Senden geriye ne kalır? Ölümsüzlük denilen

Hayatın en önemli gerçeğiyle ‘ölüm’ ile ne kadar tanıştınız bilmiyorum ki ülkemizde ölümün sarsıcılığını hissetmek için yakınımızı kaybetmeye gerek yok… Hiç tanımadığımız yüzleri yüreğimize kazıyan, bilmediğimiz hikayeleri öğreten nice acı var bu ülkede… Bu acıların yoğunluğu ağır gelirken bir de son seneler içinde çok fazla dost kaybı yaşadım, hal böyleyken düşünmemek elde mi “sen gittiğinde senden geriye ne kalır” diye?

Senden geriye ne kalır? Ölümsüzlük denilen

İntihar eden arkadaşımdan sonra yazmıştım bu yazıyı, ancak hem ülke gündeminde hem şahsi hayatımda acı derinleşip ölüm haberleri çoğaldıkça artık aylar kaybettiklerimizle anılmaya başlayınca tekrar üstüne düşündüm ve sizlerle paylaşmak istedim.

İnsan genellikle iz bırakmak ister hayata, belki kendini “üstün varlık” gören egosu onu tetikler belki ölüm karşısındaki çaresizliğine çözüm arayışıdır bu isteği…

Kimisi sanata adar kendini eserleriyle ölümsüz olur, kimisi bilim adamı, kimi diktatör olur, kimi evliya şüphesiz seçimlerindeki tek motivasyon kaynağı değildir “ölümsüz olmak isteği” ama büyük bir motivasyon gücü olduğu düşünülebilir. Ancak en harika eserlerin yaratıcıları bile yakınlarının anlatımıyla tanınır en yetenekli sanatçılar bile insanlığına dair anılarla yad edilir.


Bedene ait uydurma bir kavramdır ‘zaman’… Ruhların böyle baş belası kavramlar uyduracaklarını sanmıyorum yani ruh bedenden özgürleştiğinde gideni değil kalanı ilgilendirir hayata dair olgular. Ama insan işte genellikle ‘benden sonrası tufan’ demez kafa yorar…

Sen gittikten sonra geriye ‘kötü’ konuşanlar kalmaz çünkü onlar senin anını kendince hızla parçalar, zehrini akıtır, kötülüğünü besler hızla tüketir sonra yeni bir kurbana geçer salt kötülükten beslenen ötekileştirmelerle aynı hoyratlıkla yapar işini evet kötülerin işi gibidir bu, çünkü varoluşları buna bağlıdır.

Kendileriyle yüzleşmeye korkarlar, sevgisizliklerinin aczini bastırmak için güçlü çıkar sesleri ‘o dinsizdi’ derler mesela ‘o namussuz’ derler ‘onların orda ne işi vardı’ derler cümlelerinin başı bu nevi ötekileştirmelerle sonu ise kıdemli cehennem zebanisi gibi bilmişce söylediği ‘cehennem’e dair tasvirler ile son bulur.

Kendinden olmayanı cehenneme layık bulan bu güruh dünyayı cehenneme çevirir fakat en kötüsü kendi cehennemini bu dünyada yaşamaya başlar ve bu varoluşta ısrar ettikçe her zaman bir cehennemde yaşar…

Bir düşün o ‘kötü’ den ne kalır geriye; öldüğünde bile kapanmayacak ah’lar hesaplar kalır, öldüğünde bile ‘iyi bilirdik’ demek zorlar insanı…

Peki senden geriye ne kalır? Kalan ne ise sen O’sun aslında…

Gülüşünü özleyen,

Sana sarılmayı özleyen,

Kokunu özleyen,

‘O görseydi severdi bunu’ diyerek seni ananlar kalır.

Buğulu bir kadehte şarap yudumlarken, iyi demlenmiş mis kokan bir çayı içerken seni aklına getirenler kalır.

‘Şimdi burda olsa derdi ki’ derler mi arkandan mesela ‘kötü’ olanlardan değilsen derler mutlaka.

Yaralarından öptüğün ‘eski sevgilinin gözyaşı kalır


Arkadaşına hediye ettiğin önsözüne bir iki kelam karaladığın kitap kalır kitaplığın en değerli köşesinde.

‘Bana bunu o hediye etmişti’ denilen bir eşya kalır öyle ki bir paçavra bile değer alır böylece.

Sevdiğinin ruhunu sevmek, özgür bırakmak, ‘o’nu sıfatlardan bağımsız iyilikle güzellikle hatırlamak bile ego ile ilgiliymiş, aynı adamı sevmiş kadınların o adamın cenazesinde birbirine sarılarak ağlamasına şahit olunca anladım.

Sen gittiğinde unutuyor o dedikoducu teyze, o fesat akraba, o sevginin gerçeğini anlayamamış yalandan sevdalı (o ki seni bir ölüme yas tutarken bile terkedebilir)…

Senden geriye ne kalır? İyi insan isen ‘iyilik’ kalıyor geriye, üstelik iyilik yaptıkların iyiliği paylaştıkların gitse bile kalıyor…

Bence ‘nurlar içinde yatsın’ derken söylediğin ‘nur’, yaptığın iyiliğin ışığı işte böylelikle ruhun karanlığa gitmiyor, iyiliklerin yolunu aydınlatıyor… 

Anneannem huysuz aksi dedikoducu bazı ihtiyarların aksine gençlerin saçını okşayan sevgi dolu, tonton kadın olarak ve bolca dağıttığı nefis zeytinyağlı sarmalarıyla anılıyor. Dedem herkesin yardımına koşan, merhametli, gözü kara, sevgi dolu adam çok özleniyor… Ben onları çok sevdiğim için değil onlara kan ile bağlandığım için değil tanıyanların gözlerinde, sözlerinde gördüklerimle söylüyorum bunu. Yoksa bana kalsa sayfalarca anlatmakla doymam anılarını…

Ben gittiğimde mesela isterim ki beni özleyen bir arkadaşım kardeşimi arasın, biri tutamadığında gözyaşlarını diğeri ona güç olsun. Sevdalandığım adamlar omuzlasın tabutumu, arkadaşlarım kardeşlerimi kardeşi bilsin, anne babam ben gittiğimde hala buralardaysa o güzel kocaman sofralarda dostlarım ve onların minikleriyle (o zamana büyürler belki ama yine de bizim için minik kalırlar) benim komik anılarımı anlatıp kahkahayla ansınlar beni…

İyi ruhlar ölümsüzdür sevgiyi paylaşırlar, vericidirler ve paylaştıkları sevgiyle verdikleri güzel enerjiyle unutulmaz olurlar, ben bunu öğrendim. Zaten korkmazdım hiç ölümden ama ‘ölümsüz’ olduğumu öğrendiğimden beri artık hiç korkmuyorum.

Sadece daha çok ölümsüz olmaya çabalıyorum daha sevgi dolu olmaya daha çok iyilik paylaşmaya egodan, sıfatlardan, aidiyetlerden, insan uydurması kutsallardan arınmaya çabalıyorum. Geldiğim gibi saf, yargısız, kimliksiz, Mevlana’nın dediği gibi ‘bir’ olmaya çabalıyorum…

Dünya oldum olası iyi kötü dengesinin uğraşında ve giden ‘iyi’lere borçluyuz doğru tarafta kalmayı…

Senden geriye ne kalır?

Kartvizitin, ünvanın, diploman, beden güzelliğin, zenginliğin, sahip oldukların, ‘başarı’ denilenler değil, ‘iyi’ olarak ‘sevgi’ ile anılabiliyorsa varlığın bu kalır, herşeyin ötesinde varoluşunuzu buna adamanızı dilerim…

Sevgiyle ölümsüzlükle kalın…


*Bu yazı bu ülkenin ölümsüzlerine ve kendi ölümsüzlerime adanmıştır. Bozcaada’yı ve tüm dostlarını gidişiyle sarsan Hiko Dayı’ya, eşsiz bir veda ile bizi bırakan Mehmet’e, kanserden yitirdiğimiz Hükü’müze, trafik kazasında kaybettiğimiz Özdoğan’a, varlığıyla dünyayı güzelleştiren zamansız giden tüm güzel ruhlara…

Ölümsüzlük Bilincine Ulaşabilir miyiz?

Ölümsüzlük ve Hakikat

Aşk palavrası ve hipergerçeklik


Sabiha Topallar
'Sen neye hazırsan o'da senin için hazırdır' düsturunu benimsedi 'bu yaştan sonra olur mu' 'hem çalışıp hem sanat olur mu' 'yorulursun nasıl yapacaksın' gibi bahanelere, dayatmalara güldü geçti. Sanatı, en çok Tiyatro'yu ve Edebiyat'ı sevdi öte yandan sevdiği her konuda hayatı deneyimlemeye and içti... Oyuncu, öğretmen, eğitmen, konuşmacı, yazar, yaratıcı drama lideri, aşçı, seyyah oldu zaman zaman tutkularından birine kapılıp gidiyor, hayat yolculuğunda biriktirdiklerini sadece arkadaşlarıyla paylaşmanın bencillik olduğunu düşünüp sözcüklerden yüreğinize yol yapmak istiyor... En önemli yolculuğun kendine yapılan yolculuk olduğunun farkında ham'dı pişiyor bir gün yanıp o yere varma özlemiyle yüzleşmeler yaşıyor sizi sevgiyle selamlıyor...