaz ruhsal acılar bizi yolumuzdan vazgeçirmemişti. Ve bunca mücadeleden sonra Emre artık ilik nakli olabilecek düzeye gelmişti. Uzun süredir duymayı beklediğimiz ilik nakli haberi ile hepimizin içinde koskocaman bir umut ışığı belirmişti. Vakit kaybetmeden ilik nakli için hemen araştırmalara başlandı. İlk olarak heyecanla kardeşlerin dokularına bakıldı. Nakil olunacağına dair gelen haberde ilk düşündüğüm şey “Tamam işte illaki kardeşlerden birinin iliği tutacak ve Emre artık bu acılardan kurtulacak” olmuştu. Ama ne yazık ki içimdeki heyecan benimle oyun oynamış ve bu oyunun tokadını da sert bir şekilde hızla yapıştırmıştı. Kardeşlerin iliği 6/6 uyumsuzdu. Onlardan nakil yapılması mümkün değildi.
Nefesi almak mı zor, vermek mi bilemiyordum. Çünkü zamanla kıyasıya yarışıyorduk. Üzülmeye bile vakit yoktu, hiç vakit kaybetmeden bir sonraki aşamaya geçildi. Bir sonraki aşama ise akraba dışı nakil araştırmasıydı. Bunun için ülke dışına başvurular yapılıyordu. Her başvuru için ciddi ücretler yatırılıyor ve ne yazık ki ücretler yatırılmadan taramalar yapılmıyordu. Zenginin bile kesesini eriten bu sistemin içinde, aile kendi yağıyla kavrulan insanlar olarak ellerinden gelenin fazlası için uğraşlar veriyorlardı. Emre’yi hayata bağlama ümidi olan bu ilik nakli mutlaka gerçekleşmeliydi.
Ben ki bilirdim aşkı hayata bağlayan duygu diye,
İliklerim titredi sevdam bu illete düştüğünde.
İllet dediğim ile yola koyuldum kabul ile
Zaten yoldaymışım ben bu aşka düştüğümde.
Hani manevi güç yerindeydi de, maddi güç dayanılacak boyutta değildi. İşte tam bu noktada hem ilik taramaları, hem de hastane masrafları için yaşadığımız ilçedeki dernekler masası vesilesi ile bir yardım kampanyası başlatıldı. Bir cümlede maddi sıkıntılarımız için nasıl bir çözüm yolu bulduğumuzu anlattım öyle değil mi? Öyle değil işte. Tüm bu çırpınışlar sırasında her an sanki nefes alıp veriş sayımız düşüyordu. Bir aksilik çıkmaması için zamanla yarışmalarımız, dualarımız, görüşmelerimiz… Yolda insanları çevirerek “sevdiğime ilik verir misiniz” diye kendimi kaybedişlerim, canımdan can vermek isteyişlerim, sihirli bir değneğim olmasını isteyişlerim… Çok şey mi istiyordum? Elini uzatmak istiyorsun ama ne yazık ki bir elin yok! Bunun adı çaresizlikti. Ve Emre, beni bu çaresizlikte bile utandırmayı başarıyordu. Ne zaman çaresizlik’ kelimesini kullansam, ya da beni öyle hissetse, gözleriyle gülerek “Çare sensin” derdi.
Çareme merhem sürer çaresizliğim,
Seninle öyle dolu ki sensizliğim,
Ne kadar maske de taksam yanında,
Maskenin altından aşk ile görürsün sonunda.
Çarelerimizi aramaya devam ediyorduk. Tüm başvurular yoğun bir şekil bir hafta içinde yapılmıştı. Şimdi tüm hüküm, zamana aitti. “Bekleyeceksiniz” diyordu zaman ve her şeyin ona ait olduğunu göstererek bizi sınıyordu. İnsanoğlu saniyelerin aslında ne kadar uzun bir zaman dilimi olduğunu bu anlarda anlıyor. Günleri saymak kolay, öyle değil mi? Ama derdiniz saniyeler ise, vay halinize. Koridordan gelen her ayak sesini, müjdeyi getirecek olan haberci olarak tayin ediliyordum. Odaya giren her doktorun yüzündeki mimiklerden anlam çıkarmaya çalışıyor, doktor kontrolünü yapıp çıktığında “Acaba söylemeyi unuttu mu?” diye düşünerek peşinde dolanıyordum.
Bir umudu olmalı insanın. Varsa umudun, ayakta durursun.
Eğer umudunuz var ise, müjdeci olarak görürsünüz koridorda yanlışlıkla yanan sensörü bile. İlik nakli yapılması da bizim tek umudumuzdu.
Umudunuz vardı. Umudu beklerken geçirilen zamanlarda Emre şakalaşır hale gelmiş, hatta beni kızdırmaya bile başlamıştı. İnsan sinirlendiği için bu kadar mutlu olur muydu =) olurdu. Vakit geçirmek için ona kitap okuduğum zamanlarda hikayenin mutlu kahramanları rollerine giriyor, o kahramanların mutluluklarını yaşıyorduk. Mutluluk bize yakışıyordu. Aradan tam koskocaman dört hafta geçmişti. Her gün bu gün güzel haber gelecek’ diyerek birbirimize umut verdiğimiz, Emre’nin moralini kaybetmemesi, değerlerinin düşmemesi için büyük direnç gösterdiğimiz bu dört hafta sonrasında, müjdeli haber Almanya’dan gelmişti. Aranan ilik bulunmuş ve ilik nakli yapılabilecekti.
O an, ilik nakli haberinin geldiği an, aslında şimdiye kadar hayatım boyunca hiç bayram sevinci yaşamadığımı anladım. Bu nasıl bir sevinç ve mutluluktu anlatması çok zor. Gözlerimin bile gülmesine alışık olmayan ben, kirpiklerimin bile güldüğünü hissediyordum. O an yaşadığımı, nefes aldığımı ve nefes almanın nasıl bir şey olduğunu hissediyordum. Bu sevinç hiç tanımadığımız, bilmediğimiz, görmediğimiz 58 yaşındaki Alman vatandaşı bir beyefendi sayesinde olmuştu. Dört senedir yaşadığımız acının içinde, bize en büyük mutluluğu yaşatıyordu.
İlik nakli operasyonu için hiç vakit kaybetmeden Emre’nin tüm testleri yapılmaya başlanmıştı. Her bölüm tarafından muayene ediliyor, enfeksiyona açık hiçbir durum kalmaması için büyük hassasiyet gösteriliyordu. Tüm düşük değerlerin sabırla ameliyata hazır hale gelmesi için mücadele veriliyordu. Bu süreç bile tam 2,5 ay sürdü. Bu sürecin sonunda 16 Temmuz 2009 tarihinde 2 saatlik bir operasyon ile ilik nakli gerçekleştirildi. Artık her şeyin bittiğini düşünmek istediğimiz bu dönemde aslında çok zorlu bir süreç daha bizleri bekliyordu. En önemli soru; ilik nakli gerçekleşmişti ama tutacak mıydı?
Yüreğine ekersin en güzel sevdayı aşk ile
Sen ekersin de, kader de biçer zevk ile.
Hasatsız Zamanların Aşıkları yazı dizisinin beşinci yani son bölümü için bir kez daha birlikte olacağız. Bu hikaye serisini başından itibaren okumayı ihmal etmeyiniz. Sizlere sevginizi sınama şansı verecek, gerçeklerinizin ne kadar gerçek olduğunu gösterecek. Sevgi gerçektir de, siz gerçek sevgiye sahip misiniz bunu göreceksiniz. Yaşadıklarını yazma şansını bana verdiği ve kendimi sınattığı için Şulem’e teşekkür ederim. Çok yakında görüşmek üzere gerçek sevdalarda olmanızı diliyorum. Sevgilerimle…