Bir statü gerçeği: İşsizim; o halde yokum!

Statü olmazsa daima düşmeye mahkumdur insan… Birinin gelip sana destek olması dahi statün dahilinde gelişir. Statüsü olmayanın simitçi dostu bile olmaz. Düşenin dostu olmadığı gibi…

Bir statü gerçeği: İşsizim; o halde yokum!

Ne gariptir ki var mıyım yok muyum, neye göre belirler bunu yaşamımız diye düşünürken, insanoğlunun hayatta hep seçim yapmak zorunda kaldığı anlar gelir aklıma. Ve bu yaptığı seçimlerle yaşamına bir rota çizdiği gerekçesi… Shakespeare’in eşsiz tiradında yazdığı gibi, “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!”

Gözü dönmüş talihin sapanına,
oklarına,
için için katlanmak mı daha soylu…
Yoksa bir dertler denizine karşı silaha sarılıp,
Son vermek mi onlara?
Kimim Ben? Canım ben ne işe yararım!


Bir tarafta kendini kanıtlarken çevresine, öbür yanda kabuğuna çekilip bağlarını da koparabilir insan. Onu olmak yapan, olmasını istediği ya da isteyip de olamadığı mutlak bir şekli vardır. Yeni tanıştığınız biri kim olduğunuz dışında ne olduğunuzu da önemseyecektir. Buradan yola çıkarak size şekil veren, hayatınızın akışını sağlayan bir duruşunuz olmalı değil mi? Kimim ben? Ne işe yararım? Toplumun bana yüklediği, benim kendime aidiyetim ne? Nasıl bir emeğe tabi tutuluyorum bu dünyada? Rotamı çizdim çizmesine de, yine de istediğimi elde edemedim. Benim amacım ne? Belki de hayat bize seçim hakkı tanımadan kendi çiziyor haritasını. Kimbilir…

image

Siz iyisi mi beni yok bilin!

Bana düşen görev kendimi boşluğa bırakmamak için didinmek olsa da en önemlisi bu kalabalığın ve belirsizliğin içinde benim ait olduğum doğru yeri bulmak. Bir işim yok, bir yolum yok. Eğitimliyim ya da alaylı, deneyimli ya da deneyimsiz, genç ya da yaşlı, evli ya da bekar… Hatta tabiri yerindeyse bir hiç! Neden mi öyle dedim! Statüme bakarak hatta statüsüzlüğüme; alınmayın ama bu toplumda yer almadığımı söylüyor gibi bakıyorsunuz bana. Dilsiz toplum… Toplumun aslında anlattığı pek çok şey var! Her zaman açık ifadelerle konuşmaz ama çok daha sessiz ve vurgulu dile getirebilir asıl söylemek istediklerini… Benim kim olduğum, nasıl biri olduğum, ilgi duyduklarım, meraklarım, yeteneklerim hatta hayallerim uçtu gitti! Geriye yalnız, sen ne yapıyorsun’lar? kaldı… Oysa ben ne mi yapıyorum? Araştırıyorum ve çok meraklı biriyim desem, sözlerin beni değerli kılar mı? Ya da senin altında değerim kademe mi atlar? Ben kimim ki? Önce insanım desem…

Eğer bir statüm yoksa insan yerine koyar mısınız beni?

Pabuçlarımın eskidiğini görseniz karşınızda ne hissedersiniz? Eksi kaç verirdiniz ayakkabılarımın sahibi olan bana? Şimdi alt tarafı bir ayakkabı demeyin! O ayakkabıya yani bana olduğu gibi bir anlam – anlamsızlık yüklediniz. Ve ben onu alıp çaresiz kabuğuma gittim, kapattım kendimi. Bu dünya yalnız benim kurduğum bir gerçek değil. Sizlerin olmasını istediğiniz, ittiğiniz kişilikler dünyasına dönüştü. Kişilikler demek de sakıncalı biliyorum, statüsü olmayan biri için kişilik söz konusu olamaz elbette. Beni konumladığınız yere sadık kalacağım belki bir süreliğine ya da bir ömür boyu… Sessiz sedasız, haklı mıyım değil miyim… Bu yere kendi çizdiğim yolum sebebi ile düştüm ya bir kere, boşuna sorgulayıp zamanınızı almayacağım. Bu arada düştüm demek doğru oldu! Statü olmazsa daima düşmeye mahkumdur insan… Birinin gelip sana destek olması dahi statün dahilinde gelişir. Statüsü olmayanın simitçi dostu bile olmaz. Düşenin dostu olmadığı gibi.

Bir kimlik bunalımı olarak işsizliği hiç tasvip etmem!

Ruhsal çöküntüme, toplumun üzerimdeki sarsıntılarına neden olan benim bir gayeye, hedefe bağlı kalmamam sanısına varabilirsiniz. Oysa yaşadığım umutsuzluğun sebebini toplumun değer yargılarından almış olduğumu saklamamam gerek. Bir aynanın aksi gibi. Bir tarafıyla görünen siz, öbür tarafıyla size dayatılanlarla siz. Acaba hangisi sizsiniz? Bazı durumlarda kimliğin gelgitlerinde, toprağı incitmeden yürümek iyi gelir insana. En azından statülüsü, kıdemlisi, bilgilisi bol güzel ülkemin üzerinde yalnızca yürüyebilmek için toprağı, nefes alabilmek için de havası bedava! Bazı nimetler henüz paraya çevrilmedi. Yakında o da olur. Ancak böyle durumlarda bile mağdur her zaman mağdurdur. Haklı her zaman güçlüden yanadır. Ve statüsü olan her zaman üsttedir. Bir işsizin sözlerinde hiçbir mana ve değer gözetilemez. Saygınlığı yoktur. Saygınlık bile kuvvetten yanadır. Çekim yasasını içerir. İşçi ve işveren, uzman ve asistan ilişkilerinde bunu daha net görebiliriz. Yüksekte olanın itibarı altından değerlidir. Siz on parmağında marifet, keşfedilmemiş bir cevher gibi üstü örtülmüş haliyle kenarda statünüzün gelmesini beklersiniz. Sıra size geldiğinde araya başka biri girer ne olduğunu anlayamadan yine beklersiniz. Gün gelir bir işiniz olur, statünün biraz ucundan tutarsınız; ancak bu defa da aldığınız maaş evinizin kirasına yetse çocukların bakımını karşılamaz. Paranız yetse zamanınız kalmamıştır, bir bağımlısınızdır artık.

Buna özgürlük diyorlar. Bu defa da, nasıl bir özgürlükse çalışmak!

Statüyü kaptın… artık hiddetli bir baba, profesyonel ev hanımı ya da bunalımlı bir öğrenci değilsin. Şu güne şu gün, bir işin var… zamanın çoktu, statün yoktu; statün geldi, zaman kavramı bitti. Artık işleyen hızlı bir maratonun içine sürüklendin. Alt üstler, haklar, haksızlıklar, bildiğini söyleyen, söylediğini bilmeyen sözde usta öğreticiler, başka başka edindiklerin karşısında ters yüz olmuş şekliyle, etiyle kemiğiyle al sana statü… oysa benim hayalim bu değildi demeye başlarsınız. Evdeki sessizliği, huzuru arayanlar bile olur aranızda. Param yoktu ama mutluydum gibisinden. Şimdi koşturmanın değil, saniyede kaç yüz bin işi beraberinde taşıman gerektiğini gösterir insana statü.


Denedin gördün! Biri zaman veriyor boş dedikleri, diğeri saygınlık.

Etrafındaki insanların bile çoğaldığına tanık olabilirsin. Hatta davranışlarındaki değişikliği yüzüne vurulan tokatın ağırlığı gibi hissedebilirsin. Bana ne oldu? Sana bir şey olduğu yok! Artık adam yerine konuluyorsun şimdi, o kadar. Bundan önce yoktun… Kimse senin varlığınla ilgilenmiyordu. Neden mi? Birileri senin gücünü farketmeye başladı da ondan. Statü sen nelere kadirsin! Senin yasalarının yanında boynumuz kıldan ince…

Sanki bir ay parçası gibi yeniden doğdum. Alt tarafı bir işim oldu.

Mutlu muyum, bu iş bana göre mi, faydalı mıyım değil miyim? değil! Bir işim var ve beni kabul ettiler, toplum beni arasına aldı. Bir gelirim ve sosyal haklarım var, az buçuk idare ediyorum, biraz fazla çalıştırıyorlar. Eve, eşe, çocuklara zaman ayırmakta zorlanıyorum ama olsun mühim olan iş! Eğitim aldığım, uzmanlaştığım iş olmasa da olsun ne yapalım herkes her istediğini yapmıyor, yapamıyor bu ülkede?

İktisadi ve sosyal politikalar bu anlamda uğraşıyor, hatta işten başını alamıyorlar. Ne için! Sizin geleceğiniz olan çalışma hakkını sağlayarak yani maddi sıkıntı ve darlığın önüne geçmek, bireyin sosyo ekonomik özgürlüğü, psikolojik ve fiziksel sorunlarını en azamiye indirmek, sosyal hayat, düzenli bir yaşam, özgüven sahibi olmak ve tabi onun da getirisi yaşama sevinci… Aile refahını, iç huzurunu da hesaba katmış olmalılar ki istatistiklere bir bakın, sonuç ortada! Ben de düşündüm, emekli olana kadar çalışır, yaşlanır, oldukça tükenir ama hayata umutlu bakarım en azından. Üretmek güzeldir. Girişimcilik ruhum yok, benim olsa olsa bir köle ruhum olur. Bu yüzden uyum sağlamak zorundayım. Her şey statü için… Hem çalışmak güzeldir, iyisiyle kötüsüyle çalışmalı, kanaatkar olmalı insan… Daha iyi bir dünya yok, bundan iyisi can sağlığı… Hem yakınmaya da gerek yok.

image

İşe yaramaz zihniyetinden değişime!

Amaaan! falancanın kızı o işi beğenmemiş, oğlu maaşı az bulmuş işsiz kalmış vay hallerine… Gençlerin çalışmaya pek niyeti yokmuş anlayacağınız da… Şimdi gelin tüm suçu yükleyelim gençlere. Çözüm bulmak yerine biz hırslarımızın, önyargılarımızın, yanlışlarımızın yansıması olarak, onları da etkileyerek sürükleyelim ardımızdan. Çünkü yanlış da olsa doğru biziz. Biz hiçbir zaman yanlış olmadık ki! Gençlerin, işsizlerin, belki kendi kabuklarından çıkamayanların bir nedeni vardır.

Toplumun geneline bakılırsa ve oran ne kadar bu gibi insanların mutsuzluklarıyla doluysa bilin ki orada o insan suçlu değildir. Suçlu olan toplumun kendisidir. Her insanın yapabileceği, yapmaktan mutlu olacağı bir işi vardır. O kimsenin yetenekleri, seviyesi doğrultusunda yardımcı olmak toplumun yükümlülüğünde olmalıdır. Çünkü boşluktaki insan hata yapmaya meyillidir. Bir amacı olmayanın statü hayali olur mu? Olsa olsa topluma duyduğu öfkenin patlaması olur. Bu yüzden çevremizdeki insanlara ayrımcılık yapmak, statü ve küçümseme duygusunu gözlerine sokmak yerine, olabildiğince insanlara destek ve duyarlı olmayı sağlamak gerekir.


Toplumun genel yasalarına karşı tutumumuz da güçlünün değil; gerçekten haklı olanın yanında olsa idi, bugün dünyada adalet duygusu gelişir, biz de toplum olarak daha sağlıklı ve mutlu olabilirdik. Bunu değiştirmek de elimizde tabii… Hiçbir zaman geç değildir. Bugünden başlayarak, kendinize yön vererek, yeni neslin gelişimine, geleceğine ışık tutarak… ve o meşaleyle aslında tüm evreni değiştirebilirsiniz. Statünüz olmasa da radikal kararlar alarak hayatınızın rotasını yeniden çizebilirsiniz. Unutmayın, akıl statüden üstündür…

Toplumsal şizofreninin pençesinde miyiz?


Aylin İçsel
İnsanın en büyük pratiği kendi hayatıdır, derler. Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her doktrin muazzam mucizelerle dolu biz insanlara münhasırdır. Benimse en büyük meramım, derin bir insan sevgisi ve anlayışı, bütün insanlara duyulan kardeşlik ruhu; insanların mutabakat içinde olmaları, dünyayı daha iyi algılayıp, daha yaşanılır bir yer olmaya muktedir, düşüncelerin özgür, barışın ve insanlığın hüküm sürdüğü, çocukların mutlu yaşadığı bir dünya inancı ve de hayalidir. Yazmaksa, olup bitenler karşısında herkesin sesi olmak, kıyılardan geçip, sokağın en işlek caddelerinden dokunmaktır hayata... Yaşamın kendisine karışmak ve keşfetmek tutkusudur. Varoluşun en derin sebebidir yazmak...