Alışıyordu insan, ölene alışıyordu ve gitgide ölüme alışıyordu. Nasıl olsa ölüm çok da uzak değildi. Nasıl olsa ölüm zengin fakir ayırt etmeden herkese misafir olan, nevi şahsına münhasır gerçeklerden biriydi.
Kaybolan mahalle: Fahri abinin hikayesi
Yazacak bir şeylere ihtiyacım var diye düşündü Salih. Aslında yazacak bir şeylerden daha çok, içinde var olan şeyleri yazmak için ihtiyaç duyduğu şeyler vardı. Bazen kelimeler bile bazı şeyleri anlatmaya yetmiyordu. Dil ister istemez var olan kalıpların içine sığmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Mahallenin köşesi diye tabir ettiği yerde, koca bir salkım söğüt ağacının dibine birkaç masası ile ilişip kalan yılların kıraathanesi, şimdilerin tabiri ile kahvesinin sahibi suskun Fahri abinin ansız gidişinden sonra kapanmıştı. Mahalle kıraathanesiz, mahalle Fahri abisiz kalmıştı. Belki de yıkılmaya yüz tutmuş olan hatta yıkılan mahalle kültürünün son simgeleri de böylece toprak altına girmişti.
Üzgündü Salih. Ara sıra gidip çay kahvenin yanında yapılan simit ve poğaça keyfinden mahrum kalmasından ziyade, bazen gazeteleri, bazen haberleri küflü tütün kokuları arasında okumanın verdiği rehavetten mahrum kalmış olmanın verdiği hüzünden ziyade Fahri Abi’nin gidişine üzülmüştü.
Suskundu Fahri abi.
Yalnız konuşan, nicelerinden konuştuğunu zannedenlerin çoğundan daha çok şey söylerdi o suskun hali. Dünyaya, dünyanın insanlarına sırt dönmüş, sırtını dönmekle kalmamış öylesine dilini de kapatmıştı. Meğer gizliden ne işler yapmış Fahri abi. Ramazan’ın Kurban’ın haricinden kaç kişiye yardım etmiş, kaç kişinin ihtiyacına Hızır misali yetişmiş…
Darbe yapılan daha doğrusu yapılmaya kalkışılan gecenin sabahında gözlerini hayata yummuş. Hanımı, çoluğu çocuğu olmayan biriydi. Normalde sabah namazından sonra çay demlemeye başlayan adam, bu kez öğle ezanları okunuyor olmasına rağmen dükkânını açmamıştı.
Acayipti, sair zamanlardan bir gün olsaydı, mahalle müdavimlerinden herkesin acayip olarak göreceği hatta üstüne düşüp nedenini ne içinini soracakları bir durumdu ama söz konusu olan darbe sabahıydı. O gün ve o gün olacak her şey zaten haddinden fazla acayipti. Böyle bir durumda kimse Fahri Abi’yi düşünecek durumda değildi. Sonrasında yardım ettiği bir öğrenci tarafından bulundu Fahri Abi.
Delikanlı önce kahveye uğramış, kahvenin kapı duvar olduğunu görünce evine varmış, kapı önünde Fahri Abi’nin eski ayakkabılarını durur gördüğü halde kapıyı açanın olmadığını görünce polislere haber vermişti. Böyle bulunmuştu mahallenin sessiz abisi Fahri, artık kendi gibi soğuk olan ölü yatağında. Cenazesine çok kişi katıldı, bizim mahalleden katılan adam sayısı birse, başka yerlerden gelen adam sayısı en az beşti. Tabi siz duymadınız bunları, zira ülkenin dört yanında darbe yangınları vardı. Zira ülke dört taraftan darbe girişimlerini engellemek için sokaklara dökülüyordu.
Alışıyordu insan, ölene alışıyordu ve gitgide ölüme alışıyordu.
Nasıl olsa ölüm çok da uzak değildi. Nasıl olsa ölüm zengin fakir ayırt etmeden herkese misafir olan, nevi şahsına münhasır gerçeklerden biriydi. Neler oluyor, hangi fırtınalarda hangi gemiler batıyor, hangi depremlerde hangi krallıklar yerin altına geçiyordu ama hayat bir şekilde devam etmesini başarıyordu.
Bombaların patladığı yerde çimenler bitiyor, kanların aktığı yerde güller açıyor, yıkılan sütunların yerine daha sağlamları dikiliyordu. İnsan direnmeye ve direndikçe kazanacağına dair umudunu yaşatmaya devam ediyordu. Masallar yalan değildi, hayal ürünü değildi. Sadece gerçekleri daha çocuksu bir dille anlatmanın yoluydu. Koca ağızlı kılıktan kılığa giren kurtlardan her yerde vardı, satmaya çalıştığı son kibriti donan parmaklarının arasında bir nebze olsun ısınmak için yakarken soğuktan donan kızlar erkekler çoktu.
Korkak bir millet ancak korkak bir nesil yetiştirebilecekti.
Üç çocuğu ve yemek pişirmek için kılı kırk yararcasına hesap yapan hanımıyla asgari ücretle geçinmeye çalışırken popüler sosyal medya sitelerinde nasıl zengin olduklarını bilmediğimiz insanların şımarık çocuklarının zevk fotoğraflarına hayran kalan insan kitlesi halen vardı. Ve var olmaya devam edecekti.
Sorgusuz sualsiz kabul edenin, sormanın asilik olduğunu, karşı durmanın boşa olduğunu söyleyenler var oldukça bazı şeyler asla tamir edilemeyecekti. Korkak bir millet ancak korkak bir nesil yetiştirebilecekti. Yazacak çok şey vardı ama bazı şeyler Fahri abinin ansızın gidişinden dolayı birbirine karıştı kaldı.
Salih oturduğu banktan kalktı. Kıraathanenin kapatılmasından sonra sürekli uğradığı, soluklandığı yer burası olmuştu. Koltuğunun altına sıkıştırdığı gazete ile gelip bazen saatlerce duruyordu burada. Farkındaydı, çöpe atılacak gözüyle bakılan bir yemekte bile yeni organizmalar hayata gözlerini açardı. Yıkıntıların altından yeni medeniyetler yükselirdi. Hayat umut demekti, umut gelecek demekti.
**