Avrupa insanının hayatı yaşayış biçimi, aile hayatlarına da çocuk yetiştirme biçimlerine de yansır. Aileler çocuklarının kendi yollarını çizen bireyler olarak yetişmesi konusunda oldukça fazla özen gösteren bir yapı sergilerler…
“Çocuklar sizin çocuklarınız değil, onlar kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayın…”
Lübnan asıllı ressam filozof Halil Cibran’ın bu dizeleri beni her daim etkilemiştir. Kendisi bir Ortadoğulu olsa da aslında Avrupa’daki aile yapısını oldukça açıklayıcı bir biçimde dizelerine taşımıştır. Avrupa’da aileler çocuklarının kendi yollarını izleyen bireyler olarak yetişmesi konusunda oldukça fazla özen gösteren bir yapı sergilemektedirler.
Avrupa insanının hayatı yaşayış biçimi aslında aile hayatlarına da çocuk yetiştirme biçimlerine de yansımaktadır. Bu insanlar hayata romantik yaklaşırlar, onların yaşam enerjileri hayatlarında çok büyük öneme sahip olduğundan her daim harika olan anları deneyimleme isteği ile dolu olurlar. Bu da bir Avrupalının “ihtiyaçlarımın karşılanması yeterli, mutlu olayım başka da bir şey istemem” mottosuna sahip olmasını sağlar.
Örneğin; Bu bakış açısına sahip olan bir Alman aile, çocuğu üniversiteden mezun olduktan sonra bir an önce üniversiteye gitmesindense iki yıl boyunca; hem hangi mesleği istediğini kendisinin keşfetmesi, hem de deneyim kazanabilmesi adına, çocuklarının başka ülkelere seyahat etmesini ve ufak çapta da olsa işlerde çalışıp hayatın keyfine varabilmeleri adına desteklerler.
Ayrıca Avrupa’da kültürlü olmak başlıca önceliklerden biridir. Onlar kendilerini sanata ve felsefeye adarlar. Ortalama bir Avrupalı sizinle Rönesans dönemi ile ilgili de sohbet edebilir, hiç beklemediğiniz bir an da Shakespeare soneleri de okuyabilir. Bu yüzden de çok küçük yaşlardan itibaren çocukların mutlaka bir keman viyolonsel ya da piyano eğitimi aldığını görebilirsiniz. Hatta durumu iyi olmayan ailelerin bile hayatlarında başka taraflardan kısıp iki çocuğunu da viyolonsel için özel derse gönderdiğine şahit olmuşluğum vardır.
Para onlar için amaç değil araçtır. Çalışmak için yaşamazlar, yaşamak için çalışırlar. Her birey kendi parasını kendisinin kazanmasını daha küçük yaştan öğrenir. Zengin aileler bile çocuklarını paraya boğmazlar. Örneğin; aileler özel günlerde bile çocuklarının istedikleri oyuncakları değil, gerek gördüklerini onlara hediye ederler. Bir çocuk o oyuncağı istiyor ise onu alabilmek için kendi yollarını bulmayı öğrenmesi gerekmektedir.
Avrupa insanının çocuklarından istedikleri tek şey; sağlıklı mutlu, kendi ayakları üzerinde durabilen, özerk bağımsız bir kişilik geliştirebilecek potansiyele sahip olan bireyler olabilmeleridir. Bu yüzden de hayatın tüm zorluklarını erken yaştan itibaren deneyimleyebilmeleri adına çocuklarına her türlü yaşam koşullarını sunarlar. Çocuklar kış- yağmur – çamur demeden sokakta da dolaşabilirler, sümükleri de akar düşer dizleri de kanar fakat bunların hiç birinde anne ya da baba müdahale etmez çünkü hayata sıkı sıkı tutunan bireyler olabilmeleri için o çocukların daha erken yaşlarda düştükleri yerden bir avuç toprak ile kalkabilmeyi öğrenmeleri gerekir.