Jackson Pollock: Amerikan soyut dışavurumculuğun yüzü

Pollock, Amerikan sanat tarihinin yaramaz çocuğu… Resimlerinde tüm bedenini kullanarak çalışan Jackson Pollock, yapıtlarıyla ‘Amerikan Soyut Dışavurumculuk’ ekolünün yüzü haline gelmiştir.

Jackson Pollock, Atölyesinde Çalışırken
Jackson Pollock, Atölyesinde Çalışırken

Dünya Savaşları ve Amerika

Amerikan Soyut Ekspresyonizminin gelişim sürecini tam anlamıyla ifade edebilmek için, birkaç olay ve birkaç isimden bahsetmek kaçınılmazdır. Peggy Gugheneim, Clement Greenberg, Jackson Pollock, William De Kooning, Mark Rothko ve David Smith isimlerinin üzerinden Amerika’nın sanata, sanatın da Amerika’ya getirdiklerini inceleyip,  I. ve II. Dünya Savaşları sırasında Amerika’nın duruşunu, Soğuk Savaş dönemi ve dünyanın sosyolojik durumundan kısaca bahsetmek akımın gelişiminin anlaşılmasında yardımcı olacaktır.

Dünya Savaşı’nın başında tarafsızlığını ilan eden Amerika, savaşta fiilen yer almıyor olsa da İtilaf Devletleri’ne silah satışı yapıyor ve bu da Almanya’nın tepkisine yol açıyordu. 1914 – 1918 yılları arasında sürmüş olan savaşta Almanya’nın 1915’te içinde Amerikalıların da olduğu İngiliz yolcu gemilerini batırması Amerika-Almanya ilişkilerini gerse de Amerika’nın savaşın dışında kalma isteği sebebiyle Almanya’nın da attığı geri adımı sonrası sakinleşti.


Kısa süreli durgunluğun ardından Almanya 1916’da bu kez yine içinde Amerikan yolcular olan bir Fransız gemisini batırdı. 1917’de iki Amerikan ticaret gemisinin Alman denizaltıları tarafından vurulmasıyla da Amerika Nisan 1917’de Almanya’ya savaş açtı. Resmi nedenlerini kazanmış olan Amerika’nın savaşa girmesindeki asıl sebepler ise hızla sanayileşen ve teknoloji üreten Almanya’yı kansız bırakmak ve dünya siyasetinde söz sahibi olmak istemesiydi.

Savaşın en başından beri başka devletlere silah satan Amerika Birleşik Devletleri, bu sayede ekonomik yapısını ziyadesi ile güçlendirmiş ve silah teknolojisi alanında üst seviyelere çıkmıştı. Amerika’nın savaşa girmesinden bir süre sonra sona eren I. Dünya Savaşı ardında on beş milyon ölü, yüz binlerce kayıp ve yirmi milyon yaralıyla birlikte uzun yıllar kendilerini hem ekonomik hem sosyolojik hem siyasi anlamda toplayamayacak devletler bırakmıştır.

İlk savaşın sonrasında kimse bir ikinci savaşın olmasını istemiyor ve beklemiyordu.

Yıllardır cepheden cepheye koşan ve büyük kayıplar vermiş olan insanlar barışa sahip çıkmaya kararlı olsa da, iki savaş arasında her alanda kendini toplamaya çalışan devletler arasında tekrar bir savaşın çıkmamasını sağlamak gayesi ile yapılmış girişimler ne yazık ki sadece yirmi bir yıllık bir arayı muhafaza edebilmiş olup sonrasında ilkinden daha büyük yıkım ve kayıpların yaşanacağı II. Dünya Savaşının başlamasına engel olamamıştır. İlk savaşın ardından imzalanan anlaşmalardan tatmin olmayan devletlerin Avrupa’da kaynattığı sular tüm dünyanın geri dönüşü olmayan kayıplara sahip olacağı savaşı doğurmaya yetmiştir.

Pearl Horbor 1941
Pearl Horbor 1941

Pearl Harbor baskını

İlk savaşta olduğu gibi ikincide de fiilen savaşta olmayan Amerika savaşın gelişmeye başladığı dönemlerde İngiltere ve Fransa’ya silah yardımı yapmaktan da geri kalmamıştır. Birince savaşla ikinci savaş arasında dünyadan koptuğu ve tereddütlerle geçirdiği yirmi beş yılın üzerine savaşta geride duruyor olmak ister gözükse de 1 Aralık 1941’de Japonya’nın Pearl Horbor’u vurmasıyla tüm kuvvetiyle savaşa dahil olmuş ve akıl almaz tahribatlara yol açacak saldırıların altına imzasını atan devlet olmuştur.

Atom bombaları

İnsanlığın hala yaralarını saramamış olduğu soykırımların baş ismi Adolf Hitler’in intiharı, yenilgiye uğrayan devletlerin teslimiyeti, Amerika’nın atom bombası yağmuruna tuttuğu Japonya’nın tüm teslimiyet kurallarını koşulsuz kabul etmesiyle 1945 yılında sona erdi. İki atom bombası, deniz ve okyanus savaşları, kara çıkarmaları , işgaller ve teslimiyetlere tanıklık eden yirminci yüz yılın ilk yarısı ilkinde on beş ikincisinde ise yetmiş beş milyon insanın öldüğü dünyanın yörüngesini değiştirecek ve yirminci yüzyılın kalan yarısının ve yirmi birinci yüzyılın güç dengelerini değiştirecek iki büyük savaşı geride bırakmıştı.

Soğuk savaşa doğru

Savaşın bitişinden sonraki süreçte kendilerini toparlamaya çalışan devletler yeni bir savaşın ortasında kalacaklar, fiili bir savaş hareketi söz konusu olmasa da ‘Soğuk Savaş’ döneminde taraflanacak ve eylemlerine devam edeceklerdir. II. Dünya Savaşı’nın tartışmasız liderleri Rusya ve Amerika, Doğu ve Batı Blokları olarak bir konumlandırmanın içerisine girecek ve dünyanın seyrini değiştireceklerdir. Dünyanın siyasi yönetiminde büyük hak sahibi olmayı isteyen bu iki devlet on yıllarca sürecek bir didişmenin ve kayıpların mimarı olacaklardır.

II. Dünya Savaşı sonrasından 1990’lı yılların başına kadar sürecek olan bu savaş, hiç bir zaman sıcak çarpışmalara dönüşmese de, karşılıklı restleşmeler ve ambargolar ile tahribat vermeye devam etmiştir. NATO’nun ve Varşova Paktı’nın kurulmaları bu süre zarfı içerisinde gerçekleşmiş, Doğu ve Batı Blokları olarak resmen taraf edinilmiştir. Savaşlar sırasında kayıplar verse de savaşı bir fırsata çeviren ve ekonomik gelişimini hızlandıran ve sağlamlaştıran  Amerika NATO’da varlığını gösteren Rusya tehdidi altındaki devletleri askeri açıdan güçlendirmekte, tarım ve yapı malzemesi göndererek toparlanmalarını hızlandırmaktaydı.

Savaşlar ile sanatın New York’a taşınması

Değişen dünya düzeni sadece yeni coğrafik oluşumlar, sosyal farklılaşmalar ya da ekonomik dengelerin değişimiyle sınırlı kalmamıştır. Savaş sırasındaki göçlerde değerlendirilebilecek tek konu kitlelerin yer değişimi olarak görülemez. Savaştan kaçanlar sadece insanlar olmamıştır, sanat; savaşın ortaya çıkmasıyla yüzyıllardır mesken tuttuğu Avrupa’yı gerisinde bırakıp kıta değiştirecek, Amerika’nın kalbi New York’a taşınacaktır. Antik dünyadan Floransa’ya, Berlin’den Paris’e kadar her dönem Avrupa’da gelişen sanat din ya da siyaset olsun dönem dönem her alanda propaganda aracı görülmüştür ve şimdi Amerika’nın ikonlaştırma siyasetinin en kuvvetli aracı olacaktır. Amerika yeni dünyanın bu coğrafyada oluşacağını anlamış ve kendine yeni bir kimlik , güçlü bir imaj yaratmaya çalışmaktadır. Dünya savaşlarında, bağımsızlığını ilan ettikten sonraki süreçte eline geçirdiği en büyük fırsatı elde etmişti. İlk savaşta Eski Dünya’nın kurtarıcısı olabileceğini, ikincisinde ise efendisi olabileceğini ilan etme fırsatı yakalamıştı.

Yeni Dünya ve Sanat

‘Soğuk Savaş’ sırasında dünyanın her yerinde olduğu gibi Amerika’da da iki görüş arasındakilerden birine ilgi duydular. Aranan çözüm yolları Marksizm ve Amerikancılık arasında bir ortak yol bulunup bulunamayacağına yönelikti. Bu sadece sağcılar ve solcular arasında sahip olunmuş bir duruş değildi. Stalin’in Troçki’ye karşı açtığı haksız savaş başka fikir bölünmelerini de bir araya getirmişti.

İlk yıllarda Amerikan sanat çevresi Troçki yanlısı Partisan Review dergisinin yayın organı olduğu Amerikan Komünist Partisinde uzaklaşmıştı. Aynı yıllarda Clement Greenberg tarafından kaleme alınan ‘Öncü ve Kiç’ (1939) makalesi yayınlanmış ve büyük gündem yaratmıştı. Makale Marksist bir dil kullansa da arzu ettiği sanat kültürünün SSBC’deki ile paralel uzantıda gerçekleşmeyeceğini belirtiyordu.

Greenberg makalesini iki farklı amaç için kaleme almıştı. İlki Amerikan resim alıcılarının yatırımlarını kiçten seçkin yapıtlara yönlendirmek ikincisi ise Paris’in tek elinde tuttuğu sanat piyasası tüccarlığının ivmesini kırıp kendi vatandaşlarını sanat üretmeye cesaretlendirmekti. ABD’nin kültürün yeni adresi olacağını herkes gibi o da biliyordu. ABD hükümeti de bu oluşuma hız kazandırmaya çalışmakta, özel programlar düzenlemekte ve sanatı yaygınlaştırmaya çalışmaktaydı. Böylece sanat tarih sahnesine bir kez daha seçkinliğin ve zenginliğin göstergesi olarak sürülmüştü.

Peggy Guggenheim
Peggy Guggenheim

Amerikan sanatında ulusalcı ve uluslararası görüş

Aynı coğrafya ve sanat çevresinde güçlenseler de insanların olduğu her yerde olduğu gibi Amerikan sanatının geliştiği bu süre zarfı da iki farklı sesi ve temsilcilerini ortaya atmıştır. Ulusalcı görüş ne olursa olsun kendi kaynaklarından beslenen Amerikalı sanattan, uluslararası gelişmeleri takip eden görüş ise kökeni ne olursa olsun nitelikli ve yeni her sanat üretiminin desteklenmesi gerektiğini savunuyordu. Avrupa’daki sanat hareketlerinden haberdar olan ikinci grup 1913 Armony Show ile başlayan ve 1940’ların başında MOMA’nın yeni arayışlara başlamasıyla seslerini yükseltmişlerdi.

Art of this Century, Manhattan, New York

Aynı yıllarda babasını Titanic kazasında kaybetmiş servet sahibi genç kadın Peggy Guggenheim Londra‘da MOMA’yla rakip olacak bir çağdaş sanat müzesini açma girişimiyle Marchel Duchamp ile çıktığı yolda savaş sebebiyle erteleme yapmak zorunda kalmış ve Avrupa’nın savaş sonrası ayağa geç kalkması sebebiyle bu projesini Amerika’nın Manhattan bölgesine taşımıştır.

Savaş süresince Avrupa’nın her yerinden resimler toplamış ve onları Amerika’daki bu yeni çağdaş sanat galerisinde muhafaza etmiştir. Bu galeri tasarımıyla ilk sürreal yapı olarak tarihe geçecektir. Büyük bir sermaye ile açtığı ‘Art Of This Century’ adındaki bu mekanda bir araya gelen New York ekolündeki azimli genç sanatçılar sanatta yeni bir hareketin doğmasını sağlayacak bir kıvılcımı çaktıklar.

İlk gruptaki Amerikalı sanatçılar ise Avrupa’nın köklü kültürel birikimlerine sahip olmadıkları için çekingen davranıyor ve varoluşçu düşünceden ya da sürrealizmden beslenerek kuramsal bir zemin oluşturmaya çalışıyorlardı. Entelektüel birikimleri ve kişiliği ile dikkatleri üzerine çeken Robert Motherwell olsa da, Greenberg ve Guggenheim‘in parlatacağı isim o değil arkadaşı Jackson Pollock‘dur. Bütün Amerikan sanatçıları harıl harıl çalışıyor ve çıkan her iş özgüvenlerinin toparlanmasına yardımcı oluyordu.

Amerikan sanatının doğuşu

Avrupa Sanatı karşısında yaşanılan aşağılık duygusu ortadan kalkınca Amerikan Sanatı ortaya çıkmış oldu. Her üretimin tüketimini sağlamak amaçlı sağlanacak olan istem sistemi dışında yapılacak bir şey kalmamıştı. Şimdi tek iş eldeki malın pazarlanmasıydı. Amerika’nın savaş sırasındaki ekonomik beslenmesinin karşılığında toparlanan orta sınıfın uğradığı kültürel bombardıman sonrası alımı hızlandırması için pek bir şey yapmaya gerek kalmamıştı.

Art Of This Century, Manhattan, ABD
Art Of This Century, Manhattan, ABD

1940’lı yıllardan itibaren Amerika komünizmin karşısında iyice sertleşmeye ve komünizme karşı bütün devletleri desteklemeye başlamıştı. SSCB’ye düşman da olsa komünizm tehlikesi bahanesiyle Japonya’ya bomba yağdırmaktan da geri kalmamış; Amerikalı sanatçılar da nerede duracakları ile ilgili şaşkınlık içerisinde kalmışlardı.

Öncü sanata para yatırmaya hazır birilerinin oluşu ve dünyanın durumunun ortada olduğunu gören sanatçılar karşı karşıya kalmış ve düzenle barışmaktan ve keyfini çıkarmaktan başka çareleri olmadığına karar vermişlerdir. Kapitalizm hem sanatçılar için hem de sermaye sahipleri için en hesaplı seçenek haline gelmiştir.

1942 yılında Guggenheim MOMA‘nın müdürü Alfred Barr’ında yer aldığı çok eşsiz bir davetle ‘Genç Sanatçılar İçin Bahar Salonu’ sergisinin açılışı için hazırlanıldığı sırada resimler henüz yerde dururken Piet Mondrian’ı yere oturup bir işi izlerken görür ve gidip yanına oturur. Onun resimleriyle kıyaslama bile yapılamayacağında, resmin dağınık, kararsız ve epey kötü yapıldığından bahsederken Mondrian Peggy’nin sanat danışmanı olarak bu adama dikkat etmesini, Amerika’dan çıkan gördüğü en ilginç işin bunun olduğunu söyler. Kimden ne zaman tavsiye alacağını iyi öğrenmiş olan Peggy sergi açılışında en nüfuzlu müşterilerinden birini alıp Pollock’un Stenografik Figür (1942) isimli çalışmasının önüne götürerek üstüne düşeni yapar.


Stenografik Figür, 1942, MOMA, New York
Stenografik Figür, 1942, MOMA, New York

Jackson Pollock’un öne çıkması

Stenografik Figür yapıtında Pollock masayı izleyiciye doğru eğmiş, kırmızı ve kahve rengi kollarıyla hararetli jestler yapan, hararetli bir tartışmanın ortasında olan iki spagetti formlu figürü yerleştirmişti. Pollock’un ileride sahip olacağı en büyük resim özelliklerinden biri olan damlatma tekniğinin ilk emareleri bu resimde görülmeye başlanmıştır.

1912 doğumlu olan Pollock çok sıkı çalışan biri olmamasına rağmen, Guggenheim tarafından aylık bir ödeme ile işe alınmıştı ve üretim yapmaya devam etmesi gerekmekteydi. Sabah dokuz mesaisiyle yeterince dersi olmakla beraber vaktini Guggenheim Müzesi’nin Kandinsky koleksiyonunu incelemekle geçirmiş, karşılığını da bulmuştu.

Kandinsky‘nin doğa ve primitif olana tutkusunu paylaşıyor ama aynı entelektüel duruşu sergileyemiyor, sıklıkla kontrolden çıkan dengesiz duygularını dengede tutmakta zorlanıyordu. Alkolle sakinleştirmeye çalıştığı duygu patlamaları belalı bir doğa kudreti gibiydi.

Jung’çu yaklaşım

Yirmi altı yaşında destek almaya karar veren Pollock, Jung’çu psikoterapide uzmanlaşmış bir uzmandan yardım alıyordu. Jung görsel olarak ancak rüyalarımız tarafından tetiklenecek hepimiz için ortak olan evrensel ama farkında olmadığımız duyguların kolektif bilinçte var oluşunu savunan bir görüşe sahipti. Seansların Pollock’un alkol sorununa faydası olmadı ancak sanatında harikalar yaratmasına yardımcı oldular.

Amerikan soyut dışavurumculuğun yüzü: Jackson Pollock

Jung’un bakış açısından bilinçdışı insanlar tarafından ortak kullanılan bir kaynaktı

Pollock için bu iyi haber demekti. Sanatıyla evrensel bir hakikati resmetmeye çalışma fikrini çok huzurlu buluyordu. Amerika’nın tüm büyük duvarlarına resmetmesi için davet edilen Meksikalı sanatçı Diego Rivera’dan aldığı ilhamla büyük işler yapma eğilimini geliştirmeye başlamıştı.

1943 yılında ilk büyük ölçekli işini Peggy’den almış ve New York’taki konağına duvar resmi siparişi almıştı. İlk fikir direk duvara resim yapması iken Duchamp’ın taşınılabilir olması gerektiği önerisiyle 6 metrelik tuvaline bakıp aylarca ne çizeceğini düşünmüştü. Altı ay sonra Peggy’nin taşmaya başlayan sabrının tetiklemesi ile bir gecede resmi yapmış, bütün bir gece boyunca süren bir çalışmayla henüz kendi bilmese de Soyut Dışavurumculuk adını alacak bir sanat akımını başlatmıştı.

Sanat tarihinde bir ilk: Soyut dışavurumculuk

Duvar resmi yapıtı, Pollock’un sanatı bir volkanik patlama gibi resmin üzerinde şekil alan, en derinden gelen iç güdüsel kuvvetle yapılan bir öncüydü. Hem soyut hem dışavurumcuydu. Kalın bir beyaz boya kitlesi resmin üzerine yayılmış, dikey siyah ve yeşil hatlarla serbest ama hayli dikkatli yerleştirilmiş canlı sarı lekelerin olduğu bu yapıtı 2.5 metreye 6 metre boyuyla hükmedici, devasa bir eserdir.

Pollock resmi “Amerika’nın batısındaki bütün hayvanların, ineklerin, atların, antilopların ve bufaloların çılgınca koşturması, her şeyin lanet yüzeyi kat etmesi” diye anlatmıştır.

Mural, 1943, Guggenheim Collection
Mural, 1943, Guggenheim Collection

Kasım 1943’te Peggy Art Of This Century’de Pollock’un ilk kişisel sergisini açar. Çok ilgi görse de sergi boyunca hiç satış yapılamamıştır ancak önemli potansiyeli olan müşterilerin dikkatini çekmeye başlamıştır. Kurt Kadın (1943) isimli eseri almak isteyen Alfred Barr ile Peggy arasında geçen ve Peggy’nin hedeflediği parayı kazandığı pazarlık sonrasında Pollock MOMA’ya adımını atmıştır.

Kurt Kadın, 1943, MOMA, New York
Kurt Kadın, 1943, MOMA, New York

Peggy’nin Pollock’u desteklemesi ve MOMA’nın ilgisine değer hale getirmesi kariyerinde sahip olduğu ilk en iyi adımdı ve Amerika’nın modern sanatın yeni gücü olacağı iddialarının da ilk kez içlerinin doldurulmuş haliydi.  Peggy Pollock’a iki kişisel dergi daha açacak ve onunla birlikte Soyut Dışavurumculuk akımını geliştirecek olan, Clyford Still, Mark Rothko ve Robert Motherwell gibi Amerikalı sanatçıları ve Amerika’da yaşayan Hollandalı sanatçı Williem De Kooning’i de tüm dünyaya tanıtacaktı. 1947 yılında Amerika’da Soyut Dışavurumculuğun hayata geçmesi için bu kadar çok şey yapmış olmasına rağmen Peggy hayatının sonuna kadar yaşayacağı Venedik’e taşınana dek akım tam anlamıyla yankı bulamayacaktı.

Ve fırça ortadan kalkıyor

Peggy’nin Amerika’dan ayrılmasıyla aynı tarihlerde New York’a taşınan Pollock ilk damlatma tekniği kullandığı resmini burada yapacaktır. Yeni resimlerini arkadaşı galeri sahibi Betty Persons’a gösteren Pollock, resimlerinin beğenilmesiyle 1948 yılında Betty’nin galerisinde sergisini açmıştır.

Tam Beş Kulaç, 1974, MOMA
Tam Beş Kulaç, 1974, MOMA

Pollock’un yeniliğini ilk kez bütün dünyaya göstermesiyle yaşadığı sürede ününün keyfini çıkaran sanatçılar arasında yer almaya başlayacaktır.Eserlerinde hiç fırça izi görülmüyordu çünkü fırça kullanmamıştı. Tuvali yere yatırmış, hareketli şekilde üzerine sanayi boyası fırlatmış, damlatmış, dökmüş, serpmişti. Tuvalin üstüne çıkmış, yürümüş, ortasında dikilmiş, resmin bir parçası haline gelmişti. Kum, cam, izmarit neyle ilişkideyse hepsi resme dahil etmiş, ortalığı karıştırmıştı.

Peggy Guggenheim’ın MOMA’ya sonradan hediye ettiği Tam Beş Kulaç (1947) isimli eseri de bu sergide yer almıştır.  Bu şekilde resim yapma fikrinin yeni olmadığını bilen ressam, esin kaynağını Amerika’lı yerli kabilelerin kum sanatından alıyor, onları günümüz formlarına dönüştürüyordu. İlgi ne kadar olursa olsun resim satışları çok fazla olmuyor, galerici destekleyicileri ya da Clement Greenberg’ün övgü dolu yazıları da geri dönüşü hızlandırmıyordu. Pollock’un kuvvetli ittifakları olmasına rağmen Amerika’dan dünyaca tanınır hale gelmesinin sebebi ne Peggy ne de Greenberg olamamıştır.Almanya doğumlu bir fotoğraf sanatçısı gelip atölyesinde resim yaparken fotoğraflarını çekip yayınlayıncaya dek, Amerika’nın asi duruşlu ressamı olmaktan ileri gidememiştir.

Jacson Pollock, Action Painting
Jacson Pollock, Action Painting

Genç fotoğraf sanatçısı Hans Namuth

Pollock’un fotoğraflarını çeken genç sanatçı Hans Namuth, insanların Pollock’un tekniğindeki yönetimine ve içgüdüsel koreografisine ilk kez bu fotoğraflarla yaklaşmasını sağlamış ve umutsuzca içindeki duyguları yansıtmaya çalışan bir figür olarak betimlemiştir. Bu sonrasında performans sanatına ilham verecek olan kıvılcımı tetikleyecekti. Bu imgelerden çok etkilenen kamuoyu ve medya zamanla Pollock’un işlerini tuvale saçılmış damlalardan daha fazlası olarak kabul etmeye başlamışlardı.

No 1, 1948
No 1, 1948
No 31, 1950
No 31, 1950

Dürüstlüğü ve resimlerdeki enerjisi takdire değer bulunan Pollock bir anda kendini kamusal hayranlığın ortasında bulmuştur. Dışa Vurumculuğun yüzü haline gelmiş sanatçı ne yazık ki sosyal yaşamının dengelerini kurmayı ömrü boyunca başaramamış ve sadece kırk dört yaşında alkollü olarak kullandığı aracıyla geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Kaynakça:
– Pardon Neye Bakmıştınız?, Will Gompertz, Yapı Kredi Yayınları, 2015
– …izler Sanatı Anlamak, Stephen Little, YEM yayın, 2012
– 1940’tan Günümüze Sanat, Jonathan Fineberg, Karakalem Yayınları, 2011
– Modernden Postmoderne Sanat, Mehmet Yılmaz, Ütopya Yayınları, 2013
– New York Modern Sanat Düşüncesini Nasıl Çaldı, Guilbaut Serge, Sel Yayıncılık, 2009

Contemporary İstanbul 2016 Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı

Mihri Müşfik Hanım: Sıra Dışı Bir Kadın

Bir hazin öykü ve bir başyapıt: Medusa’nın Salı

Albrecht Dürer: Dua Eden Eller


Rokoko: Barok dönemin bitişiyle başlayan Klasik dönem


Ayça Aksoy
1988 yılında İstanbul'da doğdu. İlköğretim ve lise öğretimini İstanbul ve Antalya'da tamamladı. 2016 yılında Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünden Mezun oldu. Halen eğitimine İstanbul Üniversitesi Yöneticiler için İşletme Yüksek Lisansı programında devam etmektedir. ICF Akredite Koçluk eğitimleri almış ve CSR-Project ismi ie kurucu ortağı olduğu firma çatısında Kurumsal Sosyal Sorumluluk Danışmanlığı, Eğitim ve Koçluk hizmetleri vermektedir. Sivil Toplum Kuruluşlarında aktif olarak çalışmalarına devam etmektedir.