15 Temmuz 2016 Cuma saat: 22:22
21. yüzyılın bu sıcak ve bunaltıcı gününde bir darbe olma ihtimalini kimse öngörmüyordu. Yani “darbe” bize çok uzak bir kavram gibiydi…
21. yüzyılın bu sıcak ve bunaltıcı gününde, bakkaldan aldığım limonatayla televizyon karşısına oturdum ve bir yandan da telefonumu kurcalamaya başladım. Boş boş oturup, haberleri vb. okumayı çok severim. Her neyse, tam da bu esnada internette bir haber gördüm. “Jandarma, Boğaziçi Köprüsü ve FSM köprüsünü trafiğe kapattı”
Saçmaydı. İstanbul’un can damarları olan bu köprüler, İstanbul’un merkezindeydi. Yani Jandarma ile herhangi bir şekilde alakası yoktu.
Darbe ihtimali bize çok uzak bir kavram gibiydi…
Aklıma hemen “darbe” geldi. Durumu anlamaya ve teyit etmeye çalıştım ama sorduğum herkesin tepkisi “yahu, olur mu oğlum, ne saçmalıyon” türündeydi. Evet, 21. yüzyılın bu sıcak ve bunaltıcı gününde bir darbe olma ihtimalini kimse görmüyordu. Yani “darbe” bize çok uzak bir kavram gibiydi.
Bir darbe oluyorduysa eğer, televizyonlardan da bu olay yayınlanmalıydı. Çünkü Cuntacı Vatanseverler(!), yaptıkları pisliği yaymakla da mükelleftirler!
Aklıma eski darbeler geldi, TRT’yi açtım hemen. “Yine de şahlanıyor aman kolbaşının yandım da kırat’ı” türküsünün modası çoktan geçmemiş miydi? Artık şarkılarda, artık türkülerde kolbaşına sorgusuz bir sevgi yok ki. Neyse dedim, neyse…
“Ya canını alırız ya da oku!”
Güzel ve hoş bir kadın, haber saati olmayan bir saatte, geçmişti ekranlar karşısına, üzerinde mavi bir ceketle. Yüz ifadeleri çekti önce dikkatimi. Baskı altındaydı, belliydi. Bir insan baskı altındayken bile nasıl bu kadar “baskı altında olduğunu” gösterirdi, bilemiyorum. Ya da zaten belliydi silah karşısında konuşmanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğu…
Büyük ihtimalle şöyle söylemişlerdi kızcağıza:
Oku! Yaratan rabbinin ve şu anda yönetimine el koyduğumuz devletimizin adıyla: Oku!
Ve o saatten sonra yapacak hiçbir şeyi yoktu. ‘Ya canını alırız ya da oku!’ derlerse ben de okurum sonuçta. Ama sonra da onlara derim ki:
“Bakın, ben okudum ama okumak istediğim şeyin tam tersini okudum. Yüz ifademden de anlamışlardır zaten beni izleyenler, ‘Dil ile ikrar, kalp ile tasdik’ ettirmeniz için, silahtan başka bir şeyi tutmanız gerekiyor elinizde kılavuz olarak, mesela ‘akıl’ gibi…”
21. yüzyılın bu sıcak ve bunaltıcı günü daha da bunalttı beni. Bir kadına hiç kimse silah tutarak “oku” dememeliydi. Vicdana da tersti, ahlaka da! Biri buna “DUR!” demeliydi.
Düşündüm. Ne yapmalıydım. Önce bakkaldan aldığım limonatayı fondipledim, bunaltıcı geceye inat. Sonra, “niye geldik ki bu dünyaya, bir kadına silah doğrultacak kişileri lanetleyemeyeceksek!” dedim. Ha bir de “darbeler” bir nesli darbeler! 80 Darbesi hala silinmemiş, büyüklerimizin zihninden, zihnimi de ben kontrol edemeyeceksem, niye yaşıyorum ki kardeşim! Ben demokrasiye inanıyorum, şu dünyada inandığım tek şey demokrasi, bunun için de direnmeyeceksem, ne zaman direneceğim dedim kendime. Konuştum bildiğiniz, kendimle.
Asker nasıl yönetime el koyabiliyor?
Ha, bu arada ‘askerin yönetime el koyması‘ tamlaması üzerine de düşündüm biraz. Asker nasıl yönetime el koyabiliyor? Öncelikle asker, askeri yönetir. Milletin yönetilme şekli ise zaten ‘demokratik’ denilerek anayasamıza konmamış mıdır? Fakat içinde bulunduğumuz demokraside, meydana gelen aksaklıklar dolayısıyla askerin; insanları, ‘emir verdiği bir asker‘ gibi yönetmesine bir vatandaş olarak ben tahammül edemem!
Ya anayasadan ‘demokratik’ kelimesini çıkaracaksın ya da askeri, içinde bulunduğu bu rezil ortamdan çıkaracaksın. Yani asker derken burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Bu darbeyi yapan azınlıkta ve cemaatimsi yapıdaki bir “cuntadan” bahsediyorum.
Az demokratik ve sivil bir yönetim mi; yoksa hiç demokratik olmayan askeri bir yönetim mi?
Evet, darbe oluyordu. Ne yapılırdı ki la darbe olunca. Ben daha 25 senelik şu ömrümde askeri bir darbe görmedim ki. Ve benim akranım milyonlarca kişi de görmemişti, darbe denilen rezaleti. İnsan, görmediği şeyden çok korkar, ama bir de anlatılanlar vardır. O anlatılanlardır asıl bizi korkutan…
Bizi korkutamayacaklar! Bizi yıldıramayacaklar! Ben bu darbeye “dur!” demezsem eğer, çocuklarıma darbe travmalarımı mı anlatacaktım? Benim ya da bir başkasının, çocuklarına darbe hikayesi anlatması ne kadar da saçma bir durum. Oğlum, evladım, bak sana şöyle anlatayım: “2016 yılında, darbenin ne demek olduğunu bilmeyen bir neslin çağında, bize darbe yaptılar, bizim sokağa çıkmamızı yasakladılar ve biz de sokağa çıkmadık, sorgulamadan bir emre, ölümüne hem de, itaat ettik” desem, utanmaz mıydım çocuğumun gözlerine bakarken?
Utanırım dedim içimden
Darbeye dair izlediklerimden, okuduklarımdan anımsadığım kadarı ile “Cunta’nın evlere yaptığı baskınlarda, en ummadığınız bir kitap, evet evet, bir kitap bile başınıza çok büyük belalar açar” derlerdi. Evde bir koli buldum. Kitaplarımı ona doldurdum: George Orwell – 1984 anarşik misin la sen? Asi bu kesin, kellesini kesin! Emrah Serbes -Hikayem Paramparça, bak bu olabilir, zira biz hikayelerinizi paramparça etmek için geldik yatak odalarınıza! Reşat Çalışlar – Arabesk Anarşi, bu tam anarşik çıktı Rıza baba, hem arabesk hem de anarşi, hiç çıkar yolun yok. Sait Faik – Mahalle Kahvesi. Mahalleye çıkmak yasak, sokağa çıkmak yasak, sen nasıl Mahalle Kahvesi diye bir kitap okursun lan! İhsan Oktay Anar-Puslu Kıtalar Atlası, bak bu meşru olabilir, ismi hoşuma gitti, çünkü biz de severiz puslu havaları. Nazım Hikmet – Yazılar 6. Altı tane var bu kitaptan komutanım, Hem “Nazım Hikmet”, hem “yazılar”, hem de altı tane öyle mi? Altı senede çıkarsan içeriden, iyi…
Bugüne kadar hep karşı çıktığım dini tandanslı bir grup, beni, vatanımı, vatandaşımı öldürecekti. Birini öldürmeyi göze alacaklarsaydı eğer, bunun karşılığını da elbette alacaklardı. Ama nasıl? Onların yaptığı gibi değil elbette. Sivil direnişle.
15.07.2016 Cuma
21. yüzyılın bu sıcak ve bunaltıcı gününde, bakkaldan aldığım limonata ile keyif çatmak isteyen beni de sokağa çıkardınız. Helal olsun size!
**