Yardım çığlıklarını Ekşi Sözlük’te paylaşan gençlerin avukatı konuştu

İstismara uğrayan çocuklarla ilgili haberlere üzülürken, yürekli gençlerin tesadüfen şahit olması ve cesaretle sosyal medyayı kullanarak duyurması sonucu öğreniyoruz ki istismara uğrayan çocukların bulunduğu merkezlerden birinde, Kocaeli’nde bulunan bir rehabilitasyon merkezinde çığlıklar yükseliyor. Tesadüfen oradan geçmekte olan gençler yardım çığlıklarına sessiz kalmıyor ve olayı sosyal medyada duyurarak kamu baskısı yaratıyorlar. Şimdi o duyarlı gençler hakkında yürütülen bir soruşturma var.

Yardım çığlıklarına duyarsız kalmayan gençlerin avukatı konuştu!

Doğru olanı yapanın cezalandırıldığı ülke, Türkiye!

Çocuklarımızın hayati tehlikelerinin bu denli arttığı bir ortamda cesurca tepki gösteren bu gençlerin davası, aydınlığa çıkmamız için toplumumuzun hızla sürüklendiği yozlaşmaya dur dememiz için bir şeyler yapmak isteyen vicdanlı insanlar olarak hepimizin takip etmesi gereken bir dava. Bu nedenle gençlerin davasını takip eden Avukat Mehmet Nazım Gençtürk ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ne olmuştu: İzmit’te rehabilitasyon merkezinden ‘kurtarın bizi’ çığlıkları


Röportaj | Av. Mehmet Nazım Gençtürk

Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ederek, Pazar gününüzü bize ayırdığınız için teşekkürler. Olayı en doğru bilen kişi olarak size olay gününü sorabilir miyiz?

Ben de toplumun hassas olduğu konularda, salt haber yapmanın ötesinde, olayın meydana gelmesine sebep olan olguları incelemesi ve süreci de takip etmesi ile İndigo Dergisi‘ne bir vatandaş ve avukat olarak teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Aslında olay; gençler açısından basına yansıyandan çok da farklı değil. Ben kısaca basına yansımayan detaylarıyla beraber anlatmak isterim.

Evet, hatta basına yansıyan yanlış ya da yönlendirilmiş haberlerin de doğrusunu belirtebilirsek daha iyi olur.

Ne yazık ki bazı haberler elden ele ulaştıkça deformasyona uğrayabiliyor. Deniz ve Hakan, isimlerini vermekte de beis görmüyorum zira kendileri de bir suç işlediklerine inanmadıkları, yanlış yaptıklarını düşünmedikleri için bundan sıkıntı duymuyorlar. Onlar 20’li yaşlarda iki genç üniversite öğrencisi. O gün Hakan’ın babasının arabasıyla okullarına giderken, bir apartmanın havalandırma penceresinden 15-16 yaşlarında kız çocuklarının “Soyunma odalarında bile kamera olduğu, üzerilerine kapıların kilitlendiği, aileleriyle görüştürülmedikleri” minvalinde, özünde “imdat” olan yardım çığlıklarını duyuyorlar. Böyle bir yardım çığlığı duyan kimseden duyarsız kalmasını, başını önüne eğip, kulaklarını tıkayıp gitmesini beklemek en basit tabirle insanlıktan paye almamış olmayı gerektirir. Nitekim gençler arabalarından iniyor, durumu anlamaya çalışıyorlar. Çünkü değişik bir yer; site gibi, kapısında güvenlik var, Türk bayrağı var “devlet dairesi olabilir” diye düşünüyorlar ancak öte yandan tabela yok, bilebilecek durumda değiller. Güvenlikten bilgi almaya çalışıyorlar, güvenlik ısrarla “Gidin buradan. Burası özel bir kurum, özel bir yer, gizli bir yer” diyor. Gençler tatmin olmuyor, polisi arıyorlar. Yani bizzat kendileri polisi arıyorlar. Bu olayın ortaya çıkması, gençlerin de içine çekildiği soruşturmanın başlangıcı, gençlerin bizzat polisi aramasıyla oluyor. Bir sivil ekip otosu geliyor, gelen ekip içeri giriyor ancak çığlıklar kesilmiyor. Çocuklar hala pencereden yardım istiyorlar.

mehmet-nazim-gencturk-deniz-hakan-eksi-sozluk

Bu arada sanıyorum bu gençlere gitmeleri için de baskı uygulanıyor değil mi?

Tabii ki, inanılmaz bir rahatsızlık var. Sürekli “Gidin buradan” diyorlar. Gençler gelenlerin polis olduğundan emin olmak için tekrar 155’i arıyorlar, arabanın plakasını veriyorlar, teyit ediyorlar gelenlerin gerçekten polis olduğunu öğreniyorlar. Polis içeri giriyor çıkıyor, ancak çığlıklar devam ediyor. Polisin girip çıkmasına rağmen olaya müdahale olmadığını düşünüyorlar. Yapacak bir şey kalmadığını düşündüklerinden oradan ayrılıyorlar. Ancak basıp gitmiyorlar, hayatlarında hiç adliyeye girmemiş iki tane üniversite öğrencisi, suç duyurusunda bulunmak için adliyeye gidiyor. Burada bir savcıyla görüşüyorlar. O savcı başka bir savcıya yönlendiriyor, o savcıyı başka bir savcı arıyor ve nihayet kendilerine “her şeyin kontrol altında olduğunu, suç duyurusunda bulunmalarına gerek olmadığı” söyleniyor ve yollanıyorlar. Yine kafalarında soru işareti var ama yapabilecekleri başka bir şey de güvenmekten başka çareleri de yok. Biri part time çalışıyor işine gidiyor, öteki okuluna gidiyor.

Şimdi basına yansıyan ne? Çocuklar bu çektikleri videoyu internete koydukları için bu durum başlarına geliyormuş gibi yansıdı. Hayır, bu son aşama. Çocuklar yapacakları her şeyi yapıyorlar, güvenlikle olmuyor, polisi arıyorlar, gelen sivil ekibin polis olup olmadığını merkezden teyit ediyorlar, daha sonra savcılığa giderek suç duyurusunda bulunuyorlar. Çığlık duyan bir kimseden polisi aramasını beklersiniz ancak bu kadarını beklemezsiniz, ideal vatandaşlık örneği sergiliyorlar. Bu aşamaların hiçbirinde henüz sosyal medyaya yazılmış bir şey yok.

Bu çok yanlış bir algı olmuş. Ben de sosyal medyada önce sesleri duyulsun istediklerini sonra aradıklarını düşünmüştüm.

Savcılıktan çıktıktan sonra da internete hala yüklenmemiş. Ne zaman ki bindikleri araba Hakan’ın babasının arabası olduğu için plakadan Hakan’ın babasına ulaşıp gençlerin polis merkezine gelmesi gerektiğini söylüyorlar. O zaman yanlış bir şey olduğunu anlıyor gençler.

Herhalde gençleri teşekkür etmek için çağırmışlardır diye düşünmek istiyor insan…

Çok iyi niyetlisiniz, o dediğiniz belki Finlandiya gibi ülkelerde olabilir. “Oğlunuzun karakola gelmesi gerekiyor” diyorlar. Daha sonra öğreniyoruz ki kurum kamera kaydı yapıldığı için şikayetçi olmuş.

Süreç gençlerin aleyhine dönecek şekilde işliyor yani?

Gençler de “burada bir terslik var” diyorlar. “Kimse bizi dinlemedi yazılı şikayetimizi bile almadı, burada böyle ciddi bir olay varken bizden mi şikayetçi olunuyor, bu olay bize mi dönecek” diye tedirgin oluyorlar. Bu tedirginliklerini ve endişelerini internette paylaşıyorlar. O aşamaya kadar bir paylaşım yok, bu duruma dikkatinizi çekerim.

Yani gençler çözümü aslında olması gereken yerlerde arıyorlar, sosyal medyada değil?

Tabii ki. Başlangıçta kameraya çekmeleri de tedirgin olduklarından, belki bir caydırıcılık unsuru olabilir mi diye. Görüntülerde de var “İnternete koyacağız bunları Ekşi Sözlük’e koyacağız” diye. Hani orada süregelen adli bir olay var, kendilerine karşı da gitmeleri konusunda sert bir üslup var. Belki internete koymamızdan çekinirler de olayın sonlanması yönünde bir caydırıcılık unsuru olur diye düşünerek kayıt alıyorlar.

Sizin bu gençlerle yollarınız nasıl kesişiyor, önceden de avukatları mıydınız?

Söylediğim gibi bu gençlerin daha önce adli bir olayları olmadığından avukatla da işleri olmamış. Gerçi artık günümüzde en ufak bir duyarlılık, en basit bir eylem dahi birilerini rahatsız ettiğinden asgari düzeyde bir hak arayışının bile kişileri adli bir sürece sürüklediğini görmekteyiz. Gençler polis tarafından arandıklarını öğrendiklerinde durumu Ekşi Sözlük’ten paylaşıyorlar. İyi ki bunu yapıyorlar, bizim gençlerle yolumuzun kesişmesi de sosyal medyanın etkinliği sayesinde oldu. Ben de Ekşi Sözlük yazarıyım, gençlerin paylaşımını görünce, öncelikle kendilerine bu duyarlılıkları ve cesaretlerinden dolayı tebrik mesajı attım. Ancak olayın büyüyebileceğini öngörerek başlarına gelebileceklerle ilgili hukuki bilgi verdim ve avukat olarak yanlarında olduğumu belirttim. Sonraki süreci birlikte yürüttük. Kendi açımdan bu konuyla ilgili önemli bir çıkarımda yaptım. Birisi için yapabileceğin bir şey varsa “nasıl olsa birileri yapıyordur” diye düşünmeden girişimde bulunmak lazım. O gün Deniz’e yolladığım mesaj sayesinde iki güzel genç tanıdım ve onlar için çok daha zor geçebilecek süreçte yanlarında olmanın mesleki ve insani hazzını yaşadım. Sonrasında yaşanan sıkıntılarda da bunun ne kadar önemli olduğunu gördük.


Sonrasında ne gibi bir sıkıntı yaşandı?

Kolluk görevlilerinin yaklaşımı itibariyle sıkıntı vardı. Hukukta ‘Bilgi alma’ ve ‘Şüpheli sıfatıyla ifade alma’ dediğimiz iki farklı durum vardır. Bir olayla ilgili bilgi sahibi olanın, mesela olayın tanığının, bilgisine başvurulur ya da olayın şüphelisi olarak şüpheli sıfatıyla kişinin ifadesi alınır. Polis bu gençleri “bilginize başvuracağız” diye arıyor. Kolluğun benzer salvolarına defalarca tanık olmama karşın ben dahil ilk başta olumlu düşünmek istedik; “Demek ki bu olayla ilgili bir soruşturma süreci var, siz de bu olayın tanığısınız, sizden bilgi alacaklar ne güzel” diye ifade ettim. Hatta gençler “Gelmene gerek yok abi, ne gördüysek anlatacağız. Bir şey olursa ararız” dediler.

Gençleri korkutmak istemedim ama içime de kurt düştü. Bu nedenle polis merkezinde buluşmak üzere gitmeye karar verdim. Önce Hakan kendi isteğiyle arabasına biniyor, bilgisi için çağrıldığı polis merkezine gidiyor ancak tam içeri girecekken kendisine gözaltı işlemi uygulanıyor.

Bilgi vermeye giden kişiyi bırakın şüpheli sıfatıyla bile çağrılsa kendi isteğiyle polis merkezine kadar gelen bir kişiye gözaltı prosedürünün işletilmesinin hukuki bir izahı yok.

Polis bir kimseyi gözaltına aldığı zaman merkeze götürmeden önceki sağlık ve fiziki durumunun tespiti için kişi hastaneye götürülür. Bu biraz da kolluk zan altında kalmasın diyedir. Ancak polis merkezine zaten kendisi gelen kişi için rapor alınması gerekmez. Hakan tedirgin olup beni arıyor; “Korkuyorum” diyor. Benimle telefonda konuşurken “Babamı gördüm şimdi geliyor” diyor. “Tamam, baban da geldiyse sıkıntı yok, gidin hastaneye orada buluşuruz” diyorum. O sırada ne oluyorsa bir polis birden hiddetleniyor “Babanı mı bekleyeceğiz lan” diyerek zor kullanmaya başlıyor, diğerleri de ona eşlik ediyor. Telefonun diğer ucunda “Abi korkuyorum, korkuyorum abi bükme bileğimi, bükme kolumu bükme” seslerine ve tüm darp olayına sinirden titreyerek şahit oluyorum. Hatta eşimin telefonuyla sesleri kaydedebildiğim kadarıyla kaydediyorum. Tabii bazı basında “karakolda işkence” diye yansıdı bu, ama olayın aslı budur.

“Bu gençler kaçak değil!”

Şöyle diyebiliriz aslında “sert kullanarak” gereksiz bir şekilde yapılan bir gözaltı işlemi var. Öyle değil mi?

Evet, orantısız güç kullanarak ve usulde de hata yaparak polis göz altına alıyor. Polis kendi zan altında kalmamak için bu işlemi yaparken aslında devleti zan altında bırakıyor. Çünkü devlet tuzak kurmaz, devlet vatandaşına tuzak kurmaz. Bilgi alma diye çağırıyorsan onu göz altına almayacaksın ya da göz altı işlemi varsa gideceksin göz altına alacaksın.

Bu gençler kaçak değil! Polisi arayan kendileri, kendi ayaklarıyla gidip adliyeye, savcıya ifade veren bunlar. Çektikleri videoları savcıya bizzat izleten de bunlar. Bir telefonla “Tamam geliyorum” diye atlayıp, işini gücünü bırakıp tekrar karakola giden bunlar. Polis merkezi kapısında karga tulumba gözaltına alıyorsan, burada işgüzarlık, zafiyet ve kötü niyet vardır diye düşünmek zorundayız biz.

Çocukların ailelerinin tavrı nedir? “Aman evladım niye karıştın” diyen aileler mi?

Yok hiç öyle değiller çocuklarını desteklediler, sonuna kadar çocuklarının arkasındalar.

Aslında burada çocuklarımıza verilen eğitimin önemini de görüyoruz değil mi?

Gerçekten öyle, yani anne babanın duruşu çocuğa da yansıyor. Anne babanın fikri, nasıl cesur yetiştirdikleri çocukta da ortaya çıkıyor. Çocuğa doğruyu yapması gerektiğini, doğruda ısrarcı olmak gerektiğini öğretmek önemli.

Gençler duydukları çığlıklara duyarsız kalmama ve başlarını öne eğip kulaklarını tıkamama suçuyla yargılanıyorlar!

Gençler nasıl bir suçlamayla karşı karşıyalar, onları nasıl bir adli süreç bekliyor bizi bilgilendirir misiniz?

Şimdi adli süreçten, hukuki süreçten önce toplumun yozlaşması yönünde tehlike oluşturan bu tip soruşturmaların alt metnini oluşturan olgudan bahsetmek isterim. Aslında gençler duydukları çığlıklara duyarsız kalmama ve başlarını öne eğip kulaklarını tıkamama suçuyla yargılanıyorlar. Yani bugün bir kadın “imdat” diye bağırırsa, bir çocuk cinsel istismarına tanık olursam, bir hukuksuzluğu, haksızlığı fark edersem; aman başım belaya girmesin, aman acaba bu iş bana döner mi, aman beni şahit yazarlar mı diye korkan ve çekinen bir toplum yaratılması bunun en tehlikeli sonucudur. Zaten özellikle çocuk istismarı ve kadına şiddet olaylarının mağdurları sindirilmiş ve sineye çekmeye zorlanmış kişiler. Bir de bunlara tanık olanların kendilerini susmak zorunda hissetmeleri toplumun yozlaşması ve hissizleşmesinin etkin bir unsurunu oluşturur.

Gençlere hangi gerekçeyle soruşturma açıldı?

Peki bu şekilde belirtilemeyeceği için hukuken ne deniyor, gizliliğe ihlal nedeniyle mi gençlere soruşturma açılıyor?

Türk Ceza Kanunu Madde 334 ve 336’da belirtilen suçlardan yargılanıyorlar, nedir bunlar? Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasının yasaklandığı niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgi ve belgeleri temin etme 334, yayma 336. Yani aslında bu gençler internete görüntüyü koymasalardı dahi temin ettiklerinden bu gençlerin hakkında soruşturma başlatılacaktı. Bu konu da sanki sosyal medyaya koydukları için soruşturma geçiriyorlar gibi yansıdı basına. Bu gençler her türlü bu fail konumuna getirileceklerdi. Ancak çektikleri videoyu sosyal medyaya koymasalardı üstünü kapatmak kolay olacaktı, bu gençler sahipsiz kalacaktı, cezalandırılmalarının önü daha açık olacaktı. Bu sayede birilerinin onlara destek olması, kamuoyunun aydınlanması ve benzeri kurumlar açısından da bir çeki düzen verdirtme aracı olması açısından önemlidir.

Bu maddeler çocukların durumuyla bağdaşmayan ilginç maddeler. Bizim ceza kanunumuzda suçu düzenleyen her maddenin bir de ayrıntılı gerekçesi vardır. Kanun koyucunun “biz bu kanunu neden getirdik, ne şekilde uygulayacağız kapsamı nedir” diye uygulayıcıya yardımcı olması açısından düzenlenen bir alt metin diyebiliriz. Bu madde gerekçelerinde parça parça hatırladıklarımı söylüyorum: “Vatandaşın haber alma hak ve hürriyeti kısıtlanamaz. Vatandaşın haber alma hürriyeti, gizli kalması gereken kısım kapsamına girmez” diyor. Vatandaşın bilgi alma hak ve hürriyeti kısıtlanamaz diyor. Devam ediyorum: “Suç olgusuna ilişkin bilgi ve belgeler bir hukuk toplumunda hiçbir suretle sınır altına, gizlilik altına alınamaz.” Burada bir suç olgusu var. Açık ve net! Ben bir suçun olup olmadığını bilebilecek durumda değilim. Ben camdan “İmdat polis, beni kurtarın” diye bağıran 15 yaşında bir kız çocuğunu biliyorum. Benim gördüğüm tek sahne bu, onun arka planında suç var mı, suç varsa kim işliyor, bu suç mu değil mi, biri şaka mı yapıyor, film mi çekiyor ben bunu bilebilecek durumda değilim.

Suç belirtisi varsa vatandaşın yetkili makamlara bildirmesi, anayasal bir yükümlülüktür.


Polis vazife ve salahiyet kanununda da yazar bu polis imdat sesini duyduğu anda her yere girer, imdat sesini kesmek, olaya müdahale etmek zorundadır. Bu aynı zamanda vatandaşlık görevidir. Suç teşkil eden bir fiilin işlendiğini öğrenen herkesin yetkili makamlara bildirimde bulunmaları anayasal bir hak ve ceza mevzuatımızdan kaynaklanan bir yükümlülüktür…

Röportajın devamı: Yardım çığlıklarını Ekşi Sözlük’te paylaşan gençlerin avukatı konuştu

  • Gençleri ödüllendirmemiz gerekirken, neden yargılıyoruz?
  • Rehabilitasyon merkezinin tabelası olmaması doğru mu?
  • Rehabilitasyon merkezinde kimler görev yapar?
  • Peki çocuk istismarı var mıydı?
  • Bu parti üstü bir konu ama şu anda yaftalanan kim?

1. Bölüm: Yardım çığlıklarını Ekşi Sözlük’te paylaşan gençlerin avukatı konuştu

2. Bölüm: Türkiye’de gelinen nokta – Yardım dileyen çocuklar!

3. Bölüm: Türkiye’de hukuk ve adalet sistemi nereye gidiyor?


Sabiha Topallar
'Sen neye hazırsan o'da senin için hazırdır' düsturunu benimsedi 'bu yaştan sonra olur mu' 'hem çalışıp hem sanat olur mu' 'yorulursun nasıl yapacaksın' gibi bahanelere, dayatmalara güldü geçti. Sanatı, en çok Tiyatro'yu ve Edebiyat'ı sevdi öte yandan sevdiği her konuda hayatı deneyimlemeye and içti... Oyuncu, öğretmen, eğitmen, konuşmacı, yazar, yaratıcı drama lideri, aşçı, seyyah oldu zaman zaman tutkularından birine kapılıp gidiyor, hayat yolculuğunda biriktirdiklerini sadece arkadaşlarıyla paylaşmanın bencillik olduğunu düşünüp sözcüklerden yüreğinize yol yapmak istiyor... En önemli yolculuğun kendine yapılan yolculuk olduğunun farkında ham'dı pişiyor bir gün yanıp o yere varma özlemiyle yüzleşmeler yaşıyor sizi sevgiyle selamlıyor...