Safinaz; Gönül ilişkileri, ne su doku gibi zihin yormalı ne de satranç gibi strateji içermeli. Akmalı insan sevdiklerine. Bir Mevlevi dervişi ya da Hint keşişi gibi huzur bulmak için evvela bunu özümsemeli.

Eski sevgilim Safinaz,
Yüzünde daima manasız bir tebessüm bulunanlar, aslında en mutsuz olanlardır. Çünkü onlar gerçekten gülemedikleri ve toplumca dışlanmak da istemedikleri için rol yapmak zorundadır. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz, belki sen Erol Evgin gibi yatağından mütebessim çıkıyor olabilirsin. Belki şu an kahkahalarınla küçük odanı ısıtıyorsundur. Nereden bilebilirim? Seni artık tanımıyorum. Bir zamanlar gayet iyi tanırdım, hatta seninle sohbet edenlerden telif hakkı isteyecek kadar sahiplenmiştim. Şimdiyse manasız bir tebessümle, cumartesi gününü evde geçirmenin haksız gururu içindeyim. Sanırım bu kişisel tercihim ya da öyle olmasını umuyorum.

Kişisel gelişim kitaplarını çok sevdiğini biliyorum, eminim ayrılığımızdan sonra birkaç tane devirip kendini aşmışsındır. Bense o tarz eserlere itibar etmem. Tek bir kitabıyla kişiliğimizi geliştireceğini söyleyen yazarlar, güya kanseri çözen ilaç mümessillerine benziyor. Aslında hepsi tüccar! Hepiniz tüccarsınız! Biliyor musun Safinaz, hayran olduğun yazarların söyleşilerine katıldım geçen gün. Sunumlarının dikkatle dinlenmesini ve imajlarını zedeleyecek hiçbir muhalif sesin çıkmamasını umuyorlardı. Esas mesele kişilik geliştirme değil, imaj pazarlamaktı. O an seni ve hayatıma giren diğer güzellikleri neden kaybettiğimi anladım. Yine de imajım bozuk olduğu için pişman değilim. Yüzümdeki tuhaf tebessümü saymazsak, duruşumu da hiç bozmadım.
Gönül ilişkileri, ne su doku gibi zihin yormalı ne de satranç gibi strateji içermeli. Akmalı insan sevdiklerine. Bir Mevlevi dervişi ya da Hint keşişi gibi huzur bulmak için evvela bunu özümsemeli. Fakat biçimsel rasyonalizmin hüküm sürdüğü günümüzde, kimse kimseye ait değil. Herkesin üst modeli stoklarda mevcut. Herkes bitmeyen bir arayışta. Güven ve sadakatin soyu tükeniyor. İnsanlar birbirlerinin ya boynuna sarılıyor ya boğazına, ortası yok. Dindar da olsak farkına varmadan evrim geçiriyoruz. Ah hayırsız Safinaz, iki sene içinde ne kadar değiştin! Sınır bölgesine atandığım gün verdiğin tepkiyi hatırlıyor musun? “Ben orada yaşamak istemiyorum” demiştin. O anki çaresizliğimi anlatmama pek lüzum yok. Lümpen demokrasilerdeki güçlünün zayıfa tahakkümü gibiydi. Memuriyetimi yaktım, zira ben oksijen olan her ortamda yaşayabilirdim.

Yaşadığın yeri biliyorum, müstakbel kocan olacak o herifle nerelerde yemek yediğinizi kestirebiliyorum. Sizinle karşılaşmamak için ettiğim duaları Ortadoğu’ya harcasaydım muhtemelen savaş biterdi. Şu ana dek şanslıydık ama eğer bir gün karşılaşırsak olacaklardan sorumlu değilim. Kocan beni döverse şehrin en iyi avukatını tutmak için gerekirse bankadan kredi çekeceğimi bilmeni isterim. Kısacası ikiniz de ayağınızı denk alın.
Mektubumun sonuna yaklaşırken son havadislerimi paylaşmak isterim. Önceki mektupta bir kadınla tanıştığımdan bahsetmiştim. Senden beş santim uzun, saç rengi seninkinin iki ton açığı, göz rengi de seninkilerin aynısıydı. İlişkiye isim koyamadan ayrılma kararı aldık. Tipik kan uyuşmazlığı diyelim. Ayrılırken yüzümde manasız bir tebessüm vardı, çünkü bir kadın daha benden kurtuluyordu. Huzurevindeki yerini şimdiden ayırtmaya çalışan, cumartesi günlerini evde geçiren ve kişisel gelişim kitaplarından nefret eden bir adamdan sonra; hayat daha cazip görünecekti. Tıpkı Bukowski gibi, ona kıyaslama imkanı, yeni ufuklar, huzurlu ve bensiz bir gelecek vermiştim. Ve yapayalnız eve döndüğümde, adaletin bir kez daha yerini bulduğunu hissediyordum.
Hoşça kal.
İsmail.


