İçimdeki zıtlıkları yenmeye imkan veren dengeyi, kendimi anlamayı, hallerimi anlamayı, zıtlıklar arasındaki yegane esası bulmak istiyordum… O araştırmalar, rüyalar bir gün beni “hedefe” getirdi, kaynağa yönlendiren hedefe!

İçimdeki zıtlıklarla kendimi buluş
Yalnızlık devam eder ama bu gece doya doya konuştum hilalle ~ Buson
Deli rüzgar hiç bir sınır tanımadan hala kudurmakta. Rüzgarın başıboşluğunda ne mana var? O her şeyin, hatta şu deliriyor olan rüzgarın bile manasını anlamış gibiydi… Ama ben bir şeyi çok iyi biliyorum ki, onun hakkında düşündüğüm sürece hiçbir rüzgar, hiç bir zarar içimdeki bu sükuneti bozamaz, hayallerim zincirini koparamaz ve en önemlisi – içimdeki garip sakinlik, güzel sükunet gittikçe büyür. Beklemek – Umut. Beklemek – Amaç. Bu iki şey olmadan insan yaşayamaz, o ruhsal düşüklüğe uğrar.

Ben – ömür boyu aradığını bulmuş bir erkektim. Ya Sen? Senin kimliğini hala bilmiyorum. Nerede arayacağımı, kimlere soracağımı da bilmiyorum. Fakat yine de beklerim. Bu bekleyiş zor olsa da… Gece boyunca aramızda bir ömre değer ne oldu ki yedi yıl sonra bile seni seviyorum. Ömrümün en zor dakikalarında da seni hatırladığım zaman, o gizemli etkini hissedince kalbim tekrar arzu, istekle doldu, Yatağımı paylaşmaya hazır binlerce güzel arasından seni seçsem?

Fakat… Bu sende ne hayret, ne sevinç, ne de öfke uyandırmıştı. Bu durum bir taraftan benim sinirlerime dokunarak gururumu kırdı ise de başka taraftan benim sana karşı saygımı artırıyordu. Belki de o zaman duyguların daha hiç uyanmamış, vücudun ve ruhun için bu dünya, erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkiler henüz açılmamış mıydı? Ben senin yapın itibariyle duygusal olduğunu, damarlarında alevli bir kanın akmakta olduğunu anlamıştım. Kalbi kaynak olmayan kişi bir sohbetle başkalarının kalbi ve vücudunu kuşatamaz. Özellikle, ben hiçbir zaman kadını dış güzelliği için sevmemişimdir. Tam tersi, güzel ve çehresinde kusuru olmayan kadınlar beni iter, garip bir his uyandırırdı. Şuuraltı sezgiyle ben onların kendini beğenmişlik, aptallarca kibir ve şımarıklık özelliklerinden hemen nefret duymaya başlardım. Ve içimdeki bu duyguyu gizlemek için yaptığım çabalar boşuna olmuş, dıştan – bezen elimde olmadan – suratım asılırdı. Dolasıyla birçok kadının beni sert, keskin bir erkek olarak görmesi doğaldı.

Kim için, niçin ve nasıl yazacağımı, içimdeki ne tam bilmiyorum. Fakat Kaynak hakkında durmadan yazmam gerektiğini hissediyorum sadece. Yol bulmak için uzun süre zorluk çektim, çıldıracağımı düşündüğüm sıralar da olmuştu bu yollarda. Cevap da aniden aklımda bir yıldırım gibi gürleyivermişti, beklemedik bir aydınlık her tarafımı sarsmıştı… O ana kadar sahte bir kabuğun içinde geçiyormuş gibi hayatım beni gün geçtikçe boğmaktaydı. O Gün bu gündür ben heyecanlı bir hayatı yaşıyorum. Fakat bu sakin bir heyecan, onu dışarı çıkarmak istemezsiniz, biliyor musunuz: ‘içindeki içindedir’…
Ne kadar güzel! Ne kadar sıcak! Kalbimden taşarak hitap ederim ben başka söz bulamadan.
Hareket ederek, araştırarak yorulmuyorum. Güya bitmez bir kaynak güç bağışlamaktaydı, devam eder o bana bir bakış atarak. Bu amaçla hayatın bütün ufak tefek zorunluluklarından arınmış hissederim kendimi. Yazmak isteği her zaman yürek atışlarımı hızlandırır ve bana talih bağışlar… Buna ayrı bir ekstaz denilebilir. Dünyaya ayrı bir bakışla bakabilmek, bu siyah-beyaz televizyondan aniden renkli televizyona geçmiş gibi ya da sağır birine birdenbire seslerin duyulmaya başladığı gibi bir haldir. Bunun lezzetini sadece bu durumu deneyen bir kişi anlayabilir. Derken sesin tamamen değişti.

Aydınlık bir tan yeri gibi beliriyordu yavaş, yavaş. Çölün serin, nemli havası dakikalar geçtikçe zayıflaşan karanlık arasında hızla gitmekte olan arabanın içine giriyor, Mayıs ayının sihirli yağmurlarından biri çiselemeye devam ediyordu. İnsanlar tarafından hoyratça yıpratılmış, demir parçaları, şişe ve çeşitli kağıtlarla kirlenmiş olmasına rağmen yabancı bakireliğini koruyan tabiatın heybetli sükunetini, çöl kuşlarının gündoğumu kasideleri bozmaya başlamıştı. Kıpkırmızı olarak çıkagelen güneşin ilk ışınları yüzünde cilve yaparak, hayalimde fantastik görüntüleri düzenler, senin ve bu görüşmemizin gerçekliği hakkında bende kuşku uyandırıyordu. Ben bu masalın, bu cazibenin esirine dönüştüm, güzel bir delilik yaşamaya başladım. Ben mucize gibi, taşkın bir deryada boğuluyordum. Kalbim bu nehrin tatlı dalgalarında aciz, çıplak akıyor ve kocaman çölün üstündeki kırmızı –lacivert renklerin karıştığı sonsuz gökyüzünün dibine dikilmiş bu gözler bu mucizeye şahit oluyormuşçasına bana bakıyordu. Kalbim sıra dışı kanuniyetler temelinde atmaya başlamıştı o zaman.
İçimdeki zıtlıkların dengesi
Nasıl başladı bunlar ilk defasında dersiniz… Akla karayı tanıdığım, kendimi bildiğim günden bu yana ömrümün başkalarınınkine benzemeyen bir biçimde farklı geçmesi gerektiğini hissettim. Devam etti gene, çocukluk hatıralarımı tekrar, tekrar tahlil ederek, görüş ve tasavvurlarıma karışan gelecek hakkındaki garip, düşüncelerimi bulurum. Bu düşünceler beni garip bir hale sokuyor, heyecanlandırıyordu. En zor, ıstıraplı devrim, ergenlik çağım olmuştu. Çevremdeki hayatla kendi Dünyam arasındaki uçurum bana korkunç bir şekilde sıkıntı veriyordu, uçurum çevremdekilerle anlaşılmazlığın ortaya çıkmasına, yaşamakta olduğum çevreye uymama engel oluyordu. Bu da sıkıntılı ruhsal yalnızlığımı ortaya çıkararak, sonuçta bu çevreden, bu dünyadan başka bir dünyayı aramama neden oldu. İç dürtüme boyun eğerek ilmi, edebi, sanatsal kaynaklar aramaya başladım. Kitaplar toplandı, önceleri, ben onları maddecilik açısından incelemeye çalıştım, kah anlayarak, kah anlamadan kitapları okumaya koyuldum. Ama en önemlisi okuduklarım değil, hissedecek şeyler, kendimde anlamadığım garip arzularım ve esrarlı rüyalarım idi. Ben kendimi anlamayı, hallerimi anlamayı, zıtlıklar arasındaki yegane esası, içimdeki zıtlıkları yenmeye imkan veren dengeyi bulmak istiyordum… O araştırmalar, rüyalar bir gün beni “hedefe” getirdi, kaynağa yönlendiren “hedefe!”

Şemseddin Tebrizi: ‘Söyle, kim üstündür? Hazreti Muhammed mi, yoksa Beyazıd Bestami mi?’
‘Bu nasıl söz? Tabii ki, Hz.Muhemmed üstündür!’, ‘İyi’ dedi Tebrizi. ‘Öyleyse, neden Muhemmed?: ‘kalbimi pas tuttu, Rabbimin önünde her gün yetmiş defa tövbe ederim!’, diyor da,
Beyazıd: “Ben her türlü noksanlardan ayrıldım. Vücudumda Allah’tan başkası kalmadı, yüceldim, yüceldim, şereflerle doluyum!” diye hitap eder.
‘Muhammmed her gün yetmiş makamı geçer’, karşılık verir Mevlana. Ve her seferinde yeni makama ulaşarak, önceki makamda eriştiği ilimlerin noksanları için tövbe, istiğfar eder. Beyazıd da tek bir makama ulaşınca işin mertebesinden başı dönerek cezbe durumunda öyle sözleri söylemiştir!’…
Şimdi biliyorum, nerede olsan da içindeki Sükunetle yaşıyorsun. Dış dünyanın telaşları, ufak-tefek şeylerin bu sağlam kale ile çevrilmiş saltanatı bozamayacağını biliyorum. Çünkü seni geceleri o sakin dünyada bulurum. Ayın süt rengi ışığıyla aydınlanmış ıssız sokaklarda uzun uzun dolaşırız. Sessiz sohbet ederiz. Bakışlarımızla birbirimizi okşarız… O zaman ulaşılmamış ve ermana dönmüş – ellerini bir defa olsun tutmak arzuma yetecekken aniden kayboluyorsun. Uyanarak, ellerimi yüzüme koyarım, dudaklarıma dokundururum, avucumda senin uzunca parmaklarının sıcaklığını hissederim. Bu acılı, yakıcı bir özlem. Bu ferahlık veren, tatlı bir özlem… Yıllar geçtikçe Onun hayali kalbimde derinleşiyordu. Çevremdeki yakınlarım, özellikle annem tekrar evlenmem gerektiğini korkarak, cüretsizce arada bir vurguluyorsa da, bana bu imkansız geliyordu. Eşimden kesin ayrıldım, onu artık hayata geri getiremez hiçbir güç. Ama Onun – bu gizemli yoldaşımın var olduğunu bir yerlerde yaşadığını biliyorken, başka bir kadına bağlanamıyordum.
İçimdeki sukunet

Kadınlardan da teselli aradığım oldu. Şimdi gözlerimin önünde çeşitli çehreler, zayıf-şişman, sarışın-esmer bedenler geçer, ama biraz olsun kalbimi etkileyecek, içimdeki buzu zerre kadar olsun eritebilen bir kadın hatırlayamıyordum. Tam tersi tamamen soğudum hayattan. Bu hafif maceralar onlardan kesin farklılık taşıyan başka bir dünyadan gelmiş gibi Onu daha çok özletiyor, acılarımın artmasına neden oluyordu. Geziye çıkmak, seyahatlerde bulunmak istedim. İlk zamanlar bütün gücümü kızımın hayat şartlarını sağlamaya çalıştım. İntikamımı sadece işten almaya çalıştığım için benim maddi durumum istediğim ülkede gezebilecek imkanı veriyordu.

İlgili yazılar
İçimdeki Karanlık Bitti Mi Ki Dışarıya Bakıyorum?
Etkili Liderlerin 7 Alışkanlığı – Stephen Covey ile İçimdeki Lider


