Haydi, 80 yıl geriye gidip hikayeyi tekrar yazalım… Atatürk nefretiyle büyüyen neslin de Atatürk’e sahip çıktığını ve Atatürk’ü okuyup anlamaktan ziyade putlaştıranların gerçek Atatürk’ü keşfettiğini farzedelim. Nasıl bir Türkiye resmi çıkıyor ortaya?
“Ömrüm Atatürk’ü eleştirmekle geçti. Şimdi ben ve samimi İslamcılar şunu gördük: Atatürk olmasaydı Afganistan olurduk…” Levent Gültekin
Analitik düşünce ile Atatürk ve Türkiye
Bir bütünü oluşturan parçalar arasındaki ilişkileri göz önüne alarak, dikkat ve mantıkla uygulanılan sistematik düşünce tarzına “analitik düşünce” denir. Bu düşünce sonucu ortaya çıkan görüş, sorunun bir sonraki adımları da hesaplanmış olacağı için, uzun süre geçerli ve tutarlı olur. Analitik düşünürken duygular değil zeka kullanılır.
Ne var ki insanlar duygularıyla yaşar. Duygusal olarak alınan karar sadece o kişiyi ilgilendiriyorsa sorun yoktur. Çünkü kararı alan sorumluluğunu da üstlenir. Ama aynı duyguda birleşen bir grup insanın aldığı ortak karar hiç bir soruna çözüm olmaz. Sadece o grubun intikam, nefret ya da kıskançlık gibi duygularını tatmin eder.
Analitik düşünce eğitimle gelişir, yani okullarda öğretilmelidir. Fakat ülkemizdeki sosyal sorunlarının çözülmesi bir yana daha da derinleşmiş olması, bu düşünce tarzının akademisyen ve aydınlar tarafından bile anlaşılmadığını gösterir.
Olaylar ve kişiler zamanın ve coğrafyanın şartlarına göre değerlendirilmelidir. Olması gereken ile olabilme ihtimali olan her zaman aynı olmayabilir. Ya da olması gerekenin henüz zamanı gelmemiştir. Böyle düşündüğümüzde, analitik düşüncenin en güzel örneklerini sergilemiş Atatürk’ü daha iyi anlayabiliriz.
Kendisinin de dediği gibi hiçbir şey değiştirilemez değildir. Çünkü fikirler gelişmedikleri zaman yenilikçi yanlarını yitirirler. Zaten bu yüzden de hala çağdaştır Atatürk.
Düz mantık
“Gerçekler acıdır, biber de acıdır, o zaman biber gerçektir” gibi absürd çıkarımların yapılabileceği, muhakeme ve sorgulama kullanılmadan izlenilen düşünce yoluna da “düz mantık” denir. Düz mantık söz oyunlarının çok olduğu toplumlarda sıkça görülür ve biraz da zeka yoksunluğu olarak algılanır.
“Atatürk Türkiye halkına “Türk Milleti” demiştir, o zaman Kürtleri dışlamıştır.” “Atatürk zamanın din adamlarına sert davranmıştır, o zaman Atatürk din düşmanıdır.” “Atatürk öldükten sonra putlaştırılmıştır, putlaştırmak kötüdür, o zaman Atatürk de kötüdür.” Tüm bunlar insanların Atatürk’ü sevmemek, hatta nefret etmek için kullandığı düz mantık örnekleridir.
Atatürk nefreti
Ülkemizde birçok aile, kendi duygusal çıkarımları ve sahiplendikleri ideolojilerin gereklerinden etkilenerek çocuklarını Atatürk nefretiyle büyütmüştür. Laikliği ve millet mevhumunu güçlendirerek, yıkılmakta olan imparatorluktan yeni ve modern bir ülke kurmayı başaran bir insan, doğal olarak herkesi memnun edemeyecektir.
Bu yüzden Atatürk’ü sevmeyenlerin genelde muhafazakar ve Türklük’ten farklı bir etnik kökenden gelmesi pek tesadüf değildir.
Oysaki Atatürk’ün kullandığı “Türk” kelimesi ırkçı bir söylem içermez. Yüzyıllardır beraber yaşayan bu mozaik toplum nasıl sadece bir ırktan ibaret olabilir?
Doğuda yaşayan halkın çektiği acılar ve uğradığı haksızlıklar sonucu içinde olduğu ruh hali gayet anlaşılabilir bir durumdur. Peki ama haklı sebeplerle hissettiğimiz duyguların etkisindeyken aldığımız kararlar doğru ve haklı olabilir mi?
Dini kendi istedikleri gibi yorumlayan yobaz ve cahil din adamlarını bertaraf etmek Müslümanlığın korumak, Laiklik ilkesi ise dinin politikaya ya da ticarete alet edilmemesi içindir ki bu ilkenin gerekliliği bugün çok daha iyi anlaşılmıştır.
Atatürk, kendi dini inancı ne olursa olsun, ülkenin çoğunluğunun benimsediği Müslümanlık dinini yüceltmeye çalışmıştır.
Öte yandan Atatürk’ü putlaştırarak ya da “Türk” kelimesini faşist söylemlerinde kullananlar bu nefretin büyümesinin sebebidir. Birçok ideolojik grup Atatürk’ün söylemlerini çarpıtarak kullanmış ve bu şekilde Atatürkçülük zarar görmüştür.
Aslolan “Vatan”
Ölümünden on yıllar sonra yapılan tartışmalar, Atatürk’ün nasıl bir insan olduğunu ya da neler yaptığını değiştirmez ve Atatürk’ün inancı, özel hayatı veya hobileri herhangi bir ideoloji ya da fikri ilgilendirmez.
Atatürk sadece ait olduğu kültürü çok sevmiş ve ülkesini geliştirme isteğinde son derece kararlı olmuş bir “insan”dır. Başarılı olmadığı durumda “vatan haini” olacağını bilerek bu işe kalkışması, ülkesini ve ülkesinin insanını ne kadar çok sevdiğini gösterir zaten.
Atatürk dönemin ve toplumun şartlarına göre farklı söylemlerde bulunmuş olabilir. Ancak emperyalizme karşı gelerek, bağımsız ve güçlü bir ülke kurmayı amaç edinmiş ve bu amacını gerçekleştirebilmiştir. Ki böylesine büyük bir emelini başarıyla gerçekleştirmiş çok az insan vardır.
Atatürk’ün dediği gibi bir toplum için önemli olan “vatan”dır; etnik kimlik ya da din değil. Bugün bile, her şeye rağmen, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasında en önemli birleştirici unsur Atatürk sevgisi ve O’nun “Ne mutlu Türk’üm diyene“ diyerek oluşturduğu “millet” olmanın verdiği güçtür. Ve bu güç ancak Atatürk nefreti büyütülerek kırılır.
Aziz Nesin haklı olabilir mi?
15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren kendini Atatürkçü olarak tanımlayanlar ve laiklik ilkesini savunanların sayısında ciddi bir artış görüldü.
Fakat zamanın şartlarına ve rüzgarın esme yönüne göre elbise değiştirir gibi bir anda “Atatürkçü” ilkeleri sahiplenmek, gerçek Atatürkçülük değildir.
Gerçek Atatürkçü O’nun fikirlerini içselleştirebilmiş olandır. Çünkü Atatürkçü olmak en başta okumadan, anlamadan ve sorgulamadan hiç bir ilkeyi kabul etmemeyi gerektirir.
“Bazı” politik partiler, ‘Yetmez ama Evet’çiler, Akil Adamlar, liberaller, komutanlar, cemaatçiler vs. yanıldıklarını artık halktan saklayamadıkları zaman ortak bir mazeret kullanır: “Kandırıldık, iyi niyetimizin kurbanı olduk…” Böyle bir savunma şu ana kadar hiç bir gerçek Atatürkçü’den duyulmamıştır. Atatürkçüler her zaman Atatürkçü kalmış, Atatürk ilkelerini benimsedikleri için pişmanlık duymamıştır.
Atatürk’ü ders kitaplarından çıkaran, 10 Kasım’larda saygı duruşunda bulunmayı zül gören, milli bayramları kutlamayan, Atatürk ismini tabelalardan sildiren bir zihniyetin aniden Atatürk’e sahip çıkması hiç samimi değil.
Bu durum önümüze iki muhtemel sonuç çıkartıyor: Ya Türk Milleti’nin çoğunluğu kurnaz ve çıkarcı, ya da rahmetli Aziz Nesin bu halk üzerinde yaptığı analizde son derece haklı.
Atatürk yaşasaydı
Şimdi filmi geri saralım. Herkes onca zorluklarla ve her kesimden vatandaşın emeğiyle kurulmuş bu vatanın kıymetini bilmiş, içinde büyüttüğü kin, ukte ya da intikam gibi duygularının hesaplaşmasından vazgeçmiş. Aileler çocuklarını Atatürk ilkeleriyle yetiştirmiş.
Bu çocuklar emperyalizme karşı çıkan, eğitime ve bilime yatırım yapan, muhakeme ve sorgulamayı yücelten, dini devlet işlerine karıştırmayan, kadını erkek ile eş değer gören, yerli malı kullanmaya gayret eden, köylüyü milletin efendisi sayan bir nesli oluşturmuş… Nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?
Atatürk’ün yaptıklarını görmeyip yapmadıklarına takılanlar, bugün kendilerinin ya da savundukları ideolojilerin neler başarabilmiş oldukların gözden geçirmelidirler.
Ülkemizin bugünkü duruma gelmesinin en büyük sebebi Atatürk ilkelerine sahip çıkamayışımızdır. Bu yüzden senaryo yukarıdaki gibi yazıldığında ortaya çağdaş, güçlü ve özgür bir Türkiye tablosu çıkacaktır.