Yaşam yolunda yapılan her yolculuk bir anlamda içe yapılan yolculuğu da tetikliyor. Aslında yol içimizden başlıyor. Yollar çağırırdı insanı; derinlerimize varma çabasıydı bizimkisi… Kimimiz hedef seçmeyi ve seçtiğimiz hedefe varmayı sevdik. Kimimiz içinse gittiğimiz yerin hiçbir önemi yoktu, asıl olan yolculuğun kendisiydi…
Yaşam yolunda içsel yolculuk
Yaşam yoldur,
Yolculuksa bir macera…
Macera özgürlük hissi verir,
Özgürlükse, bir yaşam biçimidir…
“Arazinin içindeyken, araziyi tam göremezsiniz” demiş Ralph Waldo Emerson. Bu yüzden bazen kendimizi anlayabilmek, yaşamımızı gözden geçirebilmek için içinde bulunduğumuz çevreden, hatta çevremizdeki insanlardan dahi uzaklaşmamız gerekiyor.
Her yolculuk bir anlamda içe yapılan yolculuğu da tetikliyor. Aslında yol içimizden başlıyor. Yaşadığımız şehirden uzaklaşırken, içimizdeki “ben”e yaklaşıyoruz, yolculukla birlikte… Çünkü yoldayken her şeyden uzaklaşıp, kendimizle baş başa kalabiliyoruz. Bildiğimiz yerlerin ve bildiğimiz hayatın dışına çıkarak yaşamı, kendimizi ve düşüncelerimizi tazeliyoruz. Yolculukta yaşadıklarımızla, gördüklerimizle yeni bir bakış açısı kazanıyoruz.
İnsan bazen bildiği yaşamlardan uzaklaşmak, bilinmeyenin gizemine kapılmak istiyor.
Yaşadığı monotonluktan çıkmak için. Seyahatte yaşayabileceği olasılıkların çekiciliğine bırakmak istiyor kendini… Bazen yol yorgunu olmak, monoton bir hayat yorgunu olmaktan daha cazip geliyor insana.
“Seyahat etmek; düşüncelerimizi değiştirmek ve önyargılarımızdan kurtulmaktır.” demiştir Anatole Franceda.
Yaşam yolunda dirençler
Yol çağırdığında yola direnmemeli insan, çok beklemeden yola çıkmalı. Yol, kendi deneyimlerini yaşatacaktır zaten kişiye. Yola çıkmadan önce ettiğimiz niyetler, eninde sonunda gitmek istediğimiz noktaya taşıyacaktır bizi… İçte ve dışta yapılan her yolculuk deneyimi, bizi biraz daha büyütecektir. Zaten, hayattaki en büyük servetlerimizden birisi yaşadığımız farklı deneyimler değil midir?
“Kaderini ancak sen kendin keşfedebilirsin. Senin için hazırlanmış yolu ancak sen görebilirsin. Orası kalbinin seni davet ettiği yoldur. Nasıl ki koza kelebeği bilmez, hâlbuki kaderidir onun kelebek olmak! Ancak cesur olursa, cesaret ederse bir yumağın içinde sıkışmış kalmışlıktan, kabuğunu kırarak gökyüzüne, özgürlüğe kanat çırpar.İşte insanoğlunun hikâyesi budur. Asla kaderini baştan bilmez ve eğer geçilmemiş yollardan geçmez, açılmamış kapıları açmazsa, sonunda bir anlamda açılmadan iade olacaktır.” (Robin Sharma)
Robin Sharma’nın da dediği gibi neye inanacağımızı, bizim için neyin doğru olduğunu ancak kendimiz seçebiliriz. Rehberler, danışmanlar, gurular veya başkaları ancak yol haritamızı okumada, bize yardımcı olabilirler. Yolu seçmek, yola nereden başlayacağımıza ve yolu nasıl kat edeceğimize karar vermek tamamen bize kalmıştır. Başkalarının bizim için seçtiği haritalar, yaşam yolunda bizi bir yere götürmeyecektir. Varmak istediğimiz yere ancak kendi çizdiğimiz rotayla varabiliriz! Ulaşmak istediğimiz noktadaki yollar başkasının varlığından, hayatından ya da dilinden değil, bizim içimizden geçmelidir.
“Bir insanın kendine yardım etmeden, başka bir insana asla yardım edemez olması hayatın en güzel taraflarından biridir.” (Ralph Waldo Emerson)
Yola çıktığınızda; bir süre sonra yaptığınız yolculuktan keyif almıyor hale gelirseniz, yön değiştirmenizin vakti gelmiş demektir. Yolda olmak, yolculuk etmek çok yorduysa bazen durup nefeslenmek gerekebilir. Yola çıkmak, yolda olmak, yolda kalmak, yolun dışına çıkmak, yön değiştirmek, mola vermek, gitmek ve varmak… Bunların hepsi, yolculuğun bir parçası…
“Tanıdık ve rahatlatıcı her şeyi bırakacak kadar cesur olursanız; gerçeği aradığınız bir yolculuğa çıkarsanız ve o yolculukta başınıza gelen her şeyi kabullenirseniz, en önemlisi de kendinizle ilgili gerçeklerle yüzleşip kendinizi affederseniz, gerçek sizden saklanmaz.” (Ye, Dua Et ve Sev filminden alıntı).
Şehrin ruhu ve şehir yolcuları
” Bizi yalnızlaştıran aslında şehirler değildi. Biz yalnızlığımızı, gittiğimiz şehirlere taşıyorduk sadece…” Yalnızlığın yükünü, şehirlere gidip gidip, onların üstüne atıyorduk ve kaçıyorduk. Susuyordu şehirler, yüzümüze vurmuyordu yaptıklarımızı…
Şehirler sarıyordu bizi… Şehir kanımıza giriyordu, bizi tekrar yola düşürmek için. Ruhumuz sükûnet bulamadıkça, kaçıyor ve başka başka şehirlere sığınıyorduk. Gittiğimiz her şehrin havasını içimize her çekişimizde ruhumuza işliyordu, çıkmamacasına!
Kent
Dedin, “Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim.
Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet.
Yazgıdır yakama yapışır neye kalkışsam;
Ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.
Aklım daha nice kalacak bu ülkede.
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma,
Yıllarımı kıydığım boşa harcadığım…
Yeni ülkeler bulamayacaksın,
Başka denizler bulamayacaksın.
*
Bu kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede yaşayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma,
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki hayatını kıydın burada.
Bu küçük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.
*
Diyorsun ki; bir başka ülkeye,
Bir başka denize gitmek istiyorum;
Bundan daha güzel bir başka kent vardır kuşkusuz,
Ama kötü yazgım peşimi bırakmaz ne yapsam,
Ve kalbim gömülü bir ceset sanki burada.
Ruhum daha ne kadar katlanacak bu çoraklığa
Nereye çevirsem yüzümü, nereye baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma
Bunca yıllarımı boşa tükettiğim şu ülkede.
*
Yeni bir ülke bulamazsın, arama;
Bulamayacaksın başka denizler de;
Nereye gitsen bu kent ardından gelecek senin,
Aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
Hep aynı mahallede yaşlanacaksın,
Hep aynı evlerde ağaracak saçların
Ve dönüp bu kente geleceksin sonunda;
Yanılma sakın, bir başka şey umma,
Seni bekleyen bir gemi yok, bir çıkar yolun yok…
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte
Öyle kıydın demektir ona, bütün yeryüzünde!
(Konstantin Kavafis)