Madalyonun arka yüzündeki kadın

Öncelikle insanı kadın ve erkek diye ayırdığımız zaman bir kutuplaşma, bir ayrılık yaratmış oluyoruz daha işin en başından ve işin doğasına aykırı bir durum. Kadın ve şiddet konusu gündemlerimize oturdu. Alışılmış düzenin erkeklere yüklediği sorumluluk erkeklere bir etiket takınca şiddet kaçınılmaz hale geldi. Kabulsüzlük dengeleri bozdu ve son zamanlarda giderek artan oranlardaki tatsız deneyimlere neden oldu. Bu sefer kadına takılan etiket “mağdur” idi.

İnsan varoluştan bu yana Adem ve Havva adıyla, kadın ve erkek cinsi ile anıldı. Biri olmazsa diğeri de olamazdı. Tüm varoluşun temeline damgalarını vurdular. Birlikte ve bir arada anıldılar, anılmaktalar. İnsanlığın devamlılığı için olmazsa olmaz onların ilişkisi. Zamanla bu birliktelik özellikle günümüzde farklı kavram algılarına sahne oldu. İnsanın bireysellik hegomonyasında oyuncak oldular. Anlamlar, kavramlar ve dolayısıyla deneyimler algılarımızı bambaşka boyutlara çekti.

Kadın ve şiddet

Kadın ve şiddet konusu gündemlerimize oturdu. Ataerkil toplumlardaki alışılagelmiş düzenekler kadının güçlenmeye başlamasıyla sarsılmaya başladı. Alışılmış düzenin erkeklere yüklediği sorumluluk erkeklere bir etiket takınca şiddet kaçınılmaz hale geldi. Kabulsüzlük dengeleri bozdu ve son zamanlarda giderek artan oranlardaki tatsız deneyimlere neden oldu. Bu sefer kadına takılan etiket “mağdur” idi. Fiziksel şiddete maruz kalan, bedensel olarak acı çeken ve  hatta hayatını kaybedecek seviyede zarar gören kadınlardı.


Son zamanlarda yaşanan deneyimlere sonuç penceresinden bakarsak olan an diliminde oluşan deneyimle ilgili olarak pek çok negatif bildirimde bulunabiliriz. Ancak puzzle misali tek bir parçadan yola çıkarak olana hüküm giydirmemiz de oldukça sığ bir düşünce, muhakeme biçimi olur. Sonuca gelene kadarki deneyimlerin oluşturduğu büyük resimden bakabilmek fırsatını bulabilirsek eminim herkesin söyleyeceği farklı düşünceleri olacaktır. Sonuca odaklanarak hüküm vermek aslen bir anlam ifade etmemektedir  tamamını algılayamadıktan sonra.

O halde yapılması gereken büyük resme odaklanarak olanı değerlendirmektir. Tabi hemen aklımıza şu soru gelmektedir. Kadın gerçekten masum mu? Ya da kadın gerçekten mağdur mu?  Haydi, hep birlikte yargı penceresinden ya da varsayımlardan yola çıkarak değil de olmuş olanı sadece yaşanmış bir deneyim ve/veya olan olarak değerlendirerek yaklaşalım ne dersiniz? Madalyonun görünen yüzünü değil de arkasını görelim bakalım bize neler sunacak?

Kadın ve erkek eşit mi?

Öncelikle insanı kadın ve erkek diye ayırdığımız zaman bir kutuplaşma, bir ayrılık yaratmış oluyoruz daha işin en başından ve işin doğasına aykırı bir durum. Oysaki hepimiz aynı süreçte dünyaya geldik. İnsan  olarak bedensel farklılıklarımız ve cinsiyetlerimiz dışında hemen hemen hepimiz aynıyız. Durum böyle olunca daha çocukluk evresinden başlayarak birbirimizi ya seks objesi olarak ya da rakip olarak gördük ki  zarar verme potansiyeli oluştu. Birbirimizi kabul etmek yerine birbirimize rakip olmayı öğrendik. Bu rekabette bir kısım kadın feminist olurken bir kısım erkek de kadın kıymetini bilmez oldu. Şüphesiz bu bir genelleme olamaz ancak durum tespiti yapmaktayız.


Kadın algısı

Algılardaki bu durum giderek bozulmaya devam etti. Kadın kıymetinin bilinmemesi kadınların kendilerini değersiz hissetmelerine neden oldu ve zamanla ilgi beklentisi ve ilgi açlığına dönüştü. Bu eksiklik hissi ile kadınlar tamamlanmak üzere partner arayışına çıktılar. Bu kimlik kaybı kadını giderek güçsüz, önemsiz, değersiz hale getirdi. Oysaki her iki tarafın da eşit koşullarda ve her iki tarafında birbirini tamamlamak yerine ihtiyaçsızlık halinde, kendilerini tam ve bütün hissetmeleri, yapıcı ve birleştirici olmaları durumunda sağlıklı bir birliktelik mümkündü.

Diğer taraftan eşitliğin olmadığı yerde erkek düşmanlığı da baş gösterdi. Feminizm, felsefi bir fikir hareketi olarak ilk defa batıda, kadınlara hiçbir değer verilmemesi, insan olarak sayılmaması sonucu Fransız devriminden sonra ortaya çıktı, kadına bağımsız bir kişilik verilmesini, erkeğe tanınan bütün siyasi hakların kadınlara da tanınmasını savundular. Bu da bir tür ayrılık, karşıtlık yaratan, kadın mağduriyetini etiketleyen fikirdi.

Bu durumlar farklı biçimlerde gelişme gösterdi. Kimi kadın kendini  önemli hissetmek ve ilişki kurabilmek adına cinselliğini kullandı, kimisi güzel olmayı kadın kimliğinin önüne aldı, kimisi mağdur olmayı kabullendi, kimisi bir erkeğin kanatları altında yaşamayı seçti, kimisi iş kimliğini öne çıkardı erkekler gibi kariyer peşine düştü, kimisi anne olup evinin kadını olmayı seçti. Daha sayamadığımız pek çok seçim yapıldı kadınlar tarafından.


Yapılan her bir seçim kadınların özgür iradeleriyle kendi seçimleriydi. Neden sonuç ilişkisi olarak bakacak olursak sonuçta tüm kadınlar seçimlerinin sonuçlarını yaşadılar. Hiç birisi hata değildi, hiç birisi yanlış değildi. Hepsi birer deneyimden ibaretti. Fark edelim, fark ettirelim.

Tüm kadınlar aşka doğar ama aşkı unuturlar


 

Rüya Yüksel
Rüya Yüksel, 1957 doğumlu, İstanbul'da yaşıyor. Mesleği İngilizce öğretmenliği, ancak 29 yıldır özel sektörde çalışıyor. NLP İleri Derece Uygulayıcısı ve 'Yaşam Koçu' olmakla birlikte “Kendini Tanıma Çalışmaları” düzenliyor.