İçimdeki sukunetin sesi

İçimdeki zıtlıkları yenmeye imkan veren dengeyi, kendimi anlamayı, hallerimi anlamayı, zıtlıklar arasındaki yegane esası bulmak istiyordum… O araştırmalar, rüyalar bir gün beni “hedefe” getirdi, kaynağa yönlendiren hedefe!

içimdeki sukunet-nodira

İçimdeki zıtlıklarla kendimi buluş

Yalnızlık devam eder ama bu gece doya doya konuştum hilalle  ~ Buson

Deli rüzgar hiç bir sınır tanımadan hala kudurmakta. Rüzgarın başıboşluğunda ne mana var? O her şeyin, hatta şu deliriyor olan rüzgarın bile manasını anlamış gibiydi… Ama ben bir şeyi çok iyi biliyorum ki, onun hakkında düşündüğüm sürece hiçbir rüzgar, hiç bir zarar içimdeki bu sükuneti bozamaz, hayallerim zincirini koparamaz ve en önemlisi – içimdeki garip sakinlik, güzel sükunet gittikçe büyür. Beklemek – Umut. Beklemek – Amaç. Bu iki şey olmadan insan yaşayamaz, o ruhsal düşüklüğe uğrar.


içimdeki sukunet-nodiraTılsımlar dünyasının temsilcisi – Seninle buluşmamız hala hayretleri, cevapsız soruları uyandırır. O gece neden bir birimizin bile adını sormadık? Bu konuda çok düşündüm. Yakından tanışarak ilişkimizi devam ettirebilirdik. Daha nice ilginç sohbetler, güzel gecelerimiz ve gündüzlerimiz olabilirdi belki… Biz birbirimizi insanın kendi kendini anlamasından da iyi anlamıştık. Hay, Allah, bazen insan kendinin neleri neden yaptığına şaşırıyor, bazen de neleri neden yapmadığına anlam veremiyor..  Ben Onunla konuşurken hayalimden, derdim: “Ya neden nasıl ben seni ellerimden kaçırabildim böyle?  En azından neden adını sormadım? Hayret!”… Oysa ikimiz de biliyorduk – senin kalbin bana, benimki sana kendi avucumuzun içi kadar yakındı… Vedalaşırken, son defa hiç değilse ellerini tutmanın, ne kadar güçlü, erişilmez bir istek olarak göründüğünü keşke bilsen! Eğer şimdi ayrılırsak hiçbir zaman görüşemeyebileceğimiz hakkındaki düşünce kalbimi yakıyor ise de uyuşukluk içinde kederimi içime atar dururdum çünkü senin gözlerinde isteksizlik görünmüş gibi geldi bana… Gözlerine bakarken, aramızda duvar gördüm,  ama neydi bu duvar?  Nedendi bu duvar? Gururla dilim bağlı halde ben de sustum. Son defa gözlerine bakarken korkunç denilecek kadar derin bir karanlık beni yutuyormuş gibiydi, Ben kederler denizinde boğuluyordum.

Ben – ömür boyu aradığını bulmuş bir erkektim. Ya Sen? Senin kimliğini hala bilmiyorum. Nerede arayacağımı, kimlere soracağımı da bilmiyorum. Fakat yine de beklerim.  Bu bekleyiş zor olsa da… Gece boyunca aramızda bir ömre değer ne oldu ki yedi yıl sonra bile seni seviyorum. Ömrümün en zor dakikalarında da seni hatırladığım zaman, o gizemli etkini hissedince kalbim tekrar arzu, istekle doldu, Yatağımı paylaşmaya hazır binlerce güzel arasından seni seçsem?

içimdeki sukunet-nodiraO sohbetimiz esnasında da gözlerim, şuurumu büyüleyen göğüslerine aniden düşünce, meraklı bakışlarından gözlerimi kaçırmaya çalışarak, hislerimi çelik işkenceye sokmaya mecbur oldum. Çünkü bu mucize gibi vücut aklımı çeliyor, duygularıma dokunuyordu. Sen ciddi tavrınla evrenin o tarafından bu tarafına geçip gelirken ben çok yakınımda duran güzel bir kadının kokusundan, sıcaklığından sarhoştum. Özellikle bir sözünden henüz evlenmediğini öğrenince isteklerim daha da ateşlenmişti. Senin de vücudumda gerçekleşen her bir değişimden, her hadiseden haberin olduğuna kuşkum yoktu.

Fakat… Bu sende ne hayret, ne sevinç, ne de öfke uyandırmıştı. Bu durum bir taraftan benim sinirlerime dokunarak gururumu kırdı ise de başka taraftan benim sana karşı saygımı artırıyordu. Belki de o zaman duyguların daha hiç uyanmamış, vücudun ve ruhun için bu dünya, erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkiler henüz açılmamış mıydı? Ben senin yapın itibariyle duygusal olduğunu, damarlarında alevli bir kanın akmakta olduğunu anlamıştım. Kalbi kaynak olmayan kişi bir sohbetle başkalarının kalbi ve vücudunu kuşatamaz. Özellikle, ben hiçbir zaman kadını dış güzelliği için sevmemişimdir. Tam tersi, güzel ve çehresinde kusuru olmayan kadınlar beni iter, garip bir his uyandırırdı. Şuuraltı sezgiyle ben onların kendini beğenmişlik, aptallarca kibir ve şımarıklık özelliklerinden hemen nefret duymaya başlardım. Ve içimdeki bu duyguyu gizlemek için yaptığım çabalar boşuna olmuş, dıştan – bezen elimde olmadan – suratım asılırdı. Dolasıyla birçok kadının beni sert, keskin bir erkek olarak görmesi doğaldı.

içimdeki sukunet-nodiraSeni kah dağlar, kayalar üstünde, kah deli rüzgarlar mekanı olan sonsuz sahralar bağrında, bazen sonsuz deniz kıyılarında ufka bakar halde hayal ederim. Dalgalanan sonsuz mavilik ve küçücük, aciz bir vücut. Fakat gözlerdeki sonsuzluk bu denizden daha da sonsuz, daha derin, daha tehlikeli gibi. Belki sen arzu ettiğin gibi ömrünün esas vazifesi, kitabını yazıyor olabilirsin. Senin insanlara söyleyeceğin sözler var, değil mi? Bunu sen bir saniye olsun aklından çıkarmadan yaşıyorsun, her günün, her adımın sadece bu amaca yöneliktir. Tekrar o eşsiz gün batımında söylediğin sözleri hatırlarım, kendine özgü, biraz kısık, ama kararlı sesin tıpkı dünkü gibi kulaklarımdadır…

Kim için, niçin ve nasıl yazacağımı, içimdeki ne tam bilmiyorum. Fakat Kaynak hakkında durmadan yazmam gerektiğini hissediyorum sadece. Yol bulmak için uzun süre zorluk çektim, çıldıracağımı düşündüğüm sıralar da olmuştu bu yollarda. Cevap da aniden aklımda bir yıldırım gibi gürleyivermişti, beklemedik bir aydınlık her tarafımı sarsmıştı… O ana kadar sahte bir kabuğun içinde geçiyormuş gibi hayatım beni gün geçtikçe boğmaktaydı. O Gün bu gündür ben heyecanlı bir hayatı yaşıyorum. Fakat bu sakin bir heyecan, onu dışarı çıkarmak istemezsiniz, biliyor musunuz: ‘içindeki içindedir’…

Ne kadar güzel! Ne kadar sıcak! Kalbimden taşarak hitap ederim ben başka söz bulamadan.

Hareket ederek, araştırarak yorulmuyorum. Güya bitmez bir kaynak güç bağışlamaktaydı, devam eder o bana bir bakış atarak. Bu amaçla hayatın bütün ufak tefek zorunluluklarından arınmış hissederim kendimi. Yazmak isteği her zaman yürek atışlarımı hızlandırır ve bana talih bağışlar… Buna ayrı bir ekstaz denilebilir. Dünyaya ayrı bir bakışla bakabilmek, bu siyah-beyaz televizyondan aniden renkli televizyona geçmiş gibi ya da sağır birine birdenbire seslerin duyulmaya başladığı gibi bir haldir. Bunun lezzetini sadece bu durumu deneyen bir kişi anlayabilir.  Derken sesin tamamen değişti.

içimdeki sukunet-nodiraAma – gözlerinde soğuk bir kıvılcım parlar – adamların şuuru ufak tefek değersiz şeylerle o kadar bağlanmış, kararmış ki onların hatta hayalinin ucuna bile gelmez başka amaçlar, başka hedefler ile yaşamanın mümkün olduğu… Üretim geliştikçe insanların amaç ve istekleri de küçülüyor– bu genellikle bir şeyi satın almak isteği, bir şeye sahip çıkmaya çalışmaktan oluşuyor…

Aydınlık bir tan yeri gibi beliriyordu yavaş, yavaş. Çölün serin, nemli havası dakikalar geçtikçe zayıflaşan karanlık arasında hızla gitmekte olan arabanın içine giriyor, Mayıs ayının sihirli yağmurlarından biri çiselemeye devam ediyordu. İnsanlar tarafından hoyratça yıpratılmış, demir parçaları, şişe ve çeşitli kağıtlarla kirlenmiş olmasına rağmen yabancı bakireliğini koruyan tabiatın heybetli sükunetini, çöl kuşlarının gündoğumu kasideleri bozmaya başlamıştı. Kıpkırmızı olarak çıkagelen güneşin ilk ışınları yüzünde cilve yaparak, hayalimde fantastik görüntüleri düzenler, senin ve bu görüşmemizin gerçekliği hakkında bende kuşku uyandırıyordu. Ben bu masalın, bu cazibenin esirine dönüştüm, güzel bir delilik yaşamaya başladım. Ben mucize gibi, taşkın bir deryada boğuluyordum. Kalbim bu nehrin tatlı dalgalarında aciz, çıplak akıyor ve kocaman çölün üstündeki kırmızı –lacivert renklerin karıştığı sonsuz gökyüzünün dibine dikilmiş bu gözler bu mucizeye şahit oluyormuşçasına bana bakıyordu. Kalbim sıra dışı kanuniyetler temelinde atmaya başlamıştı o zaman.

İçimdeki zıtlıkların dengesi

Nasıl başladı bunlar ilk defasında dersiniz… Akla karayı tanıdığım, kendimi bildiğim günden bu yana ömrümün başkalarınınkine benzemeyen bir biçimde farklı geçmesi gerektiğini hissettim. Devam etti gene, çocukluk hatıralarımı tekrar, tekrar tahlil ederek, görüş ve tasavvurlarıma karışan gelecek hakkındaki garip, düşüncelerimi bulurum. Bu düşünceler beni garip bir hale sokuyor, heyecanlandırıyordu. En zor, ıstıraplı devrim, ergenlik çağım olmuştu. Çevremdeki hayatla kendi Dünyam arasındaki uçurum bana korkunç bir şekilde sıkıntı veriyordu, uçurum çevremdekilerle anlaşılmazlığın ortaya çıkmasına, yaşamakta olduğum çevreye uymama engel oluyordu. Bu da sıkıntılı ruhsal yalnızlığımı ortaya çıkararak, sonuçta bu çevreden, bu dünyadan başka bir dünyayı aramama neden oldu. İç dürtüme boyun eğerek ilmi,  edebi, sanatsal kaynaklar aramaya başladım. Kitaplar toplandı, önceleri, ben onları maddecilik açısından incelemeye çalıştım, kah anlayarak, kah anlamadan kitapları okumaya koyuldum. Ama en önemlisi okuduklarım değil, hissedecek şeyler, kendimde anlamadığım garip arzularım ve esrarlı rüyalarım idi.  Ben kendimi anlamayı, hallerimi anlamayı, zıtlıklar arasındaki yegane esası, içimdeki zıtlıkları yenmeye imkan veren dengeyi bulmak istiyordum… O araştırmalar, rüyalar bir gün beni “hedefe” getirdi, kaynağa yönlendiren “hedefe!”


içimdeki sukunet-nodira‘Peki, siz hedefe ulaştınız mı?’ Diye merakla sordum. O bir müddet sustu, düşündü. Sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı. Tebrizi ile Celaleddin Rumi arasında bir konuşmanın geçtiğini söylerler…

Şemseddin Tebrizi: ‘Söyle, kim üstündür? Hazreti Muhammed mi, yoksa Beyazıd Bestami mi?’

‘Bu nasıl söz? Tabii ki, Hz.Muhemmed üstündür!’,  ‘İyi’ dedi Tebrizi. ‘Öyleyse, neden Muhemmed?: ‘kalbimi pas tuttu, Rabbimin önünde her gün yetmiş defa tövbe ederim!’, diyor da,

Beyazıd: “Ben her türlü noksanlardan ayrıldım. Vücudumda Allah’tan başkası kalmadı, yüceldim, yüceldim, şereflerle doluyum!” diye hitap eder.

‘Muhammmed her gün yetmiş makamı geçer’, karşılık verir Mevlana. Ve her seferinde yeni makama ulaşarak, önceki makamda eriştiği ilimlerin noksanları için tövbe, istiğfar eder. Beyazıd da tek bir makama ulaşınca işin mertebesinden başı dönerek cezbe durumunda öyle sözleri söylemiştir!’…

Şimdi biliyorum, nerede olsan da içindeki Sükunetle yaşıyorsun. Dış dünyanın telaşları, ufak-tefek şeylerin bu sağlam kale ile çevrilmiş saltanatı bozamayacağını biliyorum. Çünkü seni geceleri o sakin dünyada bulurum. Ayın süt rengi ışığıyla aydınlanmış ıssız sokaklarda uzun uzun dolaşırız. Sessiz sohbet ederiz. Bakışlarımızla birbirimizi okşarız… O zaman ulaşılmamış ve ermana dönmüş  – ellerini bir defa olsun tutmak arzuma yetecekken aniden kayboluyorsun. Uyanarak, ellerimi yüzüme koyarım, dudaklarıma dokundururum, avucumda senin uzunca parmaklarının sıcaklığını hissederim. Bu acılı, yakıcı bir özlem. Bu ferahlık veren, tatlı bir özlem… Yıllar geçtikçe Onun hayali kalbimde derinleşiyordu. Çevremdeki yakınlarım, özellikle annem tekrar evlenmem gerektiğini korkarak, cüretsizce arada bir vurguluyorsa da, bana bu imkansız geliyordu. Eşimden kesin ayrıldım, onu artık hayata geri getiremez hiçbir güç. Ama Onun – bu gizemli yoldaşımın var olduğunu bir yerlerde yaşadığını biliyorken, başka bir kadına bağlanamıyordum.

İçimdeki sukunet

içimdeki sukunet-nodiraBazen bir şeyler değişmeye başlıyordu sanki. İçimdeki dünyanın derinliklerinde başkaldırarak, etrafımdaki her eşyada ve herkeste izini bırakarak, dış dünyama da yayılıyordu. Hayatım belli bir basamağa ulaşmaktaydı… Bir sınır yaklaşmaktaydı. Eğer önlemezsem artık ruhani bir işkence beni zorluyor, kalbime acı veriyordu. İçimdeki Sükunet beni takip ediyor, ruhaniyetimi dayanılmaz azaplarla baş başa bırakıyordu; duygularım değersiz, gördüklerim anlamsızdı sanki. İnsanlardan kaçmaya çalışıyordum artık – güler yüzlü, rahat yaşamakta olan insanlar artık sinirlendiriyor, hayatın her görüntüsü içimde bıkkınlık karışımı iğrenme hissini uyandırır olmuştu. Hatta kendimden kurtulmak istiyordum. Bu sadece ruhsal değil, fiziksel acıları da yaratmaya başlamıştı. Artık midem bulanıp, dehşet verici baş ağrısıyla şok olmaktan beri kalıyordum.  Sadece yalnızlıkta kendimi daha iyi hissediyordum, ama çok geçmeden bu da teskin vermez oldu, neler yapmayı denemedim neler… İçki içtim. Bir ay durmadan içtikten sonra durumum daha da zorlaştı, öyle ki, kendimde alçaklık ve acizlik hissedince intihar etmeyi bile düşündüm.

Kadınlardan da teselli aradığım oldu. Şimdi gözlerimin önünde çeşitli çehreler, zayıf-şişman, sarışın-esmer bedenler geçer, ama biraz olsun kalbimi etkileyecek, içimdeki buzu zerre kadar olsun eritebilen bir kadın hatırlayamıyordum. Tam tersi tamamen soğudum hayattan. Bu hafif maceralar onlardan kesin farklılık taşıyan başka bir dünyadan gelmiş gibi Onu daha çok özletiyor, acılarımın artmasına neden oluyordu. Geziye çıkmak, seyahatlerde bulunmak istedim. İlk zamanlar bütün gücümü kızımın hayat şartlarını sağlamaya çalıştım. İntikamımı sadece işten almaya çalıştığım için benim maddi durumum istediğim ülkede gezebilecek imkanı veriyordu.

içimdeki sukunet-nodiraÇin ve Hindistan’ın sıcak kalabalık şehirlerini dolaşırken, Paris’in Fransızlardan çok Afrikalı Müslümanların bulunduğu garip sokaklarında dolaşırken de, Venedik gecesindeki gondol gezisi de (sudan çıkan evlerden mi, yoksa sudan mı geldiğini bilmediğim mağara kokusuna benzer tiksindirici bir koku kalmıştı genzimde bu şehirden) içimdeki sürekli mide bulantısını yok edemedi. Her şeye karşı kalbimde uyanan yabancılık hissi, vücuduma sıkıca sarılan boşluğun yapışkan, iğrenç parmaklarına sabretmek dehşetli bir azaba dönmüştü. ‘Bitsin! Artık yeni bir hayata başlayacağım!’ diye haykırdım kendi kendime bir gün, geçen yılın ilk aylarında burada, dağlar arasındaki harabe kulübemde. Pencereden bakarak birine ya da bir şeye yumruklarımı gösterdiğimi de hatırlıyorum. Benim ara sıra ortaya çıkarken moral bozukluğuma, sinir krizlerime sanki bir kişi ya da bir şey sebep olmuş gibi kendimin de bilmediğim bir şeyle savaşmak istiyordum. O kadar ki savaşmak, vuruşmak isteğiyle kanım kaynamaya başlamıştı, Bir biyolog arkadaşımın söylediği gibi, herhalde Adrenalinin – kalp atışını ve tansiyonu hızlandıran hormonun tesiri idi bu… Çok garip!.. Yıllardır bitkin, sıkılganlıkla atan kalbime bu mucizevî sıvı ne amaçla, neden geldi acaba? Onu bilmiyorum, ama duvara vurularak parça parça olan sandalyenin, ses çıkararak bahçeye yuvarlanan eski kovanın, tüyleri dağılmış yastığın, ve elime ilişen şeylerin halinden sahiden bir şeyler başlayacak gibiydi…

İlgili yazılar

İçimdeki Karanlık Bitti Mi Ki Dışarıya Bakıyorum?

İçimdeki Bilge

İçimdeki Fütursuz Sesler


Etkili Liderlerin 7 Alışkanlığı – Stephen Covey ile İçimdeki Lider