Vapurları terk eden martılar

‘Çöplerdeki yemek artıkları uğruna vapurdan atılan simit parçalarını terk eden martılar ile alışveriş merkezleri ve süpermarketlerin esareti altına girip esnafı yok olma aşamasına getiren insanlar ne kadar da birbirlerine benziyor aslında…’

Vapurları terk eden martılar

Kadıköy iskelesinden vapurlar kalkar. Bir taraftan Eminönü, Karaköy ve Kabataş seferleri yapılırken öteki taraftan Beşiktaş ve Adalar seferleri yapılır

Vapurlar hareket ettiklerinde üstlerinde martılar peyda olur. Aslında bu martılar, nafakaları peşinde koşan işçilerdir bir yerde. Bir vapur günde 20 sefer yapıyorsa onlar da vapur ile birlikte 20 sefer gidip gelirler.

Nafakaları ağırlıklı olarak yolcular tarafından kendilerine doğru fırlatılan simit parçalarıdır. Tabii bazen kısmetlerine açma, poğaça, hatta ekmek parçaları bile denk düşer.


Yolcular da martılar da mutludur bu yolculuk yoldaşlığından.

Amma velakin değişir dünya. İskeleler ve vapurlar da değişir. Küçük iskele büfelerinin yerine kocaman lokantalar gelir. Yemek kokuları ve artık yiyecekler ile dolu çöpler, martıların aklını çelmeye başlar.

Hazır burası yemek doluyken niye koşalım ki vapurların peşinden derler. Zaten laf aramızda yeni vapurları da pek sevmemişlerdir.


Vapurları ve onlara simit atma hevesi ile vapura binmiş yolcuları terk ederler

Vapurları terk eden martılar, kolay yoldan doymayı tercih etmişlerdir eskinin naifliği yerine. Çünkü kapitalist sistem oraya kadar ulaşmış ve akıllarını çelmeyi başarmıştır. Ama yine de kızmayalım martılara. Bizim de onlardan pek farkımız yok hani. Günümüzün martısı da günümüzün insanı gibi işte.

Hiç düşündük mü küçük esnafı nasıl bitirdiğimizi? Alışveriş merkezleri, süper marketler açılınca nasıl da unuttuk bakkalı, manavı, esnafı…

Bu sistemde kolay olanı seçmemiz dikte ediliyor bizlere. Ve bu dikte, bizim de işimize geliyor. İşte böylece bir ruh yok olup gidiyor. Yeni neslin romantiklikten uzak ruhsuz martıları ile sistemin tatsız, tuzsuz ve olabildiğine yavan bir şekle soktuğu insanın, yani bizlerin pek de farkı yok aslında.


Biz de robotlaşmış, kolaycı ve uyuşuğuz. Mevzu bahis ne olursa olsun, nitelik ne kadar düşerse düşsün, kolay ise tercih edilmesi kuvvetle muhtemel. Zor olan ise emeğin ve adanmışlığın güzelliklerini keşfedebilmekte, yani vapurun peşinden uçup simidin parçasını havada yakalayabilmekte.

Kendini bulmak: Yapay mutluluklara saklanmadan yaşamak

Ben Kapitalizmim: Siz hangi Tanrı’dan bahsediyorsunuz?

Kapitalizm: Özgür Kölelik


Çağrı Gırlangıç
14.03.1985 tarihinde Kadıköy'de dünyaya geldim. Kadıköy'de doğdum, Kadıköy'de büyüdüm. Yazma sevdası içime düşünce önce 2 roman yazdım, sonra da sinemaya dair yazılar yazmaya başladım. 2011'in başından beri bloğum cagrigirlangic.blogspot.com da 500'ü aşkın filme dair yazdım. Hala da devam ediyorum. Sonra metin yazarlığı yapmaya başladım ve yazarlık mesleğim haline geldi. Yazımına devam ettiğim Türk Sinema Tarihi Ansiklopedisi, emek ve zaman isteyen bir proje. Sabırla yazımına devam ediyorum. Bir sinema yazarı olarak yazmaya başladığım, sonrasında ise deneme, gündem, kritik, yaşam ve kişisel gelişim yazıları yazmaya başladığım İndigo Dergisi ise hem beni geliştiren, hem de bir parçası olmaktan haz aldığım yer.